Servet-i Fünun Dönemi‘nin en önemli yazarlarından biri olan Mehmet Rauf‘un Eylül adlı romanı, Türk Edebiyatı’nın ilk psikolojik romanıdır. Roman, yasak bir aşkı konu alır. Romanda dışarıdan mutlu bir çift görüntüsü veren Süreyya ve Suat‘ın çalkantılı evliliğini ve Süreyya‘nın halasının oğlu olan Necip‘in bu çifte önce özenerek başlayan hayranlığının zamanla Suat‘a karşı bir aşka dönüşümü ele alınır. Suat ve Necip‘in birbirlerine duydukları aşk, Süreyya‘ya karşı duydukları suçluluk ve iç hesaplaşmaları detaylıca anlatılmıştır.
- “Sende bir şey var, öyle bir şey ki hiçbirinde rastlamıyorum… Öyle bir şey ki işte bütün endişelerim senin yanında yok oluyor.” (s.4)
- “Bütün kabahat, daima aynı hayatı sürdürmekte…” (s.12)
- “…zaten ben, hiçbir şeyden memnun olmamak nasibiyle doğmuş değil miyim?” (s.33)
- “Bilir misin, nefis kadınlar hangileridir? Temiz ruhlular! Sana cidden söylüyorum Süreyya, saadetinin kıymetini bil…” (s.43)
- “Kendine saygı duyamamak kadar ona acı çektiren hal yoktu.” (s.58)
- “Suat’a gelince… O gittikçe acıklı olan garipliği içinde dalmıştı. Hayatın saadetlerinin nasıl hissedilmesi ve çözülmesi mümkün olmayan, nasıl iradesi imkansız küçük şeylere bağlı olduğunu, karşıdan yargılaması pek kolay görünen fakat ellerinde nasıl oyuncak olarak kalınan şeylerle bozulduğunu görerek büyük bir üzüntüyle şaşırıyordu.” (s.97)
- “Her şeyin, ilk istek ve renklerin bolluğundan sonra yavaş yavaş bir yok oluşla hüzün ve kedere, kasvet ve karanlığa gidişi onu damla damla öldüren bir uyuşturucu gibi geliyor ve kendi buna kurban olduktan sonra bunun sadece kendisi için olmayıp böyle umumi bir kanun olduğunu görmekten acı bir teselli buluyor, garip bir keder sarhoşluğuyla kalıyordu.” (s.100)
- “Herkes fikir ve kederini yüklenerek odasına çekilir, birbirlerini ve kendilerini yorgun olmakla aldatarak kederlerini böyle gizlemiş olurlardı.” (s.103)
- “Ve onun kokusuyla, yavaşça ona yaklaşıp ensesinden fışkıran onun vücudunun kokusuyla sersem olduğu zamanlar, baştan ayağa sarsılarak ağlamak, boğulmak, düşüp ölmek ihtiyaçlarıyla, bunları yapmamak için kendini tutmak azaplarıyla uğraşıyor, bir saniyede bin duyguya, bin düşünceye, bin hayale esir olarak, bir işkence olan fakat onu yine mesut eden sarsıntılara uğruyordu.” (s.105)
- “Ah, onu ne kadar seviyordu yarabbi, ne kadar ateş ve arzuyla seviyordu. Onun en manasız şeylerine bile özel tutkusu vardı. Onun bir düğmesi için kalbinde zaaflar, bağlar buluyor, şömizyesinin kıvrımları, dikişlerin nezaketi, kolundaki küçük düğmeler, nihayet bütün bu değersiz şeyler için onda başka bir cazibe yükseliyor, hepsine ayrı ayrı aşık oluyordu.” (s.136)
- “Şimdi hatırladı ki henüz kızken kendi de kötü kocaya düşerse tahammül eden kadınlar gibi sabırlı ve sessiz kalamayacağını zanneder, öyle iddia ederdi. Fakat bugün bu kadarına tahammül ettiğini görerek yavaş yavaş birbirini takip ederek gelecek böyle haksızlıklara bugünkü gibi sabrede ede bir gün alışacağını anlıyor, “Yavaş yavaş ben de onlar gibi bir oyuncak, bir hizmetçi, sadece bir hırs ve zevk aleti olacağım” diyordu.” (s.193)
- “Hiç olmazsa vaat et Suat,” diyordu, “Beni seveceğini vaat et… Beni, beni, yalnız beni…Vaat et, bari kalbin benim olsun, beni hiç unutma… Ah söyle Suat! Söyle, hiç olmazsa sevdin mi, söyle sevdin mi?” (s.248)
Rauf, Mehmet. Eylül. İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2020.


