Nazım Hikmet’in Ankara’da tutuklu olduğu 1920’li yılların ortalarında, Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Peyami Safa, gazetenin edebiyat köşesinde Nazım’ın Yanardağ isimli manzumesini yayımlar. Ancak gazetede Nazım Hikmet’ten bir manzume yayımlanması; gazetenin okurları, dolayısıyla da gazete yönetimi tarafından hiç hoş karşılanmaz. En nihayetinde gazete, bunu telafi edebilmek adına bir özür mektubu yayımlamayı planlar. Ertesi gün gazeteyi satın alanlar, birinci sayfada şöyle bir yazıyla karşılaşırlar:
“Mahkûm bir adamın kaleminden çıkmış olan Yanardağ adlı manzume, gazetemizin dünkü nüshasında, yazı işleri müdürüne gösterilmeden yayımlanmıştır. Mesleği, mesleğimize katiyen uymayan bir muharrire ait olan manzumenin gazetemizde yayımlanmış olmasından dolayı, okurlarımızdan özür dileriz.”
Gazetenin böyle bir özür mektubu yayımlaması Safa’yı oldukça sinirlendirir; zira yaptığı şeyin yanlış olmadığını düşünmektedir. Nihayetinde böyle bir gazetede daha fazla çalışamayacağını belirterek işinden ayrılır.
İleriki günlerde serbest kalan Nazım, İstanbul’a gelince, kendisi yüzünden işinden ayrılmak zorunda kalan Safa’yı arar ve sıkı bir dostluğun temelleri böylece atılır.
* * *
Hapisten çıktıktan sonra yazdığı şiir ve yazılardan ötürü tekrar hapsi istenen Nazım, çözümü Moskova’ya gitmekte ve bir süre orada kalmakta bulur. En nihayetinde 1928 yılında çıkan Af Kanunu’yla birlikte vatanı Türkiye’ye geri döner ve Sertel çiftinin çıkardığı Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. Nazım’ın da gelmesiyle “artık sol yazarların toplandığı bir dergi” haline gelen Resimli Ay’ın sahiplerinden Sabiha Sertel, o dönemi şöyle anlatacaktır:
“Nazım yeni bir edebiyatın temelini atmakla kalmıyor, aynı zamanda sosyalizm davasına yeni unsurlar kazanmaya çalışıyordu. Bir zamanlar Peyami Safa’yı da kazanmak sevdasına tutulmuştu. Peyami o zamana kadar vasat hikâyeler, romanlar yazardı. Nazım’la temasa geçtikten bir müddet sonra Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanını yazdı. Nazım, Resimli Ay’da bu kitabın tenkidini yaparken, Peyami’yi övüyor, kendi sanat görüşünü belirtiyordu.”
O döneme şahit olan Aziz Nesin ise ileriki yıllarda yaşananları şöyle anlatacaktır:
“Peyami Safa’nın kokain içmeyi deneyip de doğru dürüst kokainman olmayı bile beceremediği yıllarda bir gece Degüstasyon’da içilir. Sonrasında Nazım Hikmet’le Peyami bir arkadaşlarının evlerine giderler. Orada Peyami kolunun nasıl sakat kaldığını anlatır. Bu olaydan büyük üzüntü duyan Nazım ise Peyami’ye:
‘Nedir yazdığın saçma sapan şeyler… Niçin bu anlattıklarını bir roman yapmıyorsun? Cingöz Recai’leri bırak da bunu yaz!’ der.
O günden sonra da bu romanı yazması için Peyami’yi destekler, zorlar. Böylece ‘Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ ortaya çıkar. Peyami de Nazım Hikmet’e duyduğu minneti, romanı ona ithaf ederek ödemeye çalışır. Nazım Hikmet, Moskova’dan döndükten sonra, Alay Köşk’ünde onu kürsüye çıkarıp: Gelmiş geçmiş Türk şairlerinin en büyüğü diye halka tanıtan Peyami’dir.”
En nihayetinde; Peyami Safa, “Canım Nazım’a kara sevda ile…” diyerek yazdığı bu özel eseri komünist dostu Nazım’a ithaf eder.
* * *
1920’li yılların sonlarına doğru Nazım Hikmet, Resimli Ay dergisiyle birlikte edebiyata yeni bir soluk getirir. Ancak hem yeni edebiyatın temellerini atmaya hem de Sosyalizmi yaymaya çalışması dönemin edebiyat otoritelerinin tepkisini çekmekte gecikmez. Yakup Kadri [Karaosmanoğlu], köşe yazarlığı yaptığı Milliyet gazetesinde son derece sert bir yazıyla ona karşılık verir:
“Bu zavallı nesil bize bin beladan arta kalmıştır… Eğer daha ilk adımda dizleri titriyor ve gözleri uyuşuyor, kulakları uğulduyor, kafaları sersemleşiyorsa bunun kabahati kendilerinde değil, yetiştikleri devrin sayısız fecaatindedir.”
Nazım Hikmet’in yazarlık yaptığı Resimli Ay dergisiyle Peyami Safa’nın 15 günlük olarak yayımlamaya başladığı Hareket Dergisi bu saldırılara birlikte karşı koymaya çalışır.
Bu kavga sürerken Nazım Hikmet’in başlattığı Putları Yıkıyoruz kampanyası ise zaten gergin olan ortamı toz duman içinde bırakacak, adeta bir savaş alanına çevirecektir.
Putları Yıkıyoruz kampanyasını destekleyenlerden biri olan Peyami Safa, genç kuşağa ve Nazım Hikmet’e yöneltilen ağır eleştirilere büyük bir kararlılıkla yanıt verir: “Biz ‘Varız’ diyen nesiliz, bizde kuvvetimizin şuuru var. (…) Yığınlar ayaklanıyor ve ‘Yaşa’ diye haykırıyorlar. Çünkü büyük bir edebiyat doğuyor. Galeyan var! Kaçılınız, yol veriniz.”
Safa, “dünya edebiyatında kendine çok has bir nev’in yaratıcısı” şeklinde nitelediği Nazım’ı da şöyle savunur: “O sadece ağlamayan ve haykıran zekasının malzemesini eski insanlıktan aldığı halde çatısını yeni bir teknikle kuran, ona müstakbel dünyaların rengini veren büyük bir kafa mimarıdır.”
* * *
Peyami Safa’nın Resimli Ay‘da yayımlanan Nazım Hikmet’in “Jokond ile Sİ-YA-U” adlı şiirini tenkit ettiği yazısı, ikili arasında ilk kez soğuk rüzgârlar esmesine neden olur. Nazım, ilk başlarda yazıyı pek önemsemez gibi görünse de ileride kanlı bıçaklı olacağı arkadaşı Peyami Safa’yla kırılmaları ilk bu anda yaşanmıştır.
İki genç edebiyatçı arasındaki ilk ciddi tartışma ise, Nazım’ın ekonomik sıkıntılar çektiği sıralarda Safa’nın ona “Gelen paraları kim alıyor?” diye sormasıyla başlar. Elbette Safa’nın kastettiği Moskova’dan gelen paralardır. Bu soru karşısında ufak bir sarsıntı yaşayan Nazım, böyle bir şeyin olmadığını, asla da olamayacağını, belirtmesine rağmen arkadaşının kendisine inanmadığını belli eden bir surat ifadesiyle bakıp konuyu değiştirmeye çalışmasını asla unutmayacaktır.
* * *
Nazım Hikmet’le eski dostu Peyami Safa’nın asıl kavgası ise Serteller’in Resimli Ay‘ı kapattıktan sonra çıkarmaya başladığı, ikisinin de aynı sayfada köşe yazdıkları, Tan gazetesinin sütunlarında tekrar su yüzüne çıkar.
O sıralarda Tan‘ın ikinci sayfasının sol sütununda Orhan Selim “Bu da Benden”, sağ sütununda ise Peyami Safa “Düşündükçe” başlığıyla köşe yazıları yazmaktadır. İki yazara aynı sayfada köşe veren gazetenin sahibi Zekeriya Sertel, anılarında o günleri ileride şöyle anlatacaktır:
“Nazım, daha çok komünizmi yaymak ve etrafındakileri komünizme kazanmak endişesindeydi… Bu konu Peyami Safa’yı çileden çıkarıyordu. Peyami çok zeki ve kabiliyetli bir gençti… Nazım onu davaya kazanmaya çok önem veriyordu… Fakat Peyami zeki olduğu kadar da kötü ruhlu bir adamdı. Çok içki içer hatta esrar kullandığı bilinirdi… Nazım’ın çevresinde yarattığı etkiyi kıskanır, onun ak dediğine mutlaka kara derdi…”
* * *
Avrupa’da faşizmin iyiden iyiye yükseldiği 1935 yılında Türkiye’deki milliyetçi aydınlar sesini daha fazla yükseltmeye ve solcu aydınları açıktan hedef göstermeye başlamıştır. Peyami Safa o dönemde bir akşamüstü kurulan bir dost sofrasında “Artık Nazım okunmuyor, yazıları bakkal ağzı, sütçü narası gibi sözlerle dolu” şeklinde bir ifade kullanınca da dönemin önemli yazar ve ressamlarından Elif Naci ile hayli sert bir tartışma yaşar.
Nazım Hikmet, ertesi gün Orhan Selim müstearıyla hem Tan‘daki hem de Akşam‘daki köşesinde Safa’nın bu sözlerini hedef alır. Tan‘daki yazının başlığı Kahve-Gazino Entelektüelleri, Akşam‘dakinin ise Entelektüel‘dir:
“Entelektüellerin çoğu bir bakıma gramofon plakları gibidirler. İçlerine neyi doldurmuşlarsa onu çalarlar… Tavuğun, sığırın küçüğü, civcivi, palazı, danası güzeldir. Entelektüelinse büyüğü…”
* * *
Orhan Selim, birkaç gün sonra Tan‘daki köşesinde Eski Dost başlıklı bir yazı yazarak; o bildik atasözünün “ozanca bir dilekten başka bir şey olmadığını” söyler:
“Dostluk şarap gibi değildir. Yıllandıkça güzelliği, tadı artmaz çok kez… Tersine yılların içinde durgun su gibi kurtlanır, yosunlanır, tortulanır. Bunun için de düşmanların büyüğü çoğu kez eski dostlardan çıkar.”
Bütün bunları üzerine alınmaz gibi görünen Safa; o günlerde, Tan’da çıkan “Kıskançlık İlmi” adlı yazısından ötürü Nurullah Ataç’a yüklenirken; Orhan Selim’in yine aynı gazetede “Ben Münekkitten Yanayım” adlı yazısını görünce adeta küplere biner ve uzun süredir devam ettirdiği suskunluğunu bozarak, Tan’ın sağ köşesinde Sürü Adamı başlıklı bir yazı kaleme alır. Bu yazıda Nazım’ı “dışarıdan aldığı telkinleri dile getiren bir softa” olarak niteler:
“İçinde hep sürü insiyakları teptiği için şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu… Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalıdır…”
* * *
Ertesi gün Tan’ın sol köşesinde, Orhan Selim müstearıyla, Küçük Adam başlıklı bir yazı çıkar. Safa’ya ithafen yazılan bu yazı, gazetenin kurucusu Zekeriya Sertel’i iyiden iyiye rahatsız eder ve iki yazarı da ayrı ayrı odasına çağırarak uyarma gereği duyar. Ancak daha önce de yapmış olduğu gibi, hürriyetinin kısıtlandığını düşünen Safa, kavgasını kendisinin çıkarmakta olduğunu Hafta dergisinde sürdürmeye karar verir.
Dergisinde Biraz Aydınlık ana başlığıyla, dizi halinde, yazılar yayımlamaya başlayan Safa; Nazım’la nasıl tanıştığını, onu nasıl savunduğunu, yazdığı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘nu nasıl ona ithaf ettiğini uzun uzadıya anlatır. Tabii adeta düşmanı olarak gördüğü Nazım’a yönelttiği ifadeler kabul edilebilir cinsten değildir: “Şöhretinin büyük kısmını polisin takibine borçlu olan Bolşevik fantoması”, “lirik, cıvık hassas bir şair”, “su katılmamış burjuva…”
Bu tür ithamlara daha fazla katlanamayan Nazım, Yedigün dergisinde bir röportaj verir. İleriki günlerde yayımlanan bu söyleşide, Nazım, “küçük burjuva münevveri” şeklinde nitelendirdiği Safa’ya oldukça sert bir şekilde yüklenir:
“Herhangi bir fikre taassupla bağlanmanın, insanı bir sürü adamı haline soktuğunu söyleyen bu tip, mesela masonluk fikrine ve idealine kör bir taassup ve müthiş bir imanla bağlanmıştı ve bu bağlanışta o kadar ileri varmıştı ki bir mason locasına girebilmek için üç defa eşik aşındırıp üç defa reddedilmeyi bile göze almıştı.”
Dizininin üçüncü yazısında bu iddialara çok ağır bir dille yanıt veren Safa, Nazım’ı “Kaldırım politikacısı ağzı kullanmakla eleştirir; bir dönem masonluğa ilgi duyduğunu da gizlemeyerek, üç defa eşik aşındırıp üç defa reddedildiğinin de yalan olduğunu ifade eder.
Nazım’ın yanıtı ise gecikmez. Birkaç gün sonra Yedigün’de yayımlanan yazısında Safa’yı provokatörlükle suçlayarak; “bu mütereddi fitnenin maskesini alaşağı etmek, onun korkunç iç yüzünü, bulaşık hastalıklar müzesindeki bir ibret levhası gibi ortaya çıkarmak zamanı gelmiştir,” der ve Safa’nın bir zamanlar kendisine, “Ben senin hatırın için Marksist olurum” dediğini de aktararak; Peyami Safa’nın menfaatçi olduğunu ileri sürer.
Bir sonraki yazısında eski dostuna “Zavallı Oğlan” şeklinde seslenerek, sözleriyle alay edercesine; “Karşıma böyle bir zekâ ve şuur harabesi çıkacağını ummuyordum. Gene de bu sözleri Nazım Hikmet’in söylediğine inanmam. Biraz alık salıktır ama benim bildiğim Nazım bu kadar beyinsiz değildir…” sözlerini kaleme alır. Ardından da “Evvelce müdafaasını yaptığım Nazım Hikmet’in bu kadar mayasız, cevhersiz ve bomboş olduğunu ben bu polemiğe başlarken bilmiyordum.” diyerek de dizinini sonlandırır.
* * *
Safa’nın ağır eleştirilerle dolu bu dizininin yayımlanmasından birkaç hafta sonra; Nazım, eski dostuna seslendiği “Bir Provokatör Üstüne Hiciv Denemeleri” adlı uzun bir şiir yayımlar. Şöyle seslenmektedir, eski dostuna:
“Bir düşün oğlum,
bir düşün ey yetimi Safa
bir düşün ki, son defa
anlayabilesin:
Sen bu kavgada
bir nokta bile değil,
bir küçük, eğri virgül,
bir zavallı vesilesin!..
Ben kızabilir miyim sana?
Sen de bilirsin ki, benim adetim değildir
bir posta tatarına
bir emir kuluna sövmek,
efendisine kızıp
uşağını dövmek!”
Safa, Hafta‘sında, bu şiiri “Alık oğlan benim sayısız kusurlarım dururken iftihar ettiğim tek tük faziletimi hicvetmeye yeltenmiş” diye eleştirerek, bundan sonra Nazım’a Cingöz Recai’nin yanıt vereceğini söyler. Ardından da dergisinin ileriki sayında “Cingöz Recai’den Nazım Hikmet’e” başlığıyla bir yergi yayımlar:
“Gel bakayım,
lüle lüle kıvrım kıvrım samur saçlı,
pamuk tenli, al yanaklı sarı papam
…
gel bakayım yetimlikle maytap eden paşazadem,
Bre toprak altında yatan
büyük Türk ölülerine çatan
…
bre kaltaban
bre Türk düşmanı,
bre vatan haini şarlatan”
Safa’nın yazdığı bu şiirde bahsedilen “toprak altında yatan büyük Türk ölülerine çatan” ifadesi, Nazım’ın yazdığı hicivde büyük yazar Namık Kemal’i “takma aslan yeleli Namık Kemal üstadın” şeklinde eleştirmesine karşılık olarak yazılmıştır. Tabii Nazım’ın Namık Kemal’i bu şekilde nitelendirerek yermeye çalışması, dönemin birçok yazarı tarafından tepkiyle karşılanmış ve yepyeni bir kavganın fitilini ateşlemiştir.
Örneğin dönemin ünlü yazarlarından Atsız, bu durum karşısında epey sinirlenmiş ve olabildiğince sert bir yazıyla karşılık vermiştir. Merak edenler için, yazının ilgili bölümlerini aşağıya ekliyoruz:
“…Fakat Hikmetof Yoldaş nebbaşlığa başlayarak büyük Namık Kemal’in kemiklerine diş uzatınca mesele değişti.
Komünist Nazım Hikmetof ile romancı Peyami Safa’nın aralarında ne geçtiyse geçti. Düne kadar birbirinin dostu ve bedava reklamcısı olan bu iki edib-i şehir bozuşup cilveleştiler. İtiraf etmeli ki bu münakaşada Peyami Safa daha dürüst hareket etti; münakaşayı münakaşanın çerçevesinden aşırmadı. Fakat, ya Hikmetof Yoldaş? Hayır, o böyle bir fırsatı kaçıramazdı. Ahmet Haşim’e, Hamdullah Suphi’ye saldırdığı zaman kimse kendisine cevap vermedi ya, o zavallı gafil bunu kendi kahramanlığından yıldıklarına hamletti; bir saldırış daha yaptı. Nazım Hikmetof Yoldaş bu saldırışını da yalnız Peyami Safa’nın şahsına yapsaydı tabii yine kimse sesini çıkarmayacaktı. Çünkü onun fikirleri gibi Polon ve Mison karışık argosu ile, trak tiki taklarla, karmaca beyleriyle, karışık edebi soytarılıklarla, iğrenmeden okuyabilenleri eğlendiriyor, onlara hoşça vakit geçiriyordu. Fakat Nazım Hikmetof Yoldaş bu münakaşayı Türk milliyetperverliği üzerinde tepinmeğe yeltenmek için vesile yaptı ve Türkiye’nin en büyük adamlarından biri olan Namık Kemal’i aslan postu giymiş olmakla itham etti. Öyle sanıyorum ki, aslan postu giymiş olmakla kastettiği mana eşekliktir. Bu aslan postu giyen ve kendisini aslan diye satan eşeğin hikâyesine telmihen yapılmış, komünistlere yaraşır şekilde bayağı, Don Kişotça bir teşbihtir. Bir kere Namık Kemal aslan postu giymiş değildir. Namık Kemal aslanın ta kendisidir.
Evet, Namık Kemal aslandı, sırtlan değil. Çünkü mezarlarda yatan aslanlara değil, kanlı cellat gibi tepemizde yaşayan kızıl sultanlara saldırıyor, ağız dolusu küfrü onların suratına haykırıyordu. (…)”
Bibliyografya
- Göze, Ergun. Peyami Safa Nazım Hikmet Kavgası. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1995.
- Atsız, Hüseyin Nihâl. “Komünist Don Kişot’u Proleter – Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaşa”. Arkadaş Dergisi (1935).
- Fuat, Memet. “http://nazimhikmetran.biz/tartismalar2_2.html 26 Mart 2021”