Bütün dünyayı etkisi altına alan ve ister istemez bir parçası olduğumuz tüketim çılgınlığı nerede, ne zaman ve hangi şartlarda doğdu? Tüketim alışkanlıklarımız yıllar içinde nasıl şekillendi? Arzu nesnesini istediğimiz için mi yoksa “tüketmek” için mi tüketiyoruz? Bu yazıda modernite tanımından hareketle bu sorulara yanıt aradık.
Modernite ve Sanayi Devrimi’nin Doğuşu

Modernite kavramı 16. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa‘da yaşanan bir takım dini, siyasi, toplumsal, ekonomik ve bilimsel değişimlerin sonucu olarak ortaya çıktı. İlk olarak 16-17. yüzyıllar arasında yaşanan bilimsel devrimle insanlar, otorite ve dogmadan uzaklaşarak evreni anlamlandırma çabaları içinde deney, gözlem ve aklı kullanmaya başladı. Böylelikle din ve ideolojik otoriteler sarsıldı. Bu yeni rasyonalist düşünce sistemi teknolojik ilerlemeyi beraberinde getirdi ve sanayi devriminin önünü açtı. 18. yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi’yle beraber buhar makineleri kullanılmaya başlandı, demiryolu ve ulaşım altyapıları arttı, taşımacılık yaygınlaştı ve sermaye birikimi hızlandı. Böylece insanlar kendi elleriyle müthiş bir kapitalist sistem yaratmış oldu.
Tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine yapılan bu geçiş insanları köylerden kentlere uzanan bir yolculuğa sürükledi. Kentte doğan yeni iş fırsatları ve çalışma koşulları kent hayatını cazip hale getirdi. Avrupa genelinde endüstriyelleşme artarken Amerika büyük bir güç haline geldi. Yeni sektörlerin oluşmasıyla beraber çalışan sınıfın büyümesi ve işçi sayısının artması çalışma hayatının verimliliği adına bir takım düzenlemeleri de beraberinde getirdi. Bu düzenlemelerle uzun ve molasız çalışma saatleri kısaldı, bayram ve özel günlerde izin kavramları doğdu. Bu da yoğun çalışma temposuna alışan çalışan sınıf için “boş zaman” algısını meydana getirdi. Sanayi devriminin ortaya çıkardığı bu orta sınıf değişen çalışma koşulları sonucu edindiği boş vakti kişisel gelişim, eğlence, alışveriş gibi belirli tüketim alışkanlıklarıyla doldurmaya başladı. Böylece 18. yüzyıla kadar asillikle ilişkilendirilen tüketime orta sınıf da dahil oldu ve ait olunan sosyal statüye göre belirli tüketim alışkanlıkları edinilmeye başlandı.
Tüketimde Modanın Rolü

18. yüzyıl sonrası liberal ekonomik politikaların değişmesi, ithalatın serbestleşmesi, yurt dışından farklı ürün ve malların ulaşması tüketim alışkanlıklarında radikal değişimlere yol açtı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik canlanma ve refah artışı, hızla gelişen bir sanayi yarattı. Seri üretimle hızlı, ucuz ve çeşitli üretimin sağlanması, artan satın alma gücüyle birleşince moda kültürünün oluşması kaçınılmaz oldu. Hızlanan ve çeşitlenen üretimin yanında yaygınlaşan haberleşme kanalları, insanların yeni ürünler ve “moda olan” hakkında daha çok ve hızlı bilgi sahibi olmalarına yol açtı.
Başta biyolojik ihtiyaç doğrultusunda ilerleyen tüketim zamanla “biyolojik olduğuna inandırılan” ve “ihtiyaç” olduğuna ikna edilen ürünlerin tüketimi eksenine kaydı. Bunun sonucu olarak tüketim satın alma gücünün gösterildiği gösterişçi bir tüketime evrildi. Sadece bireyler ve gruplarla kurulan ilişkiler değil, endüstriyel ürünlerle kurulan ilişkiler de toplumsallaşmanın önemli bir parçası oldu. İnsanlar gruba bağlılıklarını belli etmek için o grubun tüketim alışkanlıklarını benimsemeye başladı. Sanayileşmeyle yaşanan ekonomik dönüşümün toplumsal ayağını oluşturan metropol hayatında bir gruba bağlılıklar yerini çok yönlü bağlılıklara bıraktı. Sonuçta tüketim, birçok farklı grupla iletişime girebileceğimiz ve var olabileceğimiz bir araç olarak kullanmaya başlandı.
Tüketimde Ana Akımın Etkisi

Ana akımın her geçen gün yarattığı yeni arzu nesnesi öncelikle kitle iletişim araçlarıyla bütün bir dünyaya yayıldı. Arzu nesnesini tüketene kadar devam eden bu baskı, birey nesneye ulaştığı anda son buluyor. Örneğin şu an moda haline gelen leopar desenli giyim özellikle 1900’lü yıllarda düşük sosyal sınıftan insanlarla ve gece hayatıyla ilişkilendirildiği için çok tercih edilmiyor ve belirli önyargılar oluşturabiliyordu. Hepimizin tekrar tekrar izlediği Yalan Dünya dizisindeki Zerrin ve Tülay karakterlerini incelediğimizde de benzer düşüncelerin hakimiyetine rastlayabiliyoruz. Son zamanlarda ise retro modanın canlanması ile leopar desenli giyimi hemen hemen her mağazanın vitrinlerinde görür hale geldik.
Belirli giyim tarzına karşı ön yargı kalıplarına sahip gruplar bile zamanla ana akımın yarattığı ve baskıladığı yeni “moda kültürüne” kayıtsız kalamayarak arzu nesnesine erişim sağlıyor. Kimilerinin bir kere kimilerininse hiç kullanmadığı bu nesneler sırf kendisine ulaşıldığı için bile bireyin grupla olan ilişkisini güçlendiriyor.

Bütün bu tüketim çılgınlığının altında belki çok da ciddiye almadığımız bir tehlike daha var. Tüketime o kadar alıştık ki sırf moda olanı değil, hissettiklerimizi, düşündüklerimizi, okuduklarımızı da bu sömürüye kurban eder olduk. Sanayileşmenin beraberinde getirdiği hızlı ve peş peşe değişimlere karşı takındığımız “Nasıl olsa bir yenisi gelecek, bunu bu kadar benimsemeye gerek yok” tutumu kişisel hayatlarımızda da kayıtsızlığa yol açtı. Her zaman yeni ve daha iyi bir versiyonun geleceği düşüncesi elimizdekilerin kıymetini bilmemizin önüne geçti. Romantik ilişkilerimizde dahi bu tüketim ve kayıtsızlık halinden çıkamayarak bir sorun karşısındaki çabamızı minimalleştirmeye başladık. Kısacası hislerimizi anlamlandırmaktansa alıştığımız gibi ”tüketmeyi” tercih ettik.
Birey olarak kendimizi gerçekleştirme serüvenimizde tüketim alışkanlıklarımızın doğuracağı toplumsal ve bireysel sonuçları daha dikkatli bir şekilde analiz etmeli ve tüketim kültürünün daha sürdürülebilir bir hale gelmesi için adımlar atmalıyız. Bu hızlı tüketim kültürünü sırf moda üzerinden değil, duygusal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleriyle çok boyutlu ele alıp neyle başa çıkmamız gerektiği konusundaki farkındalığımızı arttırmamız daha faydalı olacaktır.
Kaynakça
Aslan, G. (2011). Ortaçağdan günümüze modernite: doğuşu ve doğası. Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (7), 10-26.
Akar, H. (2011). Popüler kültür ve moda. Erciyes İletişim Dergisi, 1 (1).
Yılmaz, A. & Uzunçelebi, H. (2015). Modern tüketim kültüründen postmodern tüketim kültürüne geçişin elektronik ticaret üzerinde oluşturduğu etkiler. Atatürk İletişim Dergisi (9), 13-34.
Kapak görseli: aaronweiss.tumblr.com
Tüketim çılgınlığının tarihsel süreciyle birlikte çok yönlü ele alındığı, biz okuyucular için de farklı bakış açıları kazandırdığı güzel bir çalışma olmuş. Emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.
Yazınız, modernitenin doğuşunu ve tüketim kültürünün evrimini son derece etkileyici ve kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Tarihsel süreçleri akıcı bir dille anlatırken, bilimsel devrimden sanayi devrimine, kentleşmeden moda kültürüne kadar pek çok önemli dönüşüm noktasını ustalıkla açıklamışsınız. Özellikle tüketim alışkanlıklarının sosyal statü göstergesi haline gelmesini ve moda kültürünün oluşumunu tarihsel örneklerle desteklemeniz, yazınızı hem bilgilendirici hem de ilgi çekici kılmış.
Eleştirel bakış açınız, modern tüketim alışkanlıklarının bireyler ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekerken, okuyuculara bu konuda farkındalık kazandırıyor. Bu yazı, sadece ekonomik değişimleri değil, duygusal ve kültürel dönüşümleri de ele alarak, tüketim kültürünün çok boyutlu yapısını gözler önüne seriyor. Derinlemesine analizleriniz ve düşündürücü yorumlarınızla dolu bu eser, gerçekten övgüyü hak ediyor. Harika bir çalışma!