Cinsiyet rolleri, bireylerin yaşamlarını etkileyerek toplumlara yön verir. Toplumdaki her bir bireye atfedilen roller, cinsiyet rolleri olarak ifade edilir. “Cinsiyet rolleri” diye bahsettiğimiz kavram biyolojik farklılıklardan bahsetmez. Toplumsal normlar, cinsiyet rollerini oluşturur.
Simone de Beauvoir, İkinci Cins adlı eserinde, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” diyerek cinsiyet rollerinin biyolojik farklardan değil, toplumsal normlardan geldiğini ifade etmiştir. Benzer şekilde, Judith Butler, Gender Trouble (1990) kitabında, toplumsal normların sabit bir görüşten ziyade, dönemin değer algılarıyla şekillenen ve yeniden üretilen bir kimlik olduğunu ortaya koymuştur.
Özellikle sanayi devriminden sonra cinsiyet rolleri konusunda toplumlar daha bilinçli hale gelmeye başlasa da toplumsal normların etkilerinden tam olarak kurtulmak mümkün olamamıştır. Günümüzde hâlâ “toksik erkeklik” gibi kavramlarla bireylerin karşı karşıya kalması çok olağan bir durumdur. Bunun yanında, özellikle sosyal medyanın da etkisiyle kadın-erkek ilişkilerinde kutuplaşmalar artmış ve bu durum patriyarkal yapıya katkı sağlamıştır. Bu yazıda, yüzyıllardır toplumların ana problemlerinden biri olan toplumsal cinsiyet rollerinin neden hâlâ bir sorun olduğuna yakından bakacağız.
Cinsiyet Rollerinin Tarihsel Gelişimi

İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında, yani avcı-toplayıcı dönemde, eşit bir toplum yapısı görülmekteydi. Avcı-toplayıcı dönemde erkekler avlanma ve yiyecek sağlama işleriyle ilgilenirken kadınlar da bitki ve meyve toplama gibi işlerle ilgilenirlerdi. Bu durum toplumda ayrımcı değil, birbirini tamamlayan bir yapı oluştururdu.
Sonraki dönemlerde, tarım devrimiyle birlikte insanlar yerleşik hayata geçiş yaptı. Bunun yanında, tarım ve hayvancılık yaparak yiyeceklerini üretmeye başladılar. Bu durum ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarda büyük değişikliklere yol açtı. Tarımın yaygınlaşmasıyla erkekler tarım araçları ve toprağın sahibi olurken kadınlar daha çok ev işleri ve çocuk bakımı gibi konularla meşgul olmaya başladı. Bu süreçle birlikte patriyarkal yapılar oluşmaya başladı ve günümüze kadar uzanan toplumsal cinsiyet rollerinin temelleri atılmış oldu.
Sanayi devrimiyle birlikte kadınlar iş hayatına katılmaya başlamış fakat bu durum toplumsal cinsiyet normlarının yok olmasını sağlayamamıştır. Kapitalist sistemin iş gücü ihtiyacına yönelik kadınlar çalışmaya başlamış fakat kapitalist sistemin ataerkil yapısı gereği de kadınlar yine iş hayatında erkeklere göre geride kalmıştır. Kadınlar iş hayatının içindeyken dahi “ikincil iş gücü” olarak görülmüştür.
İlerleyen dönemlerde feminist hareketler ortaya çıkmıştır. Feminist hareketlerle birlikte kadınların iş hayatında eşit haklara sahip olmasının yanında ev içi sorumlulukların da eşit dağılımı savunulmuştur. Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle ortaya çıkan hak eşitsizlikleri de bu dönemde savunulmaya başlanmıştır.
Toplumsal ve Kültürel Alışkanlıklar

Çocukluktan itibaren bireylere öğretilen bazı değer yargıları, toplumsal normlara katkı sağlar. Bu değerler, bireylerin bilinçaltına işlenir ve hayatları boyunca sürdürülen kalıplar hâline gelir. Örneğin; “toksik erkeklik” kavramı, erkekliğe dair sınırlayıcı ve baskılayıcı bir anlayışı ifade eder. Erkeklerin duygusal olarak zayıf olmamaları, her zaman güçlü ve baskın konumda olmaları gerektiği düşüncesi küçük yaşlardan itibaren bireylere aşılanır. Bu durum, erkekler ve kadınlar arasındaki kutuplaşmayı daha da artırır. Bir kadının baskı altında kalması patriyarkal yapıyı beslerken bir erkeğin de bu yapıya maruz kalışı sistemi destekler niteliktedir.
İş Hayatındaki Eşitsizlikler

Kadınlar, erkeklerle aynı eğitim düzeyine ve gelişmişlik seviyesine ulaşsalar dahi erkeklere göre daha düşük maaşlar alabilmektedir. Bunun yanında, idealize edilmiş bir lider veya yönetici profili bulunmaktadır. Bu profil genellikle güçlü, baskın ve ciddi bir imaj çizen erkeklere atfedilir. Tüm bu durumlar, “cam tavan” sendromunu ortaya çıkarır. “Cam tavan” sendromu, kadınların önünde doğrudan bir engel olmasa da toplumsal cinsiyet rollerinin oluşturduğu bazı yapılar nedeniyle iş hayatında erkeklere göre geri planda kalmasını ifade eder.
Medya ve Popüler Kültürün Etkisi

Sosyal medya, diziler, filmler ve geleneksel medya aracılığıyla toplumsal cinsiyet rolleri her geçen gün bireylerin hayatını şekillendirmeye devam etmektedir. Kadınlar genellikle fedakâr, duygusal ve daha pasif rollere atfedilirken erkekler ise daha bağımsız, güçlü ve lider pozisyonları temsil eder.
Örneğin; son zamanlarda sosyal medyada “prenses erkek” kavramı ön plana çıkmıştır. Bu kavram erkeklerin artık “prenses” gibi hiçbir şey için çabalamadıkları ve toplumda yer edinmiş kadın-erkek rollerinin yer değiştirdiği yönündeki eleştirileri ifade etmektedir. Bu durum her ne kadar erkeklere yönelik bir eleştiri gibi görünse de patriyarkal sistemi de beslemektedir. Çünkü “prenseslik” kavramı, feminen olmayı temsil eder. Bir erkeğe eleştiride bulunurken dahi toplum tarafından daha feminen sayılan özelliklerin kullanılması, kadınları bu yapıda geri plana atmaya devam eder. Zira topluma göre feminen olmak daha aşağı bir sınıfı temsil etmektedir.
Cinsiyet rolleri yalnızca bireyleri değil, toplumları da etkilemeye devam ediyor. Tarih boyunca bu roller değişiklik göstermiş olsa da hâlâ hayatımızın merkezinde yer alıyor. Bu sorun sadece kadınların değil, toplumun her kesiminden bireylerin ilerlemesine engel oluyor. Modern dünyanın sunduğu yeniliklerle bireylerin daha fazla ilerlediği ve bilinçlendiği görülse de toplumun bireylere yüklediği görevler varlığını sürdürmeye devam ediyor. Daha özgür, kalıplardan arınmış ve eşit bir dünya dileğiyle.
Kaynakça
Öne Çıkan Görsel: Khan Academy
Butler, J. (1990). Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity. Routledge.
de Beauvoir, S. (1949). The Second Sex (B. Parshley, Trans.). Vintage Books. (Original work published 1949)
“Gender: An Historical Perspective”. NBER. Web. 23.03.2025