Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa’nın Ateşkesten Meclisin Açılmasına Kadar Geçen Süre İçindeki Siyasi̇ Durum Hakkındaki Meclis Konuşmaları
24 Nisan 1920
Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’daki konuşmasına “Sayın milletvekilleri!” sözleriyle başladı. Anlatmak üzere olduğu konuların birkaç bölüme ayrılabileceğini söyledi.
Birinci bölüm, Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir.
İkinci bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde İstanbul’un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine almaktadır.
Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır.
Açıklamalarının belgelere dayanacağını ancak birinci dönem ile ilgili açıklamalarının biraz şahsi olacağını ekledi.
Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul’un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır.
İşte bu sırada, Anadolu’ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak ordu müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’u terk ettim, Samsun’da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.
Ülkemizin dört bir yanında millet ve vatan haklarını korumak için kurulan dernekleri tanımlarken “Düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.” sözlerini kullandı.
Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti.
Bu sırada sözleri alkışlarla kesildi. Yayınladığı genelgenin son cümlesinden alıntı yaparak millete verdiği kesin sözü tekrarladı.
Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm.
İzmir ve Aydın’daki iz bırakan facialardan ve bu iz bırakan faciaların etkisiyle milletin uyanmış olduğuna değindi. Ulusun düşüncelerin geçici olarak yatışması adına Sadrazam Paşa’nın Paris’e davet edildiğinden bahsetti.
Ferit Paşanın başkanlığı altında giden heyete milletin güveni olmadı, ben de şahsen milletin bu haklı şüphesine katıldım.
Millet, giden heyetin programının açıklanmasını istiyordu. Bu sırada Mustafa Kemal Atatürk Harbiye Nazırından bir telgraf aldı: «Yüksek emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya gelmeniz rica olunur.»
Bu davetin amacını ve içyüzünü anlayamamış, açıklama istemişti. 11 Haziran 1919’da aldığı cevapta kıymetli bir generalin Anadolu’daki gezisinin kamuoyunda iyi bir etki yapmayacağı düşünülerek İngilizlerin beni istediği bildirilmişti. Bu gerçeği öğrendikten sonra Padişah’a fikirlerini izah etti.
… ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı ve bölünme tehlikesi karşısında ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığını şan ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. … Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına bağlı ve bu uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın, yüce saltanat haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman olanlarla işbirliği yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi. Bundan dolayı bendeniz Malta’ya gitmek veya en azından iş görmez duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında bırakıldım ve doğal olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam gönül rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu’da ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla sürdüreceğim. Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanızı rica ederim.
Ülkenin durumunu göz önünde tutarak, bağımsız milli bir kurulun oluşturulmasını gerekli gördü. İlgili kişilerle yaptığı görüşmelerde Sivas’ta genel bir milli kongrenin toplanması kararlaştırıldı.
Ferit Paşayla olan görüşmesinde söylediklerinden bazıları şunlardı:
Bendenizin vatan ve milletin kurtuluşuna hizmet etmekten başka bir amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin sınırları içindeki çalışma ve hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, itilâf devletleri temsilcilerinin şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım dedikodulardan kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu ve düşünlerimle tanıyan Padişahın yüce buyrukları ile hükümet emrinde çalışacağıma inanmış bulunan yüksek şahsınız tarafından verilecek açıklama ve güvence ile düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine eminim.
“Bendenize gelince; Çok yanlış ve hatalı anlayış içinde bulunulduğunu görüyorum.” diyerek devam etti konuşmasına.
Bu gün vatanımızda bir millet kudreti varsa, bu akım, felâketler sonucu uyanan milletin kalp ve düşünce gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak buna uyuyorum. Benim buradan çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve özellikle çok tehlikelidir. Bendenizin korunması hakkında Dışişleri Bakan vekili beyefendi tarafından İngilizler’den güvence alındığı söylenmektedir. Buna çok hayret ettim. Çünkü devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir şekilde imzaladıkları ateşkes hükümlerini korumaya bile asla uymayarak alabildiğine saldırılarda bulunan ve pek çok onur kırıcı durumlara neden olan İngilizlerin bu güvencesine inanmak pek saflık olur. Yalnız tam anlamı ile inanılmasını isterim ki, eğer memleketin kurtuluş ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız ve geleceğim hakkında hiç bir ümit ve amaç beslemeyi aklıma getirmeden, benliğimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı.
Gürültülü alkışlarla ara verdi.
Şunu eklemek isterim ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz karşı tarafça anlaşılamamış olmasındandır.
Padişah Başkâtibi Ali Fuat’tan aldığı, hemen İstanbul’a dönmesi gerektiğinin yazdığı telgrafa cevabı şu oldu:
7 Temmuz 1919 Erzurum
Bendenizin çalışına ve faaliyetlerinin İngilizlerce vatan savunması olarak değil, başka bir şekilde yorumlanması nedeniyle yüce hükümetlerinin ağır baskı altında tutulduğu yazılıyor ve bildiriliyor. Yüce Hükümetiniz ve yüce Saltanat başkentinizin ne gibi baskı ve üzücü şartlar altında bulunduğu gerek benim tarafımdan ve gerekse bütün asil milletimizce tam anlamıyla ve her yönüyle bilinmekte olup bu baskı ve denetimin giderek daha da artması durumunda özellikle büyük sadakatle ve aşırı derecede bağlı bulunduğum müşfik ve yüce amaçlar taşıyan yüreğinizin sıkıntıya düşmesine hiçbir şekilde razı olamayacağım için, yalnız memuriyetime değil, bütün şan ve şerefini, vatan ve milletimin ve kutsal yüce makamınızın feyiz ve asalet nurundan alan ve pek çok sevdiğim kutsal askerlik yaşamıma da veda ederek özveride bulunduğumu arz etmek isterim.
Yüce saltanat ve hilâfet makamınızın ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu ve sadık bir kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim. Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne bildirdim. Onurlu padişaha sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü kötülükten korumasını Cenabı Hak’tan dilerim. Yüce bilgilerinize sunarım.
Birinci dönem ile ilgili açıklamaları bittiğinde kısa bir ara verildi.
Kalabalığa “Efendiler!” diye seslenerek konuşmasının devamını getirdi.
10 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan ve Doğu Anadolu illerini kapsayan milli kongrenin şartlarını yeniden hatırlattı.
Erzurum kongresinin koyduğu şartlardan birincisi; I. Dünya Savaşının genel durumu gereğince, düşmüş olduğumuz yenilgi nedeniyle vatanımızın birçok önemli bölümü düşmanlarımızın istilâsı altına girmişti. Millet, bütün isteklerinde maddi ve gerçekçi düşünmek ve ancak kuvvet ve gücüyle sağlayacağı durumlarda kendine yeni bir sınır çizmek üzere idi. İşte kongre bu sınırı çizmiştir. Bu milli sınırın dostlukla korunması için demiştir ki: Ateşkes antlaşmasının imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen hudut, sınırımız olacaktır. Vatanımızın sınırı olacak bu hududu, sanırım, ayrıntılarıyla bilmeyen arkadaşlarımız vardır.
“Efendiler!” dedi yeniden.
Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Milli sınır, olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır içinde İslam ögesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer İslam öğeleri vardır. işte bu sınır karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam anlamı ile birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır.
…
Yine Erzurum Kongresi’nin milli esaslarından birisi, efendiler, işte bu milli sınır içindeki yönetimin milli egemenlik esaslarına dayanmasıdır.
Kongrenin koyduğu kuralla aynı sınır içinde yaşayan insanlar aynı kanuni haklara sahip olacaktı. Yine en önemli kurallardan birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığıydı.
Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir.
Önce Ferit Paşa’ya ve sonra da padişaha başvurulduğunu arz ettiğini; Ferit Paşa’ya güvensizliklerini ve başvurularında kendisine güvenmemekte olduklarını söylediklerini anlattı. Ferit Paşa Kabinesi’nin yerine milletin amaçlarına uygun ve güvenine sahip bir hükümetin iktidara getirilmesini konuştu.
Bu arzımız Ferit Paşa’nın yolu kapaması ile padişahın bilgisine sunulamamıştır. Bundan sonra Ferit Paşa’ya dedik ki, bizi bu konuyu sunmakta serbest bırakmazsanız o zaman millet, davranışlarında kendini hür ve bağımsız saymakta haklı olacaktır. Cevap vermediler. Bağımsızlık kendiliğinden tanınmış oldu.
Millet olarak güvenliğe sahip olmadan atılmış hiçbir adımın uygun görülmediğini belirtti.
Milletin vicdanından doğmuş ve bütün itilâf devletlerince meşruluğu ve kudreti tanınmış olan milli kuruluşumuzun, hükümetin yardımcısı olacağı ve bu şekilde hükümetin millet ve memleketin geleceği hakkında barış konferansında meydana gelecek girişimlerinin daha güvenilir ve etkili olacağı tabiidir.
Kurullarının, bakanlar kuruluyla görüşmelerde bulunabilmesi için, hükümetin milli kuruluşlarına iyi niyet göstereceğini açık ve kesin bir dille söylemelerini istedi.
Kurulumuz ile hükümetimiz arasında karşılıklı güven ve samimiyet bulunup bulunmadığı kuşkusu doğacak ve sonuç olarak bu da uyumsuz davranış ve girişimlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Devletin birliğini bozanın heyetleri olmadığı söyledi.
Bundan önceki hükümetin bozduğunu söylemeye gerek görmediğimi arz ederim.
Savaşa sebep olanlara ve yapılması gerekenlere geçti.
Savaş sırasındaki kötü yönetimlerin açığa çıkarılıp cezalandırılması, vatanımızda sorumluluğun büyük ve küçük her kişiye dağıtılması ve kanun uygulamalarının tarafsız ve yüce adalete uygun olarak yürütülmesini sağlamak en büyük dileğimizdir. Fakat biz bunun, birçok tartışmalara neden olan kâğıt üzerinde, reklam şeklinde yayımlanmasından çok, fiilen uygulama ile yabancı dostlarımıza gösterilmesini uygun ve yararlı görüyoruz.
Seçim hakkındaki görüşleri bildiri ile yayınladıklarını, bu konuda başka soruları varsa bildirilmesini rica etti.
Milli Meclisin İstanbul’da tamamen güvenlik içinde ve bağımsız olarak görev yapabilmesi gereklidir. Bu günkü şartlara göre bunun ne dereceye kadar sağlanabileceği ayrıntılarıyla düşünüldü. İstanbul’un yabancıların işgali altında bulunması nedeniyle milletvekillerinin yasama görevlerini gerekli şekilde yapmalarına pek uygun olamayacağı görüşü ortaya çıktı.
Basın, itilaf devletlerinin denetimi altındaydı. Kişisel hukuk ve sosyal durumlar bunların baskısı altındaydı. Kabine üyelerine varıncaya kadar giren ve çıkan herkes yabancılar tarafından inceleme ve denetim altında bulunmaktaydı.
Tam anlamı ile saltanat başkenti ve hilâfetimiz kuşatma altında olup bağımsızlığımız burada manen ve fiilen yürürlükte değildir.
Kurullarının verdiği sözü tutan kişilerden oluştuğuna güven duyulmasını istedi. Anlaşma yapıldığı gün, bunu destekleyeceklerine ve yardım edeceklerine söz verdiklerini, durumu bütün millete bildirdiklerini hatırlattı.
Aradan yirmi beş gün geçti. Bu süre sırasında bütün çalışma ve davranışlarımızla hükümet görevlerini kolaylaştırmaya, hükümet kuvvetlerini yüceltmeye çalışıyoruz. Buna karşılık kabinenin hâlâ özel tasarımızdan kuşku duyması ve uygulamalar için adım atmamış bulunması, üzüntülerimize sebep olmaktadır. Milli kuruluşumuzun amacının kanunlara uygunluğunu kabul ederek, gereğine uyularak yönetilmesini üstlenen hükümetin, kuruluşumuzu lağvedeceğini ve tüzüğünde açıkça belirtilen temsil heyetimizin şimdiki çalışma düzeninin değiştirilmesini isteyeceğini tabii ki aklımızdan geçirmiyoruz. Bu durumda nasıl direnme ve yardım istenebilir? Bu kanunun açıklığa kavuşturulmasını rica ederiz.
Meclis-i Mebusanda bir grup kurmak gerektiği düşünülmüştü. Milletvekillerinin genel kurulu dayanışma içinde bulunmazsa hiçbir amacın savunulması mümkün değildi.
Yine burada görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı ve görünümüyle Kuvay-i Milliye’ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir. Milletin gücüne dayanmayan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde güvenilir kişiler olamaz.
23 Mart 1920’de Ali Rıza Paşa Kabinesi istifa etmişti. Padişahlık makamına ve Meclis-i Mebusan’a, Anadolu’nun dört yanından protesto telgrafları çekilmişti.
Bütün millet bu durum karşısında, milletvekillerinin güvenine sahip olan Ali Rıza Paşa Kabinesinin istifasını ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde pek az görülen bir birlik ve coşku ile protesto etti.
İstanbul’un işgali, Osmanlı devletinin egemenliğini kökünden kaldırmak ve milletin esir alınmasını amaçlamıştı. İstanbul’da doğrudan doğruya Devlet kuvvetlerine el konulmuştu. Meclis-i Mebusan zorla susturulmuştu, yasama kudreti bulunmamaktaydı.
Devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun Anayasasında, yargı yetkisi bağımsızlığın önemi, açıklama istemeyen bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi, bağımsızlıklarının birinci şartıdır. Yargı yetkisi bağımsız olmayan bir milletin devlet oluşu kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından yüzlerce kişinin hiçbir kanuni suçları olmamasına karşılık sanık sayılarak tutuklanmalarına devam edilmesi, itilâf devletlerinin görüşüne aykırı söz söylenmesi bile suç sayılarak, Orta Çağ davranışları içinde onlara karşı saldırıda bulunulması yargı yetkisinin kaldırıldığını göstermektedir.
Konuşmasının sonlarına doğru anayasal durumun neden olduğu zorunluluk dolayısıyla ve milli egemenliğin sağlanması amacıyla Büyük Meclisi olağanüstü yetki ile toplandığını belirtti. Kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermekteydi.
İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.
Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir.
Kalabalıktan alkışlar ve amin nidaları yükselmişti.
Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 1. dönem 1. yasama yılı açılış konuşması bu sözlerle son buldu.
TBMM Kütüphane Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü’nce hazırlanan Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisini Açış Konuşmaları adlı yayın kaynak alınmıştır.