Tarih boyunca toplumların normları büyük ölçüde dini inançlara, aile yapısına veya kabile geleneklerine dayalıydı. Oldukça katı bu normlar, toplumun düzenini korumak için değişime karşı direnç gösterir ve bireysel özgürlükleri kısıtlardı. Bireylerin davranışları, toplumsal roller ve beklentiler doğrultusunda şekillenir, tercih ve farklılıklara alan bırakılmazdı. Katı toplumsal roller ve sert çizgilerle belirlenmiş sınıflandırmalar yaygındı. Toplumsal roller, belirli görev ve beklentilere sıkı sıkıya bağlıydı. Bu rollerin dışına çıkmak kabul edilemezdi. Bireylerin doğduğu aile, cinsiyet veya kast gibi sistemler yaşamlarını ve statüleri oldukça şekillendiriyordu.
Erken Modern Dönem: Aydınlanma Çağı

17. ve 18. yüzyıllarda Aydınlanma Çağı ile birlikte bilim ve akıl insanlığa yol göstermeye başladı. İnsanlar düşünmeye başladıkça bireysel hak ve özgürlükler toplumun temel taşı haline gelerek, geleneksel ve dogma düşünceleri yıkmaya hazırlanıyordu. Kalıplaşmış yargılar yerini haklar, eşitlik ve demokrasi gibi değerler aldı. Böylece sosyal normlar, sadece geçmişten gelen alışkanlıklar değil; akıl ve evrensel değerler ışığında şekillenen kurallar haline geldi.
Modern Toplumun Doğuşu: Sanayi Devrimi

Sanayi Devrimi ile birlikte özellikle ekonomik ve kültürel yapılar hızla değişti. Kırsal toplumdan kentleşmiş ve endüstrileşmiş toplumlara geçiş yapıldı. Toplumun sınıfsal yapısı kökten değişti. Feodal düzenin yerini, sermaye sahiplerinden oluşan burjuvazi ve fabrika işçilerinden oluşan proletarya aldı. Bu “sınıf mücadelesi” sorununu ortaya çıkaracaktı. Özellikle işçi sınıfında, uzun çalışma saatleri ve kötü yaşam koşulları ruh sağlığı üzerinde ağır etkiler yarattı. Kırsal yaşamda, mevsimsel ve gündelik döngülere göre hareket eden insanlar, artık saatle ölçülen ve bölünmüş bir zamana mahkûm oldu. Bu değişim, insanların gündelik hayatla kurduğu dengeyi derinden etkiledi.
İşçi sınıfının verdiği mücadeleler; sendikal haklar, sosyal güvenlik ve işçi yasaları gibi temel kazanımlarla sonuçlandı. Süreç, refah devleti anlayışını güçlendirdi, sınıf bilincini artırdı ve toplumsal eşitlik taleplerine zemin hazırladı.
Kırsal yaşamdan kent yaşamına geçilirken, geniş aile yapısı yerini çekirdek aileye bıraktı. Hızlı kentleşmeyle beraber aile içindeki sosyal dinamiklerin değişmesi, bağların zayıflamasına ve toplumdaki aidiyet hissinin yitirilmesine sebep oldu.
Kadınların üretim sürecine katılımı, geleneksel cinsiyet rollerini sorgulatmaya başladı. Bu değişim, feminist hareketlerin temelini oluşturacaktı.

Sanayi Devrimi’nin tetiklediği toplumsal değişim süreci, liberalizm ve sosyalizm gibi ideolojilerin doğuşunu beraberinde getirirken, aynı zamanda kadın ve işçi hakları gibi modern sosyal normların temellerini de attı. Geleneksel aile yapıları ve sosyal roller her geçen gün kendini değişime teslim ediyordu.
Toplumun yaşadığı ağır çalışma koşulları ve sosyal adaletsizlikler, birçok eylem ve ayaklanmanın çıkmasına neden oldu. Asıl devrim şimdi başlıyordu.
Dijitalleşme Çağı: 2000’li Yıllar

2000’li yıllardan itibaren sosyal normlar teknolojinin gelişmesiyle birlikte hızla değişmeye başladı. İnternetin evlere, cep telefonlarının avuçlara yerleşmesiyle dünya bir tuş mesafesine indi. Bu dönüşüm yalnızca teknolojik bir sıçrama değil, aynı zamanda toplumsal düzenin normatif çerçevesini değiştiren kültürel bir devrimdi.
Artık bilgi belli yapılardan sıyrılıp dağınık bir sosyal ağ formunda bireylerin ellerine bırakılmıştı. Bu, aynı zamanda ilk büyük bireysel özgürlük alanı demekti. Her birey bir üreticiye, bir yorumcuya, yani bir “varlığa” dönüştü.
Bu yıllarda filizlenmeye başlayan normlar, küresel iletişim döneminin ilk etik zeminini kurmaya başladı. Eşitlik ve çeşitlilik; yalnızca hukuki bir anlamdan sıyrılıp profillere de yerleşti. Her birey kendi sesini duyurabileceği bir alanda kendini yaratmaya başladı. Henüz dijital platformlar romantizmini kaybetmemişken, görüşlerin çeşitliliği; farklı fikirlerin yan yana gelebileceği özgür diyalog alanları oluşturmaya devam edecekti. İlk sosyal ağlar yeni bir kamusal alan inşa etti.
İlk kez küresel ısınmanın ciddiyeti, dijital içeriklerle yayılmasına henüz başlarken aniden evlere kadar ulaştı. Türlü belgeseller, sanal kampanyalar ve imza hareketleri normları gündeme dönüştürmenin yeni yollarını sundu.

Ancak sanal dünya, aynı zamanda bireyselleşmenin hızla artmasına zemin hazırladı. Artık birey yalnızca hak isteyen değil, aynı zamanda kendisi varlığını sürekli tanımlayan ve sergileyen bir özneye dönüşüyordu. Kimlik, artık sürekli değişen ve düzenlenen bir “profil” formatını aldı. Fakat bu özgürlük zamanla anlamsız bir kalabalığa dönüşerek anlamını yitirme riskini de beraberinde getirdi.
Yeni Sosyal Sorumluluklar: 2010’lar

2010’lu yıllar, sosyal medyanın tamamen hayatlarımıza yerleştiği ve toplumsal hareketlerin dijital kanallardan örgütlenmeye başladığı bir dönem oldu. #MeToo, Black Lives Matter, Fridays for Future gibi hareketler yalnızca gündem ve taleplere hitap etmedi; aynı zamanda normları yeniden şekillendirdi.
Zamanla “iletişimde açıklık” ve “şeffaflık” kavramları etik bir norm haline geldi. Bireyler, kurumlar hatta devletler, tutumlarını ve görüşlerini açıkça ifade etme zorunluluğunda bırakıldı. Ancak aynı zamanda duyarlılık normları aşırı hassasiyete dönüşerek ifade özgürlüğü ve linç kültürü arasındaki çizgileri birbirine karıştırarak bir çatışma alanı oluşturdu.
Kimlikten İzolasyona: Bireyselleşmenin Yükselişi

21. yüzyılın başı, toplumsal yapının temellerini değiştiren bir dönüşüme tanık oldu. Bu dönüşümün asıl sebebi; bireyin toplumla olan ilişkisini yeniden tanımlayan bireyselleşme süreciydi. Başlangıçta özgürlük, bireyin kendi benliğini yeniden tanımlaması ve ifade hakkı gibi olumlu terimlerle pekiştirilen bu süreç; zamanla ötekileşme, yabancılaşma ve izolasyon gibi kırılmalara yol açtı.
Modernitenin beraberinde getirdiği bireyselleşme düşüncesi, zamanla toplumsallaşmanın zayıflaması ve kolektif değerlerin arka plana itilmesine sebep olmuştu. Bu süreçte birey, toplumsal yapının bir parçası olmaktan çok, kendine dönük ve dış dünyaya karşı temkinli bir özne haline gelmiştir.
Teknoloji, bireyin olanaklarını genişletirken aynı zamanda kimliği geçici, bazen sahte ve bağlama göre değişebilen bir dinamiğe dönüştürdü. Bu durum, bireyin yalnızca kendisi olmasını engelleyerek, sürekli sunulabilir ve kabul görecek bir versiyonunu yaratmasını zorunlu kılar. Sürekli onay bekleyen, dijital platformların takdir algoritmasına bağlanan birey, zamanla baskı altında geri çekilen, sessizleşen ve yalnızlaşan birine dönüşür.
“Öteki” Kavramı

Günümüzde ötekileştirme; yalnızca ırk, din, cinsiyet farklılıklarıyla değil, aynı zamanda düşünce, yaşam tarzı ve estetik tercih gibi daha farklı alanlarda da kendini göstermektedir. Bu kutuplaşmalar, bireylerin yalnızlaşmasını derinleştirirken, toplumsal bağları zayıflatmakta ve sağlıklı bir iletişim ortamını zayıflatmaktadır. Yalnızlaşan birey, “öteki” ne karşı empati kuramayan ve farklı olana karşı savunmacı bir tutum geliştirir.
İnsanı hem özgürleştiren hem yalnızlaştıran ‘’bireyselleşmenin yükselişi’’ dayanışma biçimleriyle yeni bir toplumsallığın önünü açabilir. Ötekini dışlamayan, farklılığı tehdit değil zenginlik olarak gören bir anlayış gelişmediği sürece, bireyselleşme yalnızlığa; yalnızlık ise ötekileştirmeye devam edecektir.
Kaynakça:
Eroğlu, E. ”Geçmişten Günümüze Sosyal Normlar” Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, no. 50, 2015, pp. 299-308.
Nickerson, Charlotte. ”Sosyal Normlar ve Toplumsal Standartlara Örnekler: Kültürel Normlar Dahil”. www.simplypsychology.org. 14.02.2024, Erişim Tarihi: 05.06.2025
Yanae, Zehra. ”Toplumsal Normların Özellikleri ve Çeşitleri”. https://sosyolojikmudahale.com. 15.08.2020, Web. Erişim Tarihi: 05.06.2025
Öne çıkan görsel: ignatiansolidarity.net
çok güzel olmuş yapanın eline emeğine sağlık 😘❤️