Polonya’nın Warta şehrinde doğan ve 20. yüzyılın Michelangelo’su olarak bilinen heykeltıraş Stanisław Szukalski‘nin hayatının ve eserlerinin, hem onun hem de onu son zamanlarında tanıyan sanatçılar tarafından anlatıldığı bir belgesel Mücadele. 2018 yapımı bu belgeselin yönetmenliğini Irek Dobrowolski üstlenirken yapımcıları arasında Leonardo DiCaprio ve babası George DiCaprio bulunmakta. Belgeselin içinde ünlü sanat koleksiyoneri Glenn Bray tarafından çekilmiş Szukalski’nin kendinden ve eserlerinden bahsettiği bir çok kaydı bulunmakta. İzlerken Glenn Bary’nin şans eseri bir kitapçıda rasladığı bu isim için neden “Szukalski hayatımın dahisiydi.” dediğini anladığımız bu belgesel geçtiğimiz yüzyılın en çalkantılı isimlerinden birini katman katman anlatıyor.

Çocukluk ve Genç Yaşta Akademi
Çocukluğundan beri heykeller yapıp hoşlandığı kızlara hediye etmeyi seven Szukalski, karşılığında aldığı teşekkür ve ilgi nedeniyle heykeltıraş olmaya küçük yaşta karar verir ve ailesiyle göç ettiği Şikago’da 13 yaşında Şikago Sanat Akademisi‘ne katılır. Bundan bir sene sonra gittiği Kraków Güzel Sanatlar Akademisi ise asla akademide kalamayacağının kanıtı olacak yıllardır. Sonrasında ise sanatçı üç senenin ardından ABD’ye döner. Burada kısa zamanda çok etkin bir sanatçı haline gelir ve Şikago Rönesansı’na (Chicago Renaissance) büyük katkı sağlar.

Milliyetçi Bir Sanatçı
Szukalski her ne kadar zamanının çoğunu Amerika’da geçirmiş olsa da her zaman Polonya’ya, evi olarak gördüğü yere dönme isteği duyar. 2. Dünya Savaşı öncesindeyse Polonya tarafından beklediği kucaklamaya sahiptir. O dönemde yaşayan en önemli Polonyalı sanatçı olarak görülen Szukalski’ye devlet büyük bir atölye verir. Szukalski Ulusal Müzesi olarak anılan bu yerde sanatçı çok önemli eserler verir. Bu dönem heykeltıraş için çok üretken ve görece mutlu olduğu dönemlerdir. Uzun zaman yaşadığı yoksulluktan sonra devletin bu yardımıyla tüm eserlerini Amerika’dan getirmiş ve devasa heykeller üzerinde çalışma imkanı olmuştu.

Sağ ideolojilerin, ırkçılığın ve antisemitizmin popüler düşünceler olduğu 1930’lu yılların ortaları çoğu Avrupa milletlerinin de kendi değerlerine sıkı sıkıya tutunduğu dönemlerdi. Polonya’nın Szukalski’yi bu denli benimsemesinin bir nedeni de hayranlık uyandıran eserlerinin yanı sıra buydu denilebilir. Szukalski de bu dönemin genel düşünce dünyasına kapılmış, yaygın ideolojileri yaymakla uğraşmıştır. Antisemitik ifadelerinin yanı sıra Polonya’nın güçlü bir tarihi olduğuna dikkat çekmiş ve kurtuluşu kendilerinde görmeleri gerektiğini vugulamıştır. Bu dönemden en ünlü eserleri arasında devlet binaları için yaptığı işler ve Cesur Bolesław diye bilinen Polonya’nın ilk kralı I. Bolesław Chrobry heykeli bulunmaktadır.

Tüm Yıkıcılığıyla 2. Dünya Savaşı
Polonya’da kendi atölyesinde rahatça eserlerini verdiği bu dönem pek uzun sürmez. 1939’un eylül ayında Almanya tarafından başlatılan ve Nazilerin istalasıyla sonuçlanan Varşova Kuşatması Polonya’nın ve Szukalski’nin kaderini değiştirir.
İlk bombardımanlardan birinde atölyesine denk gelen bomba yüzünden neredeyse tüm eserleri yok olur ve geriye kalan parçalar da ya kaybolur ya da Nazi güçleri tarafından yok edilmiştir. O sırada atölyesinde olan ve Bolesław heykelinin üstünü örtmeye çalışan Szukalski, devasa heykelin parçaları arasında iki gün boyunca yardım bekler. Bu olaydan sonra yalnızca iki bavulla Amerika’ya dönen sanatçı, eşiyle birlikte Kaliforniya’ya yerleşir. Bu yıllarda Amerika’da kimse onun bir ulusal kahraman olduğundan haberdar değildir. Yok olan eserlerinin, stüdyosunun ve harabeye dönmüş ülkesinin durumu onun için çok sarsıcı olur ve geri döndüğü Amerika’da geçinebilmek için filmlerde kullanılmak üzere manzara ve arka planlar yapmaya başlar. 40 yıl sonrak bir röportaj esnasında bu dönemi kast ederek “Çok büyük başarısızlığa uğradım. 40 yıldır heykeltıraş değilim.” demiştir.

Ulusal Kimliğin Sonu
İlerleyen yaşarında Szukalski hem antisemitizmden hem de milliyetçilikten uzaklaşır. Sınırlara inanmayan, dünya vatandaşlığını destekleyen biri haline gelen Szukalski çalışmalarını farklı bir aşamaya taşır. Artık yeni bir derdi vardır: Tüm kültürlerin ilk ve ortak ögesini bulmak ve böylelikle tüm insanlığın bir olduğunu kanıtlamak. Bu uğurda sayısız kaynak incelemesi yapan ve çöpte bulduğu dergileri dahi inceleyen Szukalski, aradığı cevabı bulmuştur. Geri kalan hayatını ise fikirlerini yazmak ve birileri tarafından keşfedilmek için geçirir.

Zermatizm
Szukalski’nin insanlık tarihini yeniden yazma gibi bir planı vardı ve fikirlerinin antropolojiyi, astronomiyi ve zoolojiyi değiştireceğine inanıyordu.
Zermatizm adını verdiği bu sözdebilim tarih düşüncesi onun deyimiyle insanlığın en büyük başarısıydı. 40,000’den fazla illüstrasyonunu barındıran 54 cilt halinde açıkladığı Zermatizmin temelinde insanlığın Yetinsini tarafından kontrol edildiği fikri vardı. Yeti’nin oğulları büyük maymunların insan ırkının en güzel kadınlarına tecavüz etmesiyle ortaya çıkmış bir orta ırktı. Szukalski’ye göre bu insanlar suçlu sınıfını oluşturan kişilerdi ve Nazilerin ya da komünistlerin bu ırktan olduğuna inanıyordu. Zaman geçtikçe Protong isimli bir dil keşfettiğini ve bu dilin insanlığın tek dili olduğunu savundu. Ayrıca Şili’ye bağlı olan Paskalya Adası‘nın, insanlığın anavatanı olduğuna dair inancı vardı.


Yeniden ve Son Kez Görünürlük Kazanma
Amerika’ya son dönüşünden beri eşiyle birlikte sade bir hayat yaşayan Szukalski, hayatının son yıllarında koleksiyoner Glenn Bray ve ünlü yeraltı karikatüristleri Robert Williams, Rick Griffin ve Jim Woodring tarafından sık sık ziyaret edildi. Bu dönemde hayatı boyunca yaşadığı zorlukları, başardıklarını ve genel olarak hayat hikâyesini anlatma imkanı buldu. Bir kez daha sanat çevreleri için önemli biri haline geldi.
Sanatçı, elinde çok fazla heykeli kalmadığından resimleri, çizimleri ve yaptığı heykellerin fotoğraflarını sıklıkla gösterir çağdaşlarının eserlerini hiç beğenmezdi. Kendisi için en uygun görülen sıfatın dahi olduğunu vurgulayan Szukalski, özellikle Zermatizm düşüncesiyle bunu hak ettiğine gönülden inanıyordu.
1987’deki ölümünden sonra sanatçı arkadaşları tarafından Szukalski’nin külleri, yaşarken hiç ziyaret edemediği Paskalya Adası’na götürüldü ve böylelikle hayatını adadığı fikre göre insanlığın beşiği olan yer onun sonsuz mezarı oldu.

Geride Bıraktıklarıyla
Szukalski hayatı boyunca kendi icat ettiği alfabeyi kullanmış, anatomiyi kazada ölen ve dünyada en sevdiği insan olan babasının cesedi parçalarken öğrenmiş, büyük eserler vermiş ama bunları kaybetmiş bir sanatçı.
Hayat şartları onu heykeltıraşlığı bırakmaya zorladığında ürettiği Zermatizm ise ona göre en büyük keşfi. Kendi kendine öğrenmenin (self-learning) ve zor yaşam koşullarının yaratıcılığını kırmamasının önemini vurgulayan Szukalski’nin hayatını ve sanatını anlatan bu belgesel adını Struggle isimli heykelinden alıyor. Nitelik ve nicelik arasındaki mücadeleyi anlattığı bu heykel temelinde medeniyeti yaratan başparmağa düşman olan diğerlerinin hikâyesi. Ayrıca sanatında kadim uygarlıklardan; Aztek, Mısır ve Slav etkilerini Art Nouveau tarzında yansıtan Szukalski, sık sık 20. yüzyılın başındaki Avrupa modernizminden de yararlanmıştır.

Dahilik, sanatçılık, tarih ve hayat hakkında düşündüren bu belgeseli kayıp sanatıyla birlikte Szukalski’yi tanımak isteyen herkese öneririz.
Buradan fragmana ulaşabilirsiniz:
Kaynakça
Frauenfelder, Mark. “An eccentric genius explains how half-Yeti hybrids have enslaved mankind”. Boing Boing. Web. 1 Nisan 2014.
Szukalski, Stanislav. Behold!!! The Protong. San Francisco: Last Gasp of San Francisco, 2001.


