1. Hayat, gençliğin belki dağları ile ihtiyarlığın keşke dağları arasında açılan intihar teşebbüslü bir uçurumdu. (sf: 5)
2. Aşk duyguların provokasyonuydu. (sf:11)
3. Mutluluğun ensesine endişelerimiz yapışıyordu. (sf:13)
4. Hayat birbirine bağlanan ve ancak ölümle kesilen köprüler mimarisiydi. Tıpkı sırat köprüsünde olduğu gibi bu köprülerin birinden düşmek toplum için ölüm demekti. (sf:17)
5. Hayat insanın çocuklara dokunabildiği günlerin toplamıydı. (sf:27)
6. İnsan kendini anlamak için felsefeyi, kendini anlatmak için edebiyatı buldu. Ancak ne olduysa oldu ve birden hasreti bulup kendini unuttu. Çünkü bu duyguya ne şiirler ne anlamlar ne toplamlar ne ispatlar ne şehirler ne de gerçekler yetebildi. (sf:60)
7. İnsan anlatamadığı herşeyin kölesidir. Bu yüzden Sait Faik yalnızlığının, Peyami Safa deliliğinin, Nazım Hikmet sevdalarının, Oğuz Atay düşlerinin, Sabahattin Ali merhametinin, Turgut Uyar gökyüzünün, Cemal Süreya ise kuşların kölesi olmuştur. (sf:61)
8. Hayat, duvarları anlatamadıklarımızla örülü tımarhanenin penceresinden dünyayı seyredişimizdir. (sf:61)
9. Lütfen erkek çocuklarımızın eline oyuncak silah yerine kitap, kız çocuklarımızın eline de oyuncak bebek yerine bir müzik aleti verelim. Düşman olmamayı, özgürlüğü ve anlayışı öğretelim. (sf:61)
10. Herkes Kafka ile Milena’nın aşkını bilir. Buna karşın çok az kişi Kafka’nın pespaye bir otel odasında kalp yetmezliğinden, Milena’nın ise Nazi kampında böbrek yetmezliğinden öldüğünü bilir. Ölüm hikayelerini ilk okuduğumda herşeyi bir kenara bırakarak ikisini de ortaklaştıran ‘yetmezlik’ üzerine yapmıştım ilk tespitimi. ‘Yetmezlik’ dedim. Belki de aşk budur. Belki de aşk bir ‘an yetmezliğidir.’ Belki de aşk bir ‘yetmemezlik endişesi’, bir ‘yetinememezlik arzusudur.’ (sf:64)