Kurtuluş Savaşı yıllarında hem cephede hem de cephe gerisinde verilen mücadeleleri anlatan birbirinden değerli 21 Romanı sizler için hazırladık, keyifli okumalar diliyoruz.
- Ateşten Gömlek – Halide Edip Adıvar
Türk edebiyatının önemli yazarlarından Halide Edip Adıvar, Kurtuluş Savaşı yıllarını Ateşten Gömlek ile günümüze taşıyor. Adıvar, Kurtuluş Savaşı mücadelesinde Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında bizzat yer alıyor. Ateşten Gömlek, yazar tarafından tam da bu yıllarda kaleme alınmaya başlıyor. 1922 yılında ilk kez yayımlanan eser, Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ilk roman olarak biliniyor. Eserde savaş yıllarında Anadolu’nun durumu tüm gerçekliğiyle yansıtılırken, kahramanların iç dünyasına da değiniliyor.
”İşte mitralyöz tıkırtıları… İşte top, işte kurşun vızıltıları…işte durmadan yere serilen atlı ve yaya askerler. Hâlâ korkmuyorum. Ne garip şey! Harpte biricik korkunç şey insanın korkusu galiba. Bozgun ve geri çekilme olmayan yerde meğer korku yokmuş.”
- Vurun Kahpeye – Halide Edip Adıvar
Vurun Kahpeye romanında Afyon ilinin bir kasabasında öğretmenlik yapan Aliye öğretmenin yaşadıkları konu alınıyor. Yerel halktan Yunan işgaline çanak tutan Türklerin yoğun bir şekilde eleştirildiği Vurun Kahpeye, dönemin Anadolu insanının fakirliğini de çapıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
”Dağılan ve disiplini bütünüyle yok olan Yunan askeri, baştanbaşa kasabayı yağmalamaya ve yakmaya başladılar. Kasabanın üstünden koskoca ve kızıl bir ateş dalgası her şeyi sarıyor, yalıyor, yutup geçiyordu. Bu ateş dalgası arasında insanlar kaçışıyor, boğuşuyor, yanıyor, kıyamete benzer bir çığlıkla çığrışıyorlardı.”
- Yaban – Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun en başarılı romanları arasında gösterilen Yaban, ilk defa 1932 yılında okuyucuyla buluşuyor. Romanda zaman aralığı olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonuna kadar geçen süre seçiliyor. Yaban, söz konusu dönemde köylerin ve köylülerin durumunu ele alarak kurtuluş mücadelesine farklı bir perspektiften bakmaya olanak sağlıyor. Yazar bununla birlikte, yarattığı farklı statüdeki karakterlerle aydın-köylü çatışmasını da başarılı bir şekilde kurguya ekliyor.
”– Kolunuzu nerede kaybettiniz?
– Çanakkale’de… dedim.
– Ha ha, öyle ise siz mükemmel bir Kemalistsiniz.
– Bir Kemalist mi? Evet. Fakat, Çanakkale’de harp ettiğim için değil, sade bir namuslu Türk olduğum için…”
- Ankara – Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Romanın ana teması Millî Mücadele yıllarında hiçbir çıkar gözetmeksizin yurtları için çalışan bazı subayların ve politikacıların zaferden sonra “sermaye çevreleriyle ilişkileri” ya da “arsa spekülasyonu”, “taahhüt işi” gibi girişimlerle zenginleşmeleri, “inkılap”a boş vermeleridir. Romanın kadın kahramanı Selma’nın yaşamı izlenerek Millî Mücadele inancının ateşli dönemleri ve sonrası anlatılıyor. Ankara romanı ütopik bir romandır. Bu romanda yazarın özlediği, özlemini çektiği geleceğin Ankara’sı dolayısı ile Türkiye’sidir.
”Cihanın dört bir köşesinden gelmiş heyetler, bütün devletlerin elçileri, diplomatlar, gazeteciler, hep ayakta, aynı saygı ve dikkat ile Türk namını taşıyan bu “mucize adamı”nın sesini dinliyordu.”
- Sodom ve Gomore – Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bir diğer Milli Mücadele romanı Sodom ve Gomore’de olaylar, işgal altındaki İstanbul’da geçiyor. Eser ismini, kutsal kitaplarda hikâyeleri anlatılan, azgınlıkları sebebiyle helak edilen Sodom ve Gomorra şehirlerinden alıyor. İstanbul’da doğu dünyasının sembolü olan Fatih semti işgalin üzüntüsünü yaşarken; Harbiye (Beyoğlu, Beşiktaş) semti işgalcilerle türlü ahlaksızlıkların içerisine giriyor. Millî Mücadele’ye farklı bir pencereden bakmamıza vesile olan Sodom ve Gomore, işgallerin milletlerin içerisindeki ahlaksızları ortaya çıkarışını gözler önüne seriyor.
”Sami Bey, Tanzimat devrinin meydana attığı o biçim alafranga Türkler’dendir ki Türk’ten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceği fikrindedirler.”
- Biz İnsanlar – Peyami Safa
Boğaziçi’ndeki okullardan birinde yatılı okumakta olan Tahsin, kendisine eşek Türk diyen Cemil’e taş atar ve onu yaralar. Okulun öğretmenlerinden Orhan ilk müdahaleden sonra yaralanan çocuğu evlerine götürür. İdealizmle materyalizm arasında bocalayan, milliyetçi bir öğretmen olan Orhan, Mütareke sonrası İstanbul’unun zengin ve yozlaşmış kesimiyle bu olaydan sonra ilişki kurar ve o evdeki Batılı tarzda eğitim almış, kozmopolit düşüncelere sahip Vedia’ya âşık olur. Peyami Safa, yazarlığının zirvesinde olduğu dönemde kaleme aldığı Biz İnsanlar romanında can alıcı bir soru sorar: “Türkiye’nin yaşayacağına inanmayan bir Türk’ün kaç türlü ahlakı olabilir?” Mütareke döneminde aydınların gündemini işgal eden materyalizm, sosyalizm, mandacılık, milliyetçilik gibi fikirleri karakterleri üzerinden tartışarak ideal buhranı yaşayan insanların dengelerini yitireceğine işaret eden Peyami Safa, insanın maddî bir varlıktan çok manevî bir varlık olduğunu, insanda ruhun maddeden önce geldiğini gösterir.
”Düşman şehre girmiş ne çıkar? Davranır, kovarız; fakat bir de fenalığın bin çeşidi ruhlarımızı işgal etmiş. Ahlâkımız, faziletimiz işgal altında…”
- Sözde Kızlar – Peyami Safa
Sözde Kızlar ’da ise Yunan işgalinden kaçıp babasını aramak için İstanbul’a gelen Mebrure, uzaktan akrabalarının zevke batmış konağına Millî Mücadele gerçeğini taşır. Babası Yunan askerlerince yakalanmıştır. Anadolu ise düşman işgali altındadır ve karmakarışıktır. Anadolu, bu durumdayken İstanbul eğlenmeye devam etmektedir.
”- Anadolu, güzeldir değil mi?
Harikulade – Fakat, refah yok.
Refah dediğiniz nedir? Elektrik ve otomobilse, belki bunlar yok fakat kalp rahatı var.”
- Sahnenin Dışındakiler – Ahmet Hamdi Tanpınar
“Sahnenin Dışındakiler”de zaman 1920 yılıdır ve mekân İstanbul olarak yer alıyor. Türk milletinin yaşadığı o ateşten günlerde İstanbul hem bir sahne hem de sahnenin dışı. Asıl sahne Anadolu, bu sahne dışı İstanbul’da pek az görünüyor, değişik aynalardan görülüyor. “Sahnenin Dışındakiler”de kalabalık bir şahıs kadrosu öne çıkıyor. Bunlar içinde gözden düşmüş fakat kendilerinin her an hatırlanacağını uman devlet adamları, harp vurguncuları, idealistler, hainler, fedakâr kadınlar, düşmüş kadınlar, değişen hayat şartları içinde yerlerini arayanlar, ıstırabın hayatlarını kararttığı insanlar yer alıyor.
“Orada (Anadolu’da) mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız”
9. Küçük Ağa – Tarık Buğra
Ölümsüz yazar Tarık Buğra’nın en tanınmış eserlerinden olan Küçük Ağa, Milli Mücadele yıllarını çarpıcı bir hikayeyle ele alıyor. Roman, aynı dönem için yazılan birçok eserden farklı olarak küçük bir kasabayı merkez ediniyor. Bunun yanı sıra Milli Mücadele’ye yerel direnişçi ve çetelerin bakış açısını da ekliyor. Eser söz konusu dönemin bir yansıması olarak, farklı iç gruplar arasındaki fikir ayrılıklarını tema olarak işliyor. Ve bu yönüyle tarihe ışık tutan en değerli Türk romanları arasında gösteriliyor.
”Bir mezarının kıyısında boğuşuyor, yeniden hayata katılmak için dişini tırnağına katıyordu. Bu trajik savaşta yenilişin hesabını yapmak kolaydı. Fakat zor olan, Küçük Ağa’yı terleten, diken üstünde gibi tedirgin eden zaferdi, zaferden sonrasıydı. Zira, o inanıyordu ki başlangıç bu günler değildi, başlangıç zafer denilen şey olacaktı. Başlangıç, yani Türkiye’nin hayatıyla ilgili asıl savaşın başlangıcı. Ve bu savaş zaferden sonra başlayacak; iyilerle kötüler, mideciler ve budalalarla vatanseverler arasında geçecekti.”
10. Esir Şehrin İnsanları – Kemal Tahir
Esir Şehir Üçlemesinin ilki olan Esir Şehrin İnsanları Osmanlı’nın son yıllarındaki Mütareke Dönemi’ni, İstanbul’un direnişini ve bu süreçte Osmanlı toplumunun tutumunu gerçekçi bir şekilde işliyor. Eserde “İstanbul Hükümeti yanlıları”, “Kuvayımilliyeciler” ve “vatanın gidişatını önemsemeyenler” olmak üzere üç temel tipe yer veriliyor.
Ana kurgu olarak bu üç grubun fikir çatışmalarını temel alan Esir Şehrin İnsanları, söz konusu dönemin ideal aydın tipini, romanın başkahramanı olan Paşazade Kâmil Bey üzerinden ortaya koyuyor. Millî Mücadele dönemi eserlerinin ortak özelliği olarak eğitimli bir Osmanlı gencinin içsel çatışmaları düzleminde ilerleyen Esir Şehrin İnsanları, nihayetinde kurtuluş için sahip olunması gereken fikirsel olgunluğa ulaşma sürecini konu ediniyor.
“Bir vatan kaybediyoruz karıcığım! Bunun anlamını kavrayamadığına eminim. Inşallah kavramana da meydan kalmaz. Ben Hindistan’ı, Siyam’ı, Mısır’ı yani sömürgeleri hep dolaştım. Oralarda yabancı üniformasıyla dolu, salonları, sarayları gördüm. İngiltere’de tanıdığımız subaylardan hiçbirisi, sömürgelerinde gördüklerime benzemiyordu. Londra’da insan olan bir binbaşı, Hindistan’da hayvan haline gelmişti.”
11. Esir Şehrin Mahpusu – Kemal Tahir
Esir Şehir Üçlemesi’nin ikinci cildi ‘Esir Şehrin Mahpusu’nda, Kâmil Bey hapistedir; kendisiyle, ailesiyle ve ait olduğu Osmanlı aristokrasisiyle derin bir hesaplaşmaya girişir. Çürümüş, işbirlikçi aileler, Anadolu’da gitgide güçlenen Kuvayı Milliye direnişi ve hapiste, korkunç bir dram içinde, yapayalnız, kendisini Kurtuluş Mücadele’siyle yeniden yaratmaya karar veren Kâmil Bey…
”Kendi değerimizdekilerin ya da kendimizden üstün olanların pisliğini neden pislik saymıyoruz? Biz ancak kendimizden aşağı gördüklerimizin pisliklerinden iğreniyoruz. Bizim pislik anlayışımız, biraz şey… Yani biraz daha pis.”
12. Yorgun Savaşçı – Kemal Tahir
Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın baş kahramanıdır. İstanbul’a geldiğinden beri, bir türlü üzerinden atamadığı yorgunluğu sanki dinlendikçe çoğalan Cemil, bir yandan aşık olup evlendiği teyze kızı Neriman ile her şeyi bırakıp uzakta bir köyde yaşamayı isteyecek kadar bıkkın; diğer yandan Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’de ön saflarda yer almayı isteyecek kadar da cesurdur. 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlatan ‘Yorgun Savaşçı’, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir.
” ‘İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?’ dedim. ‘Kestirme yolu bu mudur?’ diye alay ettim. Düşünüyorum da akıldan yana biz neredeyiz, Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta yola çıktı: Yani, İzmir’e Yunanın girmesinden bir gün sonra… Neden Samsun’a gideceğine, Bandırma’ya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlar durumun özelliğine göre burada yıldırım olup yakmaktansa, oradan gürlemenin daha etkili olduğunu bilirler!”
13. Halas – Mehmet Rauf
Halas Mehmet Rauf’un kaleme aldığı son romandır. Konusunu İstiklal Savaşı’ndan alan eser özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin anlatıldığı ve şehrin bu yıllardaki sosyal yaşamından kesitler aktaran bölümleriyle ilgi çekicidir. Hayatının son döneminde vücudunun sağ tarafına inen felç nedeniyle kitabını zaman zaman eşine dikte ettirerek tamamlayabilen yazar duygusal, heyecanlı ve bazen öfkeli bir üslup kullanmıştır.
”Ben, diyordu, Mustafa Kemal’e vicdanımın bütün samimiyetiyle tapıyorum. O olmasaydı bugün biz Türkler yok olmuştuk. Gerçi ötede beride kahramanlıklar yapılmadı değil, orada burada kendilerini tehlikeye atarak düşmana karşı gelenler pek çok oldu. Fakat asıl Mustafa Kemal’dir ki bu çeşitli ve dağınık kahramanlıklara bir mânâ, bir kimlik, bir canlılık verdi. Kesin bir hedef tayin etti ve onları takip etmeleri gereken yola sevk etti. Anadolu’nun bugünkü ülküsü tek bir mânâyla Mustafa Kemal ülküsüdür.”
14. Aşk ve Zafer – Halide Nusret Zorlutuna
Aşk ve Zafer, devrinde ‘Ümmü’l-Muharrirât (Yazarların Annesi) unvanını almış Halide Nusret’in en çarpıcı romanı. Milli Mücadele yıllarında İstanbul’da ve Urfa’da yaşanan bir aşkın romanı. Roman, Milli Mücadele’nin Anadolu’da ve İstanbul’da yaptığı değişimleri, Urfa’nın kültürel dünyasını, Halide Nusret’in bakış açısıyla sunuyor. Roman, Halide Nusret’in biyografisinden kuvvetli izler taşımasıyla ayrıca önem kazanıyor. Roman, Urfa’daki hayat etrafında kadın meselesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.
”Askerin oturmasına tahsis edilmiş bulunan deniz boyundaki köşklerden zabit namzetlerinin marş sesleri geliyordu: “Dağ başını duman almış Gümüş dere durmaz akar…” O günden tam iki yıl sonra, güneş başlı bir büyük komutanın, bu marşı söyleye söyleye Samsun sahillerinden Anadolu içlerine gideceği; vatanı bir korkunç felâketten kurtaracağı o tarihte kimin aklına gelirdi?”
15. Üç İstanbul – Mithat Cemal Kuntay
Yirmiyi aşkın, önde gelen roman kahramanı, bir romanı roman yapan bütün ruh çözümlemeleriyle karşınızda. Aynı zamanda gerçek tarihî kişilikler ile başka yardımcı unutulmaz tipler romana ustaca yedirilmiş… Simsiyah ve 33 yıl sürmüş Abdülhamit dönemi baskısıyla İstibdat İstanbul’u… Özgürlük adına iktidara gelenlerin yönetiminde olduğu ama Abdülhamit’e rahmet okutturan Meşrutiyet İstanbul’u…Batan bir imparatorluğun bütün sefaleti ile ülkeyi işgal edenlere yaltaklanmada birinci olanların İşgal İstanbulu…ve bütün bu İstanbul’ları dikey olarak kesen bir yazar hayatı: Muharrir Adnan Bey.
“Şimdi vatan bir insan gibi ölürken bir insan bir vatan gibi ayaktaydı: Mustafa Kemal! Mustafa Kemal ayağa kalkınca yeryüzüne vuran gölgesine bütün bir memleket sığıyordu. Mustafa Kemal ayağa kalktı demek on beş milyon muzdaribin altında duracağı bir bayrak vardır demektir.”
16. Kalpaklılar – Samim Kocagöz
Kalpaklılar, Samim Kocagöz’ün belgelere dayanarak işlediği bir destan: İşgal altındaki topraklardan Kuvâ-yi Milliye’nin doğuşuna, cephelerdeki çarpışmalardan gerici ayaklanmalara kadar Kurtuluş Savaşının, bir ulusun bağımsızlık için verdiği mücadelenin gerçek destanı.
”Hattı müdafaası yarılan Türk birlikleri, hemen sathı müdafaa yapa yapa toparlanıyor, çok geçmeden yeni bir cephe kuruyorlardı. Sanki Türk ordusunun Başkumandanı oturmuş, sakin sakin düşmanı ile satranç oynuyordu: Düşman hangi taşını, taşlarını sürse, hemen onun karşısında, ona fark ettirmeden sağdan soldan aktardığı taşları ile bir savunma tertibi kuruyordu. Düşmandan az kuvvetlerle bu oyun, ancak böyle oynanırdı.”
17. Şu Çılgın Türkler – Turgut Özakman
Turgut Özakman önce Mondros Mütarekesi’yle II. İnönü savaşı arasında geçen dönemi özetliyor. Peşinden altı yüz elli sayfalık bir destan. Sanki elinde kamera varmış gibi bir Türk tarafına, bir Yunan tarafına; bir İstanbul’a, bir İngiltere’ye odaklıyor bakışlarını. Ve bu ahlaksız işgale dağıyla, çiçeğiyle, insanıyla, hayvanıyla; canlı-cansız bütün varlığıyla topyekûn direnen Anadolu’yu anlatıyor.
“Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, yurdumuzu Batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.”
18. Kurtlar Sofrası – Attilâ İlhan
Memleket o sıralarda gerçekten bir kurtlar sofrasına dönmüştür. Herkes çıkarını sömürmekte bulmaktadır ve bütün sömürücülerin parça parça yok ettiği şey halkın payıdır. Sürüklenilen yıkımdan kurtulmak için bir sentez ve bir hareket gereklidir. Romanda bunun ancak Kuvâ-yı Milliye ruhuna bağlı demokrat bir toplumculuk ve ulusal bir devrimcilik olabileceği gösteriliyor.
”Biz mahvolmuş bir nesiliz, anlıyor musun, mahvolmuş! Bize batılı olun dediler, olduk; onlar doğulu kaldı! Bize öğrenin dediler, büyük fikirlere heveslendik, kitaplarımızı yasak ettiler, okutmadılar.”
19. Allahın Süngüleri “Reis Paşa” – Attilâ İlhan
Yıl 1920. “Reis Paşa” artık Anadolu’ya geçmiş, milletvekilleri Ankara’ya toplanıyor. Yurdun dört bir yanında direnişin ateşi harlanmış. Ama kışkırtmaların, ayaklanmaların da ardı arkası kesilmiyor. Ortalık toz duman. “Reis Paşa”, bir yandan savaşı yönetirken, bir yandan da tasarladığı geleceğin tohumlarını atıyor… Allah’ın Süngüleri bu büyük direnişin öyküsünü anlatıyor ve onun kahramanlarının etten kemikten, “insan” resimlerini çiziyor. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Halide Edip, Yunus Nadi… Makbule Hanım, Zübeyde Hanım, büyük aşk Fikriye… Tarih kitaplarında birer isim olan bu şahsiyetler romanda adeta canlanıyor, hayat buluyor. Hepsi, bazen soğuk Ankara tepelerinde, bazen İstanbul’un bir zengin konağında, bazen tıklım tıklım direnişçi dolu trenlerde, bazen meclise giden tozlu yollarda nefes alıyorlar.
”Kemal Paşa önce bir şey demez, leblebi tabağından iki leblebi alır; sonra leblebiler elinde konuşur: “…nankör olmayalım ! İttahatçılık, bir ocaktır; yetişmemizde dahli var, bu…bu gayr-ı kaabil-i inkâr bir hakikat..! Ne var ki onlar Garplılaşmak temayülündeydi, biz medeniyetçi olacağız… Onlar Komitacıydı, biz inkilâpçıyız… Onlar Osmanlılaşma taraftarıydı, biz milliyetçiyiz…eğer bu hakikatleri anlatabilirsek…millet dâvamızı tecviz edecektir”
20. Sırtlan Payı – Attilâ İlhan
Romanının başkahramanı Miralay Ferid’dir. Miralay Ferid, Harbiye’de eğitim almış, 1. Dünya Savaşı’na, ardında da Kuvâ-yi Milliye’ye katılarak bağımsızlık savaşı vermiş bir subaydır. Roman, 27 Mayıs 1960’da gerçekleşen askeri darbenin hemen ardından başlar. Miralay Ferid 70 yaşındadır ve 27 Mayıs İhtilali’nin ateşli bir savunucusudur. 27 Mayıs İhtilali’nin üzerinden henüz 2 ay geçmemişken Miralay Ferid kalp krizi geçirir. Bu krizden sonra hasta yatağında ihtilalden önce ve sonra yaşadığı dönemin siyasal olaylarını sorgulayan Miralay Ferid, bir yandan da geçmişine dönerek 1908’in 2. Meşrutiyet’ini; 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Filistin ve Suriye cephelerinde yaşadıklarını; Osmanlı’nın yenilgiyi kabul edişinin ardından bir sivil olarak girdiği gizli teşkilat ile Anadolu’da bulunan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardım çabasını ve düzenli ordu kurulunca bağımsızlık savaşına katılmasını hatırlar ve geçmişinin siyasi olaylarıyla hali hazırdaki siyasi olayları karşılaştırarak anlamlandırmaya çalışır. Tabi, bu çaba geçmişin şahsi meselelerini de anımsaması anlamına gelir.
”Kadıköy mitinginden bir gün önce işgali protesto amacıyla okullar kapatılmış, bu defa üç bine yakın ‘muallim ve muallime,’ Darülfünun ‘da toplanıp ant içmişti: “İzmir Türk kalacaktır!”
21. Milli Mücadelede Çamlıca’nın Üç Gülü – Hıfzı Topuz
“Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz,
Aşk bahçesinin bülbülüyüz,
Dillerde gezer söyleniriz,
Gamsız yaşarız eğleniriz…”
Yesârî Âsım Arsoy’un bu ünlü şarkısına konu olan Çamlıcalı üç kız kardeş, Milli Mücadele yıllarında İstanbul’daki gizli direniş örgütleriyle işbirliği yapmışlar; İngilizlerden ve Fransızlardan önemli bilgiler sızdırarak, düşman kontrolünde bulunan silah depolarının boşaltılıp Anadolu’ya silah sevk edilmesinde görev alarak direnişe büyük katkıda bulunmuşlardır. Hıfzı Topuz, romanında bu üç genç kızın gizli kalmış heyecan dolu yaşamlarını ve aşklarını gün ışığına çıkarıyor. Anılara ve belgelere dayanarak kaleme aldığı romanda yazar, Çamlıcalı kızların yaşadıklarından yola çıkarak, Kurtuluş Savaşı’nın çok az değinilen yeraltı örgütlerini ve ajanlarını, gerçek bir halk hareketinin unutulmuş kahramanlarını anlatıyor.
”- Kemal Bey, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı dünyada ilk kurtuluş savaşını veriyoruz. Ne yazık ki bazı sahte aydınlar bunu hâlâ anlamıyorlar. Bunlar yarın kaçıp gidecekler. – Gitmezler kardeşim, gitmezler; yarın bizden daha çok Kemalist kesilirler. Öylesine ahlaksızdır bunlar.”
22. Kutsal İsyan – Hasan İzzettin Dinamo
Yazar, sekiz ciltlik belgesel romanında, Milli Mücadele’yi öncesindeki olaylardan başlayarak kronolojik ve edebi bir öyküleme tekniği içerisinde sunuyor.
”Mondros Bırakışması’nda İzmir’in işgali de düşünülmüş ve bu işin tereyağından kıl çeker gibi gürültüsüz patırtısızca yani hâdisesiz olması kararlaştırılmıştı. Keçi sakallı Venizelos Efendilerine böyle söz vermişti. İzmirliler, şehrin Yunanlılara verileceğini ilk işittikleri günden beri tedirgindiler. Artık güzel izmir’in savunması kadere bırakılmıştı. Bu şehri ancak bir mucize kurtarabilirdi.”