İrem Sak’ın kaleminden çıkan yeni Gain dizisi Modern Kadın, geçtiğimiz gün 10. bölümü ile sezon finali yaptı. Başrollerini İrem Sak, Gözde Kaya, Özlem Tokaslan, Kemal Okan Özkan ve Tuğçe Karabayır gibi oyuncuların paylaştığı dizi, yayınlandığı günden itibaren herkesin dikkatini çekmeyi başardı. Peki onu bu kadar başarılı yapan ve izlettiren şey ne? Gelin hep beraber bunu inceleyelim.
Dikkat! Yazının devamı spoiler içermektedir.
Modern Kadının Kadim Sınavı

“Konuşmak için sıramı beklerim pasif derler, sözümü kestirmem şirret derler, kafalarına göre benim dış görünüşüm ile ilgili yorum yaparlar sonra Pınar kızınca neye kızdı derler.”
İş, aşk ve aile arasında oradan oraya savrulan ve modern dünyada ayakta kalmaya çalışan bir kadın olarak yaşanılan zorlukları izlemek ve bunu izlerken biraz olsun eğlenmek mi istiyorsunuz? O zaman Modern Kadın dizisi tam sizlere göre!
Geleneksel bir aileden gelen ve İstanbul’da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Pınar, bir gıda firmasında marka müdür yardımcısıdır. Dışarıdan güçlü, kararlı ve özgüvenli görünse de iç dünyasında aşkı, başarıyı ve gerçek benliğini aramaktadır. Dizide hem iş hayatında hem de özel yaşamda kadınlara yöneltilen baskılar esprili bir dille aktarılırken, hayatın sert gerçekleri en yalın haliyle gözler önüne serilir. Toplumun kadını sıkıştırmaya çalıştığı her alanda mücadele eden Pınar; evlilik, sosyal çevre ve kariyer basamaklarıyla baş ederken, aynı zamanda kendi iç dünyasında verdiği savaşı da kazanmaya çalışır. İşinde başarılı olan ve terfi bekleyen Pınar’dan çevresi evlenmesini bekler. Hayatına giren ve bu yolculukta beraber yürüyebileceğini düşündüğü her erkekte bambaşka sorunlarla karşılaşan Pınar, 35 yaşına girmesi ile başlayan dizinin ilk bölümünden son bölümlere kadar erkekler, güven ve evlilik üçgeninde hayatta kalmaya çalışır.
Erkek Egemen Dünyada Ayakta Kalmak: Pınar’ın Direnişi

Erkek egemen bir sektörde, çoğunluğu erkeklerden oluşan bir şirkette çalışan Pınar’ı İrem Sak canlandırıyor. Karakter, mizah aracılığıyla iş hayatındaki cinsiyet eşitsizliklerini gözler önüne sererken, izleyiciyi gerçeklerle yüzleşmeye zorluyor. Kadın meslektaşlarının onu rakip görüp dışlaması, erkek çalışanların yalnızca cinsiyetleri sayesinde daha yüksek maaş alması, Pınar’ın fikirlerinin küçümsenmesi ya da çalınması durumu giderek katlanılmaz hale getiriyor. Üstelik bedenine dair yargılayıcı sözler ve haksızlığa karşı ses çıkardığında bunun “sadece regl sancısı” olarak küçümsenmesi, sistemin adaletsizliğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Özellikle 7. bölüm, bu sorunların en güçlü şekilde işlendiği sahnelerle izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Yakın arkadaşlarından Gözde’nin evli ve çocuklu olması toplum tarafından Pınar’a biçilen rolleri yaşaması açısından Gözde’yi gerçekten de “gözde” yapmasının yanı sıra Pınar’ın “başarısızlıklarının” bir tescilleyicisi olma durumuna da düşürür. Sivaslı bir ailede doğup büyüyen Pınar’ın ailesini mutlu edebilmesinin tek yolu bir alaydan geçer o da düğün alayı veya damat halayıdır. Pınar’ın işteki başarısının sıklıkla göz ardı etmenin yanı sıra çöpçatanlık yapmayı da masum bulan ailesi, kendileri için uygun olan damat adayları ile Pınar’ı tanıştırmak için ellerinden gelen tüm çabayı gösterirken damadın en ufak kusurunda “el oğlu” olması kaçınılmaz olur.
Marka Müdürü ya da Regl Sancısı

Pınar, bir şirkette marka müdür yardımcısı olarak çalışır. Hak ettiği terfiye ulaşmasına tam bir adım kalmışken elbette hayat yarışında daha avantajlı olduğunu düşünen erkekler tarafından o adım atılır. Bunun beraberinde Pınar’a yerinde kalmak ve bunun kendi suçu olduğunu düşünmesini bırakmak kalır. Evlilik ve yakışıklı koca algısı ile gözleri kısa süreliğine kapanan Pınar, hak ettiği terfiyi başka bir erkeğin almasına kızacak fırsat bulamaz. E ne de olsa “ha kocamın maaşı ha benim maaşım. Sonuçta aynı eve girecek o maaş.” diye düşünür. Kısa süreli bir peri masalından sonra işler hiç de tahmin ettiği gibi gitmeyen Pınar için müdürü ile arkadaş olmaktan başka şansı kalmaz. Ofisteki erkeklerin egemenliği altında kendisine yer açmaya ve başarı merdivenlerini özgüvenle çıkmaya çalışan Pınar’a hemcinsleri tarafından da elbette psikolojik darbeler gelmeye başlar. Yalnızlık, mükemmel beden algısı, mutlu hayatın mutlu eşle olacağına olan inançlar derken Pınar bir de bu cephede savaşmaya başlar. Pınar’ın ürettiği fikirler görmezden gelinir; başarıya ulaştığında ise bu başarı “ekip çalışması” adı altında erkeklere mâl edilir. Peki ya Pınar bu düzene boyun eğmeyip hakkını söke söke alırsa? Sessiz kalmaz, payına düşeni isterse? İşte o zaman Pınar bir anda “şirret” yaftasıyla anılır. Ya da “önceki gece ilişkisinde sorun yaşamış, mutsuz bir kadın” olarak küçümsenir. Çünkü erkeklerin dünyasında, hakkını arayan kadın güçlü değil; yalnızca sorunlu kabul edilir.
Başarı Erkekte, Etiket Kadında mı?

Bitti zannediyorsanız maalesef kötü bir haberimiz var çünkü asıl bombamız henüz gelmedi. Kızdırılan bir kadına yapıştırılan, inatla peşinden sürüklenen o tanı koyucu etiket: Regl. Çünkü bir kadın sesini yükseltiyorsa, hayır diyorsa ya da sadece kendisi gibi davranıyorsa, regl olduğu sonucuna varmak için nörobilimsel bir harikaya değil, ortalama bir sokak muhabbeti seviyesine ve bolca önyargıya ihtiyaç var.
Kendisinden daha düşük pozisyonda çalışan erkeklerin ondan daha yüksek maaş alması yetmezmiş gibi elbette her şeye hakları olan (!) bu erkekler, Pınar’ın yiyip içtiklerine ve bedenine dair da eleştirilerde bulunabileceklerini düşünürler. Çünkü “kadın dediğin şöyle olur” diyerek kiloyu gramdan sonra gelen ağırlık ölçüsü olarak değil; “erkeğe yakışan ama kadına asla yakışmayan bir şey” olarak görürler. Aynı zamanda, hiç düşünmeden acımasızca yorum yapabilmeyi de kendilerinde hak sayarlar. Keşke herkesin yalnızca kendi işi ve bedeniyle ilgilendiği bir dünyada yaşasak. Kadın olmanın ne terfi, ne maaşa, ne de fikirlerin değerine engel olmadığı; başarının cinsiyetle değil emekle ölçüldüğü bir yerde… Ama biliyoruz ki öyle bir dünya yok. Burada kadın hâlâ kıyafetiyle, bedeniyle, sesiyle yargılanıyor; hakkını aradığında ise yaftalanıyor. Erkekler aynı şeyleri yaptığında sadece “başarılı” sayılıyor. O yüzden eşitlik hayali kuruyorsak ben unicornların pembe kanatlarla uçtuğu bir dünya da hayal etmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Sivas’ın Yollarına Çıkayım Düğün Alayına

Sivaslı bir ailede doğup büyüyen Pınar, İstanbul’a üniversite okumaya gelmiş ve o zamandan beri de İstanbul’da yaşamış ama ailesinden kopmamış biridir. Bayramda ailesini ziyarete giden, ailesinin tüm baskı ve sabır testlerine rağmen hayatta kalmayı başaran Pınar bir tek bölüm sonu canavarını yenmeyi başaramaz: Ne zaman evleneceksin? sorusu.
Ortalama her Türk annesi gibi kızının mürüvvetini görmeyi bekleyen annesi ve halası Pınar için değil kendileri için uygun damat adayları ile Pınar’ın arasını yapmaya çalışır ve Pınar’a nefes alacak alan vermezler. Biri sağ kroşe biri sol kroşeden gelen iki kadın her fırsatta Pınar’a evlilik konusunda baskı yaparken bunun “masum bir yuva kurma niyeti” olduklarına kendilerini inandırmışlardır. Öyle ki şirketteki yakışıklı müdüre ‘köye gittiğini’ söylemeye utandığı ve o müdürün bir gün kocası olma ihtimali bulunduğu için, Pınar’ın ailesinden utanması kimsenin umurunda olmaz. Bu süreçte Pınar’ın nefes alabildiği tek yer babası İsmet’in şefkati ve anlayışıdır. İsmet, dogma fikirlere boyun eğmek yerine kızına güvenmeyi tercih ederek ona bu hayatta verebileceği en büyük hediyeyi daha en baştan vermiştir.

“Evlilik yolunda her yol mübahtır” diye bir söz olmasaydı bile, emin olun Menşure Hanım icat ederdi. Kat kat mürüvvet isteğiyle yanıp tutuşan, tam bir Sivas katmeri gibi sabırsız bir anne olan Menşure, görümcesiyle el ele verip Pınar’a uygun damat bulma işini kendine görev edinmiştir. Öyle ki bulduğu adayları tek tek araştırır, sonra da kızının önüne koyar. Fakat işler hiçbir zaman planladığı gibi gitmez. En büyük hayal kırıklığını ise Pınar’ın son sevgilisi Can yüzünden yaşar. Çünkü Pınar, Can’ı önce babası İsmet Bey’le tanıştırır ve onayını alır. Oysa Menşure Hanım’ın planı, damadı önce kendisinin görüp İsmet Bey’e usul usul evlilik fikrini aşılamaktı. Ama ne yapalım Menşure Hanım, senin damat bükücülüğün şimdilik boşa düştü; kısmet bir sonraki talipte diyelim.
Karnabahar Soslu Damat: Can

Can, Pınar’ın yüzünü güldürmek için çıktığı yolda yumruk ile karşılaşan ama onu da karnabahar ile yumuşatan ve Pınar’ın çiçeğine de hayatına da can suyu olan bir adam. Doğal hayat, sürdürülebilir tarım ve karnabahar ile hayatının büyük bir kısmını doldurmuş bir şarkıcı olan Can, Pınar’ın kalp kırıklıklarına iyi gelmiştir. Arkadaşların da tam not alan Pınar için tek bir adım kalmıştır: Ailesi. Pınar’ın babası ile tanışan Can bir Sivaslı olan İsmet Bey’in kalbini ocak başında yumuşacık edip meze ile fethederken Pınar her şeyin rayına oturduğunu hissetmektedir çünkü Can, herkes için uygun bir adaydır. Kibar, nazik, anlayışlı, çocuklarla çok iyi anlaşan, çevreye ve doğaya saygılı olan Can; Pınar’ı hayatı ile ilgili bir çıkmaza sokar. Can, artık bu ülkede yapamadığını çünkü kendi ülkesinde yabancılaştırıldığını ve anormal hissettirildiğini söyleyerek Almanya’ya taşınmak istediğini söyler ve bu plana Pınar’ı da dahil etmek ister.
Can’ın artık iki büyük takıntısı vardır: Karnabahar ve Almanya. Organik karnabaharlarını satmayı kafasına koyar ama ne pazarlama çabası ne de türlü tarifler işe yarar. Satışlar hüsranla sonuçlanınca bu sebze sevdası onu Pınar’a kadar götürür. Tahinli sarımsaklı sosla hazırladığı karnabahar, ikilinin ilişkisinin en yakın şahidi olur. Ama Can bununla da yetinmez; karnabaharı dondurmaya bile çevirir. Evet, yanlış duymadınız: Karnabahar dondurması! Böylece Pınar için aşk, Can içinse sebze uğruna her şeyin mubah olduğunu kanıtlayan bir hikâye ortaya çıkar.

Gelelim Can’ın ikinci takıntısı olan Almanya’ya. Pınar ile ilişkilerinin daha üçüncü ayında olmasına rağmen biraz kibarlık biraz duygusal manipülasyon ile Pınar’ı hayaline ortak eden Can, Almanya’ya taşınarak orada hayal ettiği hayatı yaşamak ister. Pınar ise hayatının bütün dengelerini değiştirerek oraya taşınmaktan emin değildir ve kendi ile verdiği savaşa ek olarak evrenin ona yaptığı sürprizler de peşi sıra gelir. Pınar’ın uzun zamandır beklediği ve en başından beri hakkı olan terfiyi artık almak üzereyken, Can tarafından Almanya’ya gönderilen CV’si oldukça beğenilir. Çok iyi bir şirketin Pınar’ı kabul edebilme fikri Pınar’ı iki yakada bırakırken iş yerinde beklenmedik bir sürpriz ile yine hak ettiği o terfi ellerinden kayıp gitmiştir. Tüm zorluklar, kararsızlıklar ve tüm olanlar sonucunda Pınar kararını Türkiye’de kalmaktan yana verir ve Can ile bir vapur seferinde başlayan ilişkisi yine bir vapur seferinde biter. Pınar’ın cümlesi ile anlatmak istersek “O zaman sen başka sefere ben eve.”
Uzun zamandır çeşitli sebepler yüzünden susan, susmak zorunda kalan ve baskılanan Pınar artık hayatın tüm zorlukları ile yüzleşmeye hazırdır ve “manzarayı değiştirmek” yerine “baktığı manzarayı” değiştirip güzelleştirmek için mücadele eder. Türkiye’de kalıp hayatın tüm haksız yönleri ile yüzleşerek “sesi daha çok çıkan haksızlar” ve haksızlıklar ile mücadele etmeye hazırdır.
İrem’in Mücadelesi: Bir Dizinin 3 Yıllık Direnişi

Pınar’ın yaşadıklarını izlerken birçok seyircinin kendinden bir parça bulacağına şüphe yok. Peki ya İrem Sak? O da kendinden bir parça eklemiş midir? Elbette. Dizinin çekimi bittikten sonra, üç yıl platform bulamama sorunuyla yüzleşip bu güzel diziyi bizlere sunamaması, aslında işin en acı tarafı. Mizahla sarılmış hayatın gerçekleri, üç yıl boyunca arşivlerde mayalanırken, kadının hayatın her alanında yaşadığı sıkıntılarda ne yazık ki bir değişiklik olmadığını gösterdi. Hayat değişti, dünya değişti ama kadınların karşılaştığı zorluklar hâlâ farklı şekillerde vücut bularak aynı kalmaya devam etti.
İrem Sak’ın Pınar’ı canlandırmadaki başarısı ise göz kamaştırıcı. Yaşadığı sıkıntıları, duygularını ve çelişkilerini bu kadar güçlü ve samimi bir şekilde ekrana taşıması, karakterle adeta bütünleştiğini gösteriyor. Ama unutmamak gerek ki, bu projeyi hayata geçirmek için İrem Sak da kendi yolunda büyük engellerle karşılaştı; üç yıl boyunca beklemek zorunda kaldı, projeyi sunacak doğru platformu bulmak için mücadele etti. İşte bu yüzden, hem Pınar’ın hem de İrem Sak’ın hikâyesi bize aynı gerçeği fısıldıyor: Kadın olmak hâlâ mücadele gerektiriyor ama cesaret ve tutkuyla bu mücadele görünür kılınıyor. Sonuçta, İrem Sak’ın Pınar olduğunu anlamamız, sadece bir performansın değil, aynı zamanda bir direnişin de zaferi.
Mücadele, Mizah ve Cesaretin Hikâyesi

Yazımın sonunda, iş hayatında, sosyal hayatta ve kısacası hayatın her alanında mücadele eden, haksızlığa uğrayan ve sesini duyurmak istediğinde bu sesi haksızlıklarla bastırılan tüm kadınların yaşadığı zorlukları apaçık gözler önüne seren İrem Sak ve ekibine teşekkür etmek isterim. Onlar, kadınların verdiği sessiz ve görünmez mücadeleleri mizah, gerçekçilik ve cesaretle ekrana taşırken, izleyiciye hem empati kurma hem de düşündürme fırsatı sunuyor. Her kendi hayatında karşılaştığı adaletsizlikleri, engelleri ve haksızlıkları görünür kılan bu çalışma, sadece bir dizi değil; kadınların yaşadığı gerçeklerin aynası, seslerinin duyulması için bir çağrı niteliğinde. Bu yüzden, emeği geçen herkese minnetle…
Dizinin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz