Yavaş yavaş evlere doğru çekildiğimiz bu sonbahar günlerinde sürükleyici bir yol filmi ile karşınızdayız. Mystery Train, 1989 yapımı bir Jim Jarmusch filmi. Only Lovers Left Alive, Paterson, Coffee and Cigarettes gibi filmlere imza atan usta yönetmen filmlerinde müzik kullanımı ve hikaye anlatım üslubu ile öne çıkıyor. Gelin hep beraber filme bir göz atalım, filmin bizde uyandırdıklarına bakalım! Kendimizi uzun soluklu bir yolculukta gizem dolu hikayelerin peşinde bulalım!
Dikkat, yazının devamı film hakkında spoiler içermektedir!
Zaman ve Mekânın Ötesinde

Jun: Çok fazla uyuyorsun. Hayatının yarısını rüyalarında geçiriyorsun.
Mitzuko: Evet, ama uyumak harika. Ve öldüğünde, bir daha asla uyuyamazsın. Bu da artık rüya görmeyeceğin anlamına geliyor.
Açılış sekansında 80’lerin atmosferi yüzümüze üflüyor. Neon lacivert film künyesini izlerken karakterlerimizle tanışıyoruz. Kasetçalar kullanılan yıllardayız. Aynı kaset çalara takılmış iki ayrı kulaklık, ekran başında biz ama hepimizin duyduğu aynı: Elvis Presley’nin Mystery Train’i. Filmin ilham noktası da Elvis’e dayanıyor. Yolculuğumuz ise Memphis‘e. Jun (Masatoshi Nagase) ve Mitzuko (Yûki Kudô) Memphis’e vardıklarında filmin ilk bölümü başlıyor: Yokohoma’dan Uzakta. Amerikan toplumunun perdede gizlenen yanlarının ortaya çıktığı bu filmde cafcaflı paketlere sarılmış mutlu Amerikan Toplumu imajının çok dışındayız. Patti Smith‘in dizlerinden düşen kelimeleri izlercesine oturduğumuz yere gömülüyoruz.

Mitzuko: Jun, neden sadece kaldığımız odaların fotoğraflarını çekiyorsun da seyahat ederken dışarıda gördüklerimizi hiç çekmiyorsun?
Jun: Diğer şeyler hafızamda. Otel odaları ve havaalanları unutacağım şeyler.
Eski bir deftere alınmış çalakalem notlar gibi Kerouac‘ın ruhundan üflenmiş kadrajlarda buluyoruz kendimizi. Jarmusch’un klasik sinema açılarına deneysel yaklaşımı sahne geçişlerinde, plan sekanslarda kendini hissettiriyor. Mitzuko’nun, Elvis Buda’dır sözü bir su damlacığı gibi havada asılı kalıyor. Otelden ayrılışla Japonya’dan Amerika’ya olan yolculuğu geride bırakıyoruz.
Memphis’in Derinliklerinde

Luisa: Bazen en büyük aşk bile sadece bir hafta sürebilir.
A Ghost, 2. bölümümüz. Eşinin cenazesini almaya gelmiş İtalyan Luisa’nın (Nicoletta Braschi) uçağını kaçırmasıyla başlayan yolculuk tanımadığı bir kadın olan Amerikalı Dee Dee (Elizabeth Bracco) ile aynı otel odasını paylaşmasına uzanıyor. Kasabanın klişesine dönüşmüş Elvis’in hayaleti bu geceye eşlik ederken. Sıradan hayatların ve birbirinden farklı insanları aynı mekanda buluşturan hayatın spontaneliği gözümüze çarpıyor. Yasın ve yalnızlığın eşliğinde şehri deneyimlerken, tehlikenin sularında yüzüyoruz. Memphis’in tekinsiz olduğu kendini daha çok hissettiriyor.
Kesişen Hayatlar ve Duygular

Gece Görevlisi: Dostum, senin üzerinde bir lanet var.
Ayın dünyanın etrafında dönmesi kadar kesin.
Filmin 3. bölümü Lost in Space, tam bir ucuz roman tadında. Memphis’in gangsterları kapımızı çalıyor. Absürt bir cinayet sonrası kaçışa tanık oluyoruz. Kısa yol sohbetlerine eşlik eden isim yine aynı: Elvis Presley. Charlie (Steve Buscemi), Will (Winston Hoffman) ve Johhny (Joe Strummer) aracılığı ile yapılan Amerikan toplum yapısının ırkçılığa olan bakış açısının izdüşümü hikayenin toparlanma noktasına bizi taşıyor. Karakterler aracılığı ile kişiler arasındaki ufak bağlantıları görüyoruz. Küçük tesadüfler ağının büyüklüğüne şaşırırken kesişen hayatların ve duyguların farkına varıyoruz.
Mystery Train, yavaş temposuna rağmen seyirciyi kucaklayan yapısı ve güçlü diyalogları ile akıllara kazınıyor. Jarmusch imzası sigaralı sahnelerde kendini belli ediyor. Bu depresif, melankolik doku 35mm‘de ışıkla işleniyor. Film, Jarmusch’a Cannes‘ı getirirken bize de olmak istediğimiz, yanlışlıkla bulunduğumuz ve bulunmak zorunda kaldığımız mekanlar hakkında geçişken bir sorgulama kalıyor.
Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz:
IMDb: 7,5/10
Kaynakça
• IMDb, Mystery Train (1989), Erişim Tarihi: 08.09.2024, Web.
Kapak Görseli: MUBI


