Tüm dünyada barışın olduğu, tüm aç insanların doyduğu, küresel sorunlarla mücadele etmediğimiz bir dünyanın hayalini gelecek için hep kurarız. Herkes mutlu olsun, plastik tüketimi azalsın ya da şiddet son bulsun isteriz. Yani kısacası kendi ütopik evrenimizi yaratırız ve bunun hayal olduğunu da biliriz. Fakat bu kusursuz evrenin aksine yüzümüze tokat gibi çarpan katı kurallarıyla, sınırlı haklarıyla ve yasaklanan düşünceleriyle oluşturulan karşıt bir evren vardır: Distopya.
Bu evren yaşamak istemeyeceğimiz bir dünyadır. Özgürlükler sınırlıdır. Davranışlarınızın hatta duygularınızın bile sınırları başkaları tarafından çizilmiştir. Yönetim ve toplum baskıcıdır. Ütopyadaki “Keşke burada yaşasam!” düşüncesi distopyada adeta “Böyle hayat mı olur?” düşüncesiyle yer değiştirir.
Hayatın gerçekliğinden uzaklaşıp bu ürkütücü dünyaların kapılarını aralamak ve farklı distopik evrenleri keşfetmek isteyen okurlarımız için distopik kitaplar listesi hazırladık.
İyi okumalar dileriz!
1. 1984 – George Orwell
Geleceğe karşı kabus gibi bir öngörü olan bu Orwell kitabı hemen herkesi içine çekmeyi başarıyor. Kitapta bahsedilen dünyanın oldukça farklı kurallarının olması bu kitabı, yazarın en çok okunan kitaplarından biri haline getiriyor. Baskıcı ve antisosyalist bir rejimde yaşayan insanları anlatan 1984’ü okurken adeta kendi dünyamıza şükrediyoruz.
2. Fahrenheit 451 – Ray Bradbury
Kitap okumanın yasak olduğu, okuyanın cezalandırıldığı ve mevcut tüm kitapların yakılarak yok edildiği bir dünya düşünün. Düşünmeyen, sorgulamayan, sormayan bir toplum yaratma amacında olan bir düzeni anlatan tek solukta bitirebileceğiniz bu kitap, oldukça sürükleyici olmakla beraber insanın içine bir miktar korku da salıyor.
3. Otomatik Portakal – Anthony Burgess
Diğer kitapların aksine baskıcı rejimden ziyade bu evrende son derece özgürlük hakim. İnsanlar o kadar özgür ki, herkes istediğince şiddet uygulayabiliyor, yakıp yıkabiliyor ve polis kuvvetleri hiçbir müdahalede bulunmuyor. Çünkü hiçbir şey yasak değil.
Burgess bu kitapta özgürlüğün, başka birinin özgürlüğünü kısıtladığı yerde bittiğini mükemmel bir şekilde anlatmış ve distopya türünün önde gelen eserlerinden birini ortaya çıkarmıştır.
4. Azrail Koşuyor – Stephen King
Ölüme Karşı Koşan adıyla sinemaya da uyarlanan bu Stephen King kitabı, kapitalizmin doruk noktasına ulaştığı ve insanların paraya tapar duruma geldiği bir Amerika’nın öngörüsünü anlatıyor. Günümüz dünyasıyla benzer özelliklere sahip olması yönüyle okuyucuyu biraz ürkütse de, kitap kendini okuyucuya sevdirmeyi başarıyor.
5. Zaman Makinesi – H.G.Wells
Bu kitap 802701 yılında geçiyor. Evet yanlış duymadınız! Bilim kurgu klasiklerinden olan Zaman Makinesi, belki hiç gelmeyecek olan ve günümüze oldukça uzak bir tarihi anlatmasıyla da ilgiyi üzerine çekmeyi başarıyor. Bu yılda teknoloji gelebileceği en uç noktada olmasına rağmen sanıldığı kadar da iyi bir gelecek vaad etmiyor. İnsanlık yok olup yeni bir tür ortaya çıkıyor ve serüven başlıyor.
6. Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley
Huxley, Cesur Yeni Dünya‘da insanlarda üremenin olmadığı bir dünya kaleme alıyor. Annelik, babalık gibi kavramlar ayıp olarak kabul ediliyor. Eğitim uyku esnasında veriliyor. Daha ürkütücü olanı ise bu dünyadaki herkesin sahip olduğu tek duygu mutluluk. Çok okunan bilim kurgu klasiklerinde yerini alan bu kitap, başarısıyla yıllardır kendini unutturmuyor.
7. Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret Atwood
“Damızlık kız” tamlamasıyla zihinlerde olumsuz bir şekil çizerek, distopya türünde bir eser olduğunu anlayabiliyoruz adeta. Radyasyon ya da kısırlık gibi etkilerden ötürü doğurganlığın ve nüfusun oldukça azalmasıyla, kadınlara sadece üreme rolünü yükleyen ve bu rolü kabul etmeyen kadınların ağır cezalara mahkum olduğu bir dünya kaleme alınıyor. “Feminizmin aksi bir durum olsaydı ne olurdu?” düşüncesiyle yola çıkılarak yazılan bu eser, feminizm yönüyle de ön planda olup birçok kişinin ilgisini çekmeyi başarıyor.
8. Körlük – Jose Saramago
1998 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü ile ünü daha da artan yazar Saramago‘nun en bilindik eseri olan Körlük, distopya türünde bir eser olarak öne çıkıyor. Bir aramın arabasında otururken birdenbire kör olmasıyla başlayan bu roman, körlüğü bir metafor olarak kullanıp insani değerlerin ve ahlak kavramının nasıl yok olabildiğini okuyucusuna gösteriyor. Saramago, bulaşıcı olan körlük durumunun yayılmasıyla başlayan maceraları kaleme alırken insanları isimleriyle değil de sıfatları ile anlatması da eserin dikkat çeken yönlerinden biri oluyor.