150 yıldan fazla süredir Londra’nın kültürel dokusuna iz bırakan ve hâlâ da etkileyen Royal Albert Hall ya da uzun haliyle Royal Albert Hall of Arts and Sciences (Sanat ve Bilimler Salonu), yalnızca bir konser salonu değil aynı zamanda bir efsane. 1871 yılından bu yana yüzlerce müzisyene, tiyatroya ve partiye ev sahipliği yapan salon hâlâ ziyaretçilerini büyülüyor. Zarif klasik konserlerden enerjisi yüksek rock performanslarına kadar, bu görkemli yapı günümüzde de tarihe tanıklık etmekte.
Açılıştan Bugüne Royal Albert Hall

Yapımında 6 milyondan fazla tuğla kullanılan yapı, 1871 yılında Kraliçe Viktorya’nın eşi Prens Albert’ın bina tamamlanmadan ölmesiyle, Kraliçe’nin isteği üzerine binaya prensin ismi verildi. En başta ‘Central Hall‘ ismiyle açılması planlanan salon, sanat ve bilime ilgisiyle tanınan Prens Albert’ın anlayışını ve zevkini ölümü sonrası yaşatmak amacıyla ona ithaf edildi. Salonun açılışında konuşma yapması beklenen Kraliçe Viktorya’nın duygulanmasıyla, bu görevi Galler Prensi devralarak salonu resmi olarak açtı.
Tamamlanması dört yıl süren bina, şu anda yer aldığı Londra’da inşa edilse de kubbe şeklindeki çatısı Manchester’da yapıldı. Parçalara ayrılarak trenle Londra’ya getirilen çatı, Londra’da tekrar birleştirilerek binaya eklendi. Çatı ilk kez eklendiğinde, salonu bir milimetre kadar çökertti.
Royal Albert Hall, 150 yıldan uzun süredir konserlere, performanslara ev sahipliği yaparken aynı zamanda sekiz hafta süren BBC Proms isimli İngiltere’nin köklü festivaline de ev sahipliği yapmakta.
Royal Albert Hall’da Dünyanın İlkleri

Royal Albert Hall sadece müzik ve performanslara ev sahipliği yapmakla kalmadı, aynı zamanda dünyanın birçok ilkine de tanıklık etti.
İlk yıllarında tanıklık ettiği etkinliklerden biri; 1901 yılının Eylül ayında gerçekleşen dünyanın ilk vücüt geliştirme yarışması. Yarışmacılar leopar derisi gibi birçok kıyafetle poz verdi ve Sherlock Holmes’un yaratıcısı olarak tanıdığımız yazar Arthur Conan Doyle tarafından değerlendirildiler. Salonda yer alan bir başka spor ilki ise 1909 yılında düzenlenen kapalı maraton. Oditoryumda 524 tur atıldı ve 2,000 seyircinin sıkılmaması için askeri bando eşliğinde eğlence düzenlendi.
Müzik anlamında ilklere baktığımızda 1929 yılına gidiyoruz. Salon, en geç baş sanatçı ünvanını alan 13 yaşındaki kemanist Yehudi Menuhin’e ev sahipliği yaptı. Müzik ilklerine en genç orkestra şefi olan Willy Ferro ve en yaşlı baş sanatçı ünvanını alan Charles Aznavour’u da ekleyebiliriz.
Salonu Efsane Yapan Ses

Salonda performans sergilemek müzisyenler için büyük bir hedef ve statü olmanın yanı sıra teknik ve müzikal açıdan da bir keyif sunuyor. Bunun sebeplerinden bir tanesi salonda bulunan borulu org. Voice of Jupiter (Jüpiter’in Sesi) olarak bilinen bu enstrüman, 21 metre uzunluğunda, 20 metre genişlikte ve 150 ton ağırlığında. 9,999 borudan oluşan enstrüman, Birleşik Krallık’taki ikinci en büyük borulu org ünvanını taşımakta.
Yıllardır Pink Floyd’dan Muse‘a birçok müzisyen tarafından kullanılmasının yanı sıra aynı zamanda Disney filmi Tron’un soundtrackinde de kullanıldı.
Efsanevi ve İkonik Performanslar

Royal Albert Hall, büyüleyici mimarisi ve tarihiyle ziyaretçilerini her geçen gün etkilemeye devam ediyor. Fakat salonda yapılan çeşitli konserler olmadan Royal Albert Hall’u düşünmek imkansız. Tanıklık ettiği tüm konserlerin ayrı yeri olsa da bazıları hem tarih açısından hem de seyirci zevki açısından özel bir yer taşıyor.
1. The Titanic Band Memorial Concert (1912)

Atlantik Okyanusu’nda batışından beş hafta sonra, Royal Albert Hall’da Titanik için bir anma konseri düzenlendi. Bu özel gecede, başta hayatını kaybeden ve son nefeslerine kadar çalmaya devam eden sekiz müzisyen olmak üzere, kazada yaşamını yitiren 1514 kişi anıldı. Konser, yalnızca bir müzik etkinliği değil aynı zamanda büyük bir dayanışma ve yastı.
470’den fazla müzisyenin katılımıyla gerçekleştirilen bu konser, büyük yankı uyandırdı ve “şimdiye kadar bir araya gelmiş en büyük profesyonel orkestra” olarak tarihe geçti. Royal Albert Hall’un ihtişamlı sahnesi yalnızca müziğe değil tarihe geçmiş bir trajediye de ev sahipliği yaptı. Yedi orkestra şefi tarafından yönetilen konserde, Londra Senfoni Orkestrası başta olmak üzere yedi farklı orkestranın müzisyenleri yer aldı.
2. The Great Pop Prom (1963)

Günümüze kadar gelmiş, sekiz haftalık bir müzik festivali olan BBC Prom Festivali, 1963 yılında The Beatles ve The Rolling Stones gibi İngiltere’nin çıkardığı en önemli müzisyenlere ev sahipliği yaptı.
Müzik tarihinin önemli dönemlerinden Beatlemania’nın başlarında gerçekleşen konser, grupların uzun yıllar sürecek başarılı kariyerlerinin de önünü açtı. The Beatles grubu üyesi Paul McCartney konser için duygularını şöyle ifade etti; “Rolling Stones’la birlikte şöyle düşünüyorduk: ‘İşte bu – Londra. Albert Hall.’ Kendimizi tanrılar gibi hissettik.” McCartney, aslında sadece kariyerleri hakkında değil, aynı zamanda salonun müzisyenler ve İngiltere için önemini de vurguluyordu.
3. Pink Floyd (1969)

Grubun The Final Lunacy (Son Delilik) olarak anılan konseri, bir süreliğine salondan yasaklanmalarına sebep olarak, salonun unutulmaz performansları arasına girdi. “Work” isimli şarkıları sırasında, grubun üyelerinden Rick Wright sahnede çekiçler, testereler ve tahta levhalarla bir masa yaptı. Ardından goril kostümlü bir adam oditoryumu bastı. Ancak grup bunlarla yetinmedi; son olarak iki top atıldı ve pembe bir duman bombası patlatıldı. Albert Hall’un alışılmış konserlerinden çok daha farklı olan bu performans, hedef kitlesini eğlendirirken salonun daimi seyircilerini pek de mutlu etmedi.
Bu konserin ardından Pink Floyd’un salonda sahne alması yasaklandı. Konserin sonuçları bununla da sınırlı kalmadı; 1972 yılında tüm pop ve rock konserleri yasaklanması kararı alındı. Tabii ki bu karar çok uzun sürmedi ve Pink Floyd yeniden Royal Albert Hall sahnesine döndü.
4. David Bowie ve David Gilmour (2006)

Efsanevi şarkıcı David Bowie’nin, David Gilmoure’a eşlik ettiği konser her zamanki gibi etkileyiciydi; ancak bu performans, Bowie’nin diğer konserlerinden farklı bir anlam taşıyordu. Daha önce hiç Royal Albert Hall’da sahne almamış olan sanatçı, bu konserle hem kariyerindeki bir ilki gerçekleştirmiş hem de sahne hayatına sessizce veda etmişti.
Bowie, Pink Floyd’un gitaristi David Gilmour’a sahnede eşlik etti ve beraber Arnold Layne ve “Comfortably Numb” isimli parçaları söylediler.
İkonik Royal Albert Hall sahnesi, müzik tarihine damga vurmuş bir sanatçının seyirci karşısındaki son anlarına ev sahipliği yaparken bir efsanenin vedasına da tanık oldu.
5. Adele (2011)

Daha sonra BBC’de yayımlanan bu performans, sadece Adele’in değil, aynı zamanda Royal Albert Hall’un da en unutulmaz konserleri arasında yer aldı. 21 isimli albümünün yayımlandığı 2011 yılında verdiği bu özel konser, güçlü sesi ve sahne hakimiyetiyle seyircilere duygusal bir yolculuk yaşattı.
Özellikle sosyal medya platformlarında tekrar tekrar paylaşılan “Someone Like You” performansıyla, sadece seyircilere derin duygular yaşatmakla kalmadı; gözyaşlarını tutamayan Adele, sahnedeki samimiyetin gerçekliğini de gösterdi. Konserinde gösterdiği başarı ile Adele, Royal Albert Hall Walk of Fame’inde kendine yıldız edindi ve yıldızı olan en genç sanatçı olarak tarihe geçti.
Kaynakça