Mon Crime: Kız Kardeşliğin Zaferi

Yazı İçindekiler [hide]

Ayçe Cansu Yaşar
Ayçe Cansu Yaşar
"Yaşamaktan yazmaya vakit kalmadı."
Editör:
Ayçe Cansu Yaşar
spot_img

Fransız yönetmen François Ozon’un Georges Berr ve Louis Verneuil’ün 1934 tarihli bir oyunundan uyarlanan son filmi Mon Crime, 1930’ların Paris’indeki bir cinayet davasına mizahî bir bakış fırlatarak polisiyeyi komediyle buluşturuyor. Kariyerine ilk adımlarını attığı 90’lı yıllardan beri sinemayla dirsek temasını kesmeyen Ozon, Mon Crime ile kendi sinemasının stilize özelliklerini yansıtırken yeni şeyler deneme huyundan da vazgeçmiyor. Ayrıca film, 2002 yılında 8 Femmes filminde birlikte çalışan Isabelle Huppert ve François Ozon’u yıllar sonra tekrar bir araya getirmesiyle de dikkat çekiyor. Filmin ortalarında sürpriz bir karakter olarak ortaya çıkan ve kendine has oyunculuğuyla bizi her zaman mest eden Huppert’in yanı sıra başroldeki Nadia Tereszkiewicz ve Rebecca Marder da aralarındaki uyumla sempati toplamayı başarıyor.

Yazının bundan sonraki kısmı Mon Crime filmi ile ilgili sürpriz bozan detaylar (spoiler) içermektedir.

Gelelim filmin konusuna. 1935 yılında Paris’te kariyerleri de hayatları da pek parlak olmayan 20’li yaşlarındaki iki yakın arkadaşın evlerine misafir oluyoruz. Aylardır geciktirdikleri kira yüzünden ev sahipleri kapılarına dayanmış durumda. Madeleine (Nadia Tereszkiewicz) kariyerinde bir türlü dikiş tutturamamış meteliksiz bir aktrisken ev arkadaşı Pauline (Rebecca Marder) ise başarısız bir avukat. Madeleine, almak istediği bir rol için gittiği görüşmede ünlü bir yapımcı tarafından taciz ediliyor ve kaçarak kurtuluyor. Aynı gün yapımcının cinayete kurban gittiği anlaşılınca baş şüpheli tabii ki de Madeleine oluyor. Ne var ki, talih iki genç kızın yüzüne gülüyor ve Madeleine işlemediği bu suçu üstlenerek medya ilgisinin odağına yerleşiyor. Pauline ise bu sansasyonel davada avukatlık yaparak kariyerini yoluna koyuyor. Madeleine, sonunda hem arkadaşı hem de avukatı olan Pauline’in de yardımıyla nefsi müdafaadan beraat ediyor ve kendini bir anda ünlü bir aktris olarak buluyor. İşler tam da yoluna girmişken her şeyi alt üst etmeye muktedir olan tek kişi bir anda ortaya çıkıyor: suçun gerçek sahibi!

Mon Crime, 1930’ların meşhur Amerikan screwball komedilerinin hemen hemen tüm karakteristik özelliklerini modern bir sinema anlayışı ve günümüz dertleriyle aynı potada eritmeyi başarabilen bir film. Peki, nedir bu screwball komedisi?

Screwball komedisi, Amerika’da 1930’lu yıllarda ortaya çıkan ve 40’lara kadar rağbet gören bir film janrı. Noir filmlerle oldukça benzer özellikler taşıyan screwball filmler, mizahı odağa almasıyla noir filmlerden ayrılıyor. Screwball filmler genellikle erkekleri parmağında oynatan manipülatif ve güçlü kadın karakterlerin yer aldığı; romantizm ve komedinin sırlar, suçlar ve yanlış anlaşılmalarla harmanlandığı bir film türü. Mon Crime da benzer bir denklemin peşinden giderek polisiyeyi ve komediyi muzip bir dille bir araya getiriyor. İki genç kız türlü dolaplar çevirerek ve birbirlerine destek olarak sefaletten kurtulmaya çalışırken izleyici ister istemez kadınların yanında konumlanıyor. Bir kez daha görüyoruz ki Ozon yine kadınlardan yana ve sıklıkla yaptığı gibi kamerasını kadınlara doğrultuyor. Üstelik kadınların arkadaşlığını ya da iç dünyasını yansıtırken erkek bakışının pençesine takılmıyor. Bu sebeple filmin genel havasını ve takındığı tavrı göz önünde bulundurduğumuzda feminist bir anlatı tercih edildiğini görebiliyoruz. Zaten Ozon kendisi de filmini “kız kardeşliğin zaferi” olarak tanımlıyor. Filmde birbirine destek olan güçlü kadın ilişkileri görüyoruz fakat bu bağlamda filmin merkezine yerleştirilen Madeleine ve Pauline dostluğunun biraz üstünkörü geçildiğini belirtmek gerek.

Ozon feminizm temasını 1930’ların Paris’i aracılığıyla işlerken milenyumun dertlerine de hafifçe dokunmadan edemiyor. Hukuk sistemini ve ataerkiyi pasif agresif bir mizahla eleştirirken, esas amacının seyirciyi eğlendirmek olduğunu ise asla unutmuyor.

François Ozon özellikle geçmişe yönelik farazi senaryoların anlatıldığı sahnelerde siyah beyaz eski film formatıyla nostaljik havayı ayyuka çıkarırken filmin genelinde tıpkı 8 Femmes’de kullandığı gibi canlı renkler, göz dolduran kostümler ve gösterişli dekorlar tercih ediyor. Film, hem 30’lu yılların sinemasına hem de genel olarak tiyatroya bir aşk mektubu niteliğinde. Öyle ki, Ozon filmdeki teatral havayı bir an olsun bozmuyor. Tiyatro perdesi ile açılıp kapanan film, özellikle oyunculuklardaki teatrallıkla dikkat çekiyor. Birçok kişinin abartılı bulduğu bu mizansenlerin Ozon’un bilinçli tercihi olduğu ise gayet açık.

Nihayetinde Mon Crime, bilindik bir temanın peşinden gitmesine karşın çekim tekniği, oyunculukları ve muzip diyaloglarıyla kendini son ana kadar keyifle izletmeyi başarıyor. Film; zekice düşünülmüş ters köşeler, büyük duygusal manevralar veya sıra dışı bir seyir tecrübesi vadetmese de vadettiği eğlenceyi sonuna kadar yaşatıyor. İyi seyirler!

Fragman için:

 

 


Kaynakça

Gehring, W. D. (1986). Screwball comedy: An overview. Journal of Popular Film and Television13(4), 178-185.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Editor Picks