Stephen King‘in aynı adlı eserinden uyarlanan 1990 yapımı filmin yönetmenlik koltuğunda Rob Reiner oturuyor. Hiç şüphesiz “korku” denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Stephen King’in “Misery” adlı eseri, türe ilgi ve sevgi duyan okur ve izleyiciler için olmasa da büyük bir olasılıkla meraklıları için saklı kalmış olması muhtemel bir eserdir. Bu yazıda yalnızca gerilim dolu bir hikayeyi değil, belki de dehşet verici öyküleriyle tanınan ünlü yazar Stephen King’in kendi korkularını da mercek altına alacağız. Şimdi gelin, hikayenin ana karakteri Paul Sheldon ve onun bir numaralı hayranı olan Annie Wilkes ikilisinin arasındaki gerilimi daha yakından inceleyelim.
1. Bir Numaralı Hayran

Öncelikle olarak, tür sinemasının en ikonik karakterlerinden birine dönüşen Annie Wilkes‘dan bahsetmeden önce karaktere hayat veren Kathy Bates‘ten kesinlikle söz edilmelidir. Kathy Bates, özellikle Annie’nin başlangıçtaki yardımsever kişiliğinin arkasına sakladığı ürkütücü sapkın karakterin dışavurumunda son derece başarılır bir performans sergiliyor. Öyle ki, oynadığı bu karakterle adeta hafızalara kazınan Kathy Bates, 1991 yılında En İyi Kadın Oyuncu Oscarı‘nın sahibi oluyor. Annie Wilkes’in çalkantılı karakter gelişimi izleyicinin gözünde zaman zaman tutkulu bir çocuk profili çizerken zaman zaman da acımasız bir sapkın profili çiziyor. Annie karakteri, yalnızca diyaloglarla hikayeyi bir adım ötesine taşımıyor aynı zamanda jest ve mimikleriyle filmin gerilim unsurunu sürekli olarak canlı tutuyor.
2. Paul Sheldon veya Stephen King

Paul Sheldon ya da Stephen King’in kendi korkularının son derece samimi bir yansıması olan karakter. Paul Sheldon’ın tek bir tür bağlamında yazarlığını sıkıştırma endişesi belki de korku türünün önde gelen isimlerinden biri olan King’in kendi endişesidir. Tıpkı bir süre sonra oynadıkları karakterlerle anılmaya başlayan ve bunu bir “yerinde sayma” durumu olarak görmeye başlayan oyuncular gibi. Bu sebeple Misery adlı öykü ve bu öykünün iyi bir uyarlaması olarak değerlendirilen 1990 yapımı film, Stephen King’in sevenlerine bir açık mektubu olarak da görülebilir. Çünkü, hikaye aslında bir üçgeni anlatıyor: yazar, eser ve okur ya da sanatçı, sanat ve sanatsever.
3. Tutku

Misery, bütün bunların ötesinde Annie Wilkes karakteri aracılığıyla “fanatizm” kavramına yönelik de bir sorgulama alanı sunuyor. Bu bağlamda, bugün takipçisi olunan pek çok sinema filminin, dizilerin ya da hayat verdikleri karakterlerle milyonları etkisi altına alan aktör veya aktrislerin yarattığı büyük etki göz önünde bulundurulabilir. Bu durumun, elbette ki sanatın inanılmaz gücü olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Ancak, genel çerçevede fanatizm kavramını ayrı olarak ele alırsak filmin bu durumun tehlikeli boyutlarını ne ölçüde ele aldığını gözlemleyebiliriz. Son olarak, filme bir bütün olarak bakıldığında gerilim unsuru ve oyuncu performansları ile seyir deneyimi son derece yüksek bir film olduğunu samimiyetle söyleyebilirim.
İyi seyirler!
Kaynakça
Öne Çıkarılmış Görsel: Web.
Robert. Ong. “The Symbolism Behinf Paul Sheldon of Misery”. thegreenmanreview.com. Erişim: 17.10.2025 Web.