Bir resmi anlamanın iki yolu vardır: İlkinde ona ne olduğunu bilmeden sadece bakılır ve görüntüler kişiyi etkiler, eser insanlarda bir algı ve duygu durumu yaratmayı başarır. İkincisi ise eserin sanatçısını tanıyarak resme bakmaktır. Bu yolda sanki sanatçının ne amaçladığını bilir gibi o eserden etkilenebiliriz.
İşte karşınızda Giorgio de Chirico’nun ilginç metafizik eserlerinden biri olan “Bir Sokağın Melankolisi ve Gizemi” adlı tablosunu görmekteyiz. Hadi gelin bu gösterişli isme sahip olan tabloyu biraz daha yakından inceleyelim. Eminim ki her insanda farklı bir etki uyandıracaktır.
Öncelikle ilk yol ile başlayacağız çünkü bilgi, bilgisiz deneyimlerin olasılıklarını kısıtlar. Daha sonra ise eseri tekrar Giorgio de Chirico’yu ve sanat anlayışını ele alarak inceleyeceğiz.
Bir Sokağın Gizemi ve Melankolisi
Eserde geometrik ve renk kullanımı açısından keskin ayrımlar var. Gerçekten de ismini izleyicisine yaşatıyor gibi. Bu sadece bir sokak resmi ama bizi garip bir tekinsizlikte bırakmayı başarıyor: Resim izleyicinin bakışlarını belli yönlere çekiyor ve ardından bir karanlık ve bilinmezlikle karşılıyor.
Resimde ilk göze çarpan sol tarafta iyi bir perspektif ile yerleştirilmiş beyaz yapı. Bu yapının çarpıcı beyazı, oldukça düzenli kapıları ve pencereleri gözleri uzandığı ufka yönlendiriyor fakat uzaktaki manzara sadece ufak bir aralıktan görülüyor, başka bir yapı tarafından görüşümüz sınırlandırılmış, bu ilk gizem.
İkinci gizeme doğru ilerlediğimizde ise öteki yapının beyaz olanın aksine oldukça karanlık olduğunu fark ediyoruz. Öyle karanlık ki içerisinde ne olduğu dahi görünmüyor. Ardından küçük bir kız çocuğu figürü görülüyor. Kız resmin öteki köşesine doğru koşuyor ve izleyiciyi meydanı görmeye yönlendiriyor fakat bu istek yine aynı karanlık yapı tarafından engelleniyor.
Göremediğimiz meydandan küçük kıza göre oldukça heybetli gölgeler düşüyor gölgelerin sahibini bilemiyoruz, bu üçüncü gizem.
Karanlık yapının önünde bir vagon var ve kapıları resmin dışına doğru açık. Bu, bakışları sokağın görünmeyen tarafına yönlendiriyor. Vagon neden orada, neden kapakları açık, kim açtı bilemiyoruz. Dördüncü gizem.
Böylece sokak bizi sınırlı görünümüyle ve tüm görünmeyenleriyle içine almayı başarıyor.
Kıza bakılırsa onun için aydınlık meydanda oldukça güzel güneşli bir gün. Zıtlıklar ve bilinmezler sıradan güneşli bir günle birleşiyor. Sanırım insana melankoliyi bu sıradan günü uzaktan izlemek veriyor.
Bu eser; 20. yüzyıl sanatını etkilemiş, şaşkına uğratmış, tartışmalar yaratmış, kendi sanat türünü oluşturmuş ve adına “metafizik sanat” demiş bir adamın eseri.
Şimdi sanatçıyı tanımaya başlayabiliriz.
Giorgio de Chirico
Giorgio de Chirico İtalyan kökenli olup Yunanistan’da doğmuş, Münih’te güzel sanatlar akademisinde okumuş; Milano, Floransa ve Paris’te yaşamış bir sanatçı. Eserlerinde mimari üstünlük kurmuş ve hayatını geçirdiği yerlerin mimarisini eserlerinde bir mekan olarak yansıtmıştır.
Sanatçı, geometrik mekan oluşumunu güzelliğin ve derin melankolinin temeli olarak görmüştür. Yunanistan ve İtalya’daki yaşamından etkilenmiş olacak ki mitolojiye ve klasik resim tekniklerine önem vermiştir. Perspektif kurallarını özenle kullanmış bilinçli olarak algıdaki perspektifi tamamlanmasını engellemiştir. Gerçek olabilecek bir perspektifle gerçek hayatta mümkün olmayan bir perspektifi birleştirmiştir.
Metafizik Resim Düşüncesi
Giorgio de Chirico, Münih’teki eğitimi sırasında Arnold Böcklin ve Max Klinger‘in sanatına, Friedrich Nietzsche ve Arthur Schopenhauer‘in yazılarına ilgi duymaya başlamış ve 10 sene boyunca kendisini adadığı metafizik sanat görüşünü geliştirmiştir.
De Chirico kendisini Nietzche’nin anlamsızlık düşüncesinin resimdeki uygulayıcısı olarak görür. Tıpkı Nietzche’nin insani özellikleri saçmalık olarak nitelendirip üst insan oluşumu düşüncesi gibi Giorgio da günlük hayatımızda alıştığımız mantığı silip görünümlere yeni bir düzen vermiş gibidir.
Sanatçı; tanıdık olduğumuz nesneleri, mimari yapıları, figürleri uyumsuz bir şekilde aynı mekanda toplayarak anlam ve mantık yokluğu yaratır. İnsan zihni gördüğünü bağlantı kurarak anlamlandırır, De Chirico ise bağlantı kurmaya çalışan zihni bir boşlukta bırakır. Bu boşluk kendisinin deyimiyle “enigma” deneyimidir. Enigma, muamma demektir, tanımlanamazdır. De Chirico enigmadan çok bahseder ve bazı eserlerinin isminde de kullanır.


“Resme çevrilebilecek çok sayıda tuhaf, bilinmeyen ve münzevi şey var […]. Her şeyden önce gerekli olan, şiddetlenmiş bir duyarlılıktır.”
De Chirico’nun sunduğu enigmaları yeni büyülü bir gerçeklik olarak deneyimleyebiliriz. Kendisi büyüleyici enigma gerçekliğinde yaşarken dünyaya da bu deneyimi miras bırakmayı başarmıştır.
De chirico Nietzsche’ye takıntılı gibiydi. Metafizik sanat fikri onun yazılarında tanımladığı algıları resme dökmek amacıyla oluşmuş desek yanlış olmaz. Nietzsche’nin görüşlerini ne denli benimseyip sanatına yansıttığını kendisinin şu sözlerinden anlayabiliriz:
“Sanatta anlamın ortadan kaldırılması biz ressamların icadı değildir. Bu tür saçmalıkları ilk keşfedenin Nietzsche olduğunu ve bunu şiire ilk kez uygulayan kişinin Fransız Rimbaud olduğunu kabul etmek doğrudur; resimde ilk uygulayan ise aşağıda imzası bulunan benim. […] Kübizm ve Fütürizm, her ressamın yeteneğine göre az çok yetenekli görüntüler üretseler de, duyudan kaçmazlar. varlıkların ve şeylerin görselliğini dönüştürseler, parçalasalar, büyütseler, sonra yeni duyumlar sunsalar, eserlerine yeni bir lirizm ilham etseler de temsil edilen şeyleri trans-insan yapmayı başaramazlar; sonuç olarak sağduyunun sınırları içinde kalırlar. Biz metafizikçiler gerçeği kutsal kıldık.”
Bu sözlerden metafizik sanat anlayışını, Nietzsche felsefesi temelli kurduğunu, kendisini modern sanat anlayışının diğer sanat akımlarına bağlı sanatçılarından ayrı tuttuğunu anlayabiliriz. Ayrıca kendisi her ne kadar sürrealist olarak değerlendirilse de o, bu tanımı sevmez. Bu durumun düşüncelerini tam karşılayamadığını söyler. Bazı sürrealist sanatçılar tarafından da eleştiriler alır fakat eninde sonunda birçok sürrealist sanatçı De Chirico’nun eserlerinden çok etkilenir. De Chirico’nun tarihle, felsefeyle, şiirsellikle kurduğu ayrıksı sanat, çağdaş sanatın ilerleyişini etkileyebilmiştir.
Asıl odaklandığımız esere geri dönelim.
Resimdeki beyaz yapı aslında De Chirico’nun Münih’de görüp çok etkilendiği bir yerdir.
Diğer eserlerinde de sıklıkla kullandığı bu yapılar arkatlardır. De Chirico bu yapıların belirsizlik duygusu yarattığını düşünür ve çok fazla kullanır.
Resmin aslında iki versiyonu var: De Chirico ilk resmi 1914’te ikinci resmi 1948’de yapmıştır. Bazı detayları değiştirmiştir: Gölgeden ibaret olan kızı biraz ışıklandırmış, vagonu tekerleksiz yapmış, ilerideki gölgeyi değiştirmiş ve beyaz binayı da daha kısa yapmış. Renkleri daha canlı hale getirmiş ve ışık ile karanlığın zıtlığını daha da şiddetlendirmiş. Eserin gizem etkisini artırmaya çalışmış gibi görünüyor.


Resimdeki büyük gölgenin diğer eserlerde de çok fazla kullanılmasından dolayı bir heykel gölgesi olabileceği düşünülüyor.
De Chirico, klasik tekniklere ve perspektife çok önem vermiş. Bu resimde de yapıları Rönesans tarzında boyamıştır. Resmin perspektifini çelişkili kaçış noktaları ile kurmuş, beyaz yapının kaçış noktasını uzanmış olduğu ufuk iken, karanlık yapının kaçış noktasını meydanın ışıklı kısmına denk getirmiştir. Ayrıca tabloya biraz daha yakından baktığımızda ışık kaynaklarının da oldukça karışık olduğunu görebiliriz. Gölge içindeki vagon neden bu kadar aydınlık, ışığı nereden alıyor? Diğer gölgelerin de doğrultuları birbirine denk değil. Bu bize, bu eser düzleminin gerçek hayatta olamayacak şekilde düzenlendiğini gösteriyor. İlk bakışta net bir şekilde fark etmesek de resimde tuhaflık olduğunu buradan sezebiliriz aslında. De Chirico her zaman kullandığı teknikler ile bu eserinde de bir muamma/enigma yaratmıştır.
Sanat tarihinde birçok resmin dayandığı bir hikaye, mitoloji, tarih veya toplumun paylaştığı değerler vardır. Böylece resmin açıklanabilir bir anlatısı üretilebilir fakat bu Sürrealizm gibi akımların eserleri için neredeyse imkansızdır. Varlıklarının temeli mantıksızlık ve açıklanamazlıktır çünkü. Biz, sürrealist soyut resimleri deneyimleyerek anlayabiliriz sadece. Bu eserlerin her biri duyumlarımızı alışık olmadığımız türde etkilemek için çalışır, zihnimizi bilmediğimiz suların kıyısında uyutur.
De Chirico, bu açıklanamaz sanatın garip etkilerinde zirvede olsa gerek. Sanatçının bize sunmuş olduğu görüntüler yersiz bir biçimde karışık fakat sade ve belirsizdir. Eser sahnesinde bir şeyler vardır ama o kadar alakasızdır ki aslında hiçbir şey yokmuş gibi hissederiz. De Chirico, bu denli metafizik etkiyi benimsemiş ve bu uğurda eserler vermişken onun eserlerini yorumlamak oldukça zordur. Bu yüzden onların karşısında izleyici olarak duyumlarımıza, algılarımıza, hislerimize odaklanmamız biz sanatseverler için kaçınılmaz bir durumdur.
Kaynakça:
Takashi, Nagao. “Giorgio de Chirico and the Nonsense of Life: Nietzsche, Schopenhauer, Metaphysical Painting”. Aesthetics No.21 (2018)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/28987
Artun, Ali. ” De Chirico’nun Mimari Evreni ” skopbülten. Web. Erişim tarihi: 08.08.2023
Sadurní, J.M. .” Historia National Geographic “Web. Erişim tarihi: 12.08.2023
Merjian, Ara H. ” Il faut méditerraniser la peinture”:
Giorgio de Chirico’s Metaphysical Painting, Nietzsche, and “the Obscurity of Light “. Web. Erişim tarihi: 08.08.2023