Masumiyet Müzesi Karakter Tahlili: Aşkın ve Takıntının Gölgesinde Kalanlar

Editör:
Sinem Aykın

Masumiyet Müzesi, okula yalnızca bir olay örgüsü sunmakla kalmaz. The Washington Post’ta da ifade edildiği gibi aşkı elle tutulan bir şey olarak bize sunan bir hayat hikâyesidir. Bu hayat hikâyesinde de hem başkarakter hem de anlatıcı olan Kemal Basmacı‘nın hayatına değen her karakter, romanın gidişatını değiştirir. Ancak Masumiyet Müzesi’nde Kemal Basmacı, Sibel ve Füsun Keskin en önemli karakterler olarak karşımıza çıkar. Bu karakterlerin her biri aşkın, takıntının ve kaderin roman içerisindeki yansımasını derinleştirir.

Dikkat: Bu yazı romana dair sürprizleri kaçırabilecek bilgiler içerir!

Masumiyet Müzesi; varlıklı bir iş adamı olan Kemal Basmacı‘nın, uzaktan akrabası ve yoksul Füsun‘a beslediği saplantılı aşkı ve takıntılarını aktarır. Kemal, nişanlısı Sibel ile ciddi ve kusursuz ilişkisini bir kenara bırakıp Füsun’un peşinden yıllarca sürüklenir. Füsun ve Sibel ise bu hikâyede Kemal’in iç dünyasının mağdurları olurlar. Kemal’in Füsun’a aşkı, zamanla bir biriktirme hastalığına ve koleksiyona dönüşür.

Roman; aşk, takıntı ve zaman kavramlarını harmanlayarak bireysel hafızanın ve duyguların bir müzeye nasıl dönüştüğünü de anlatır. Toplumsal sınıflar, Cumhuriyet sonrası modernleşmede gelinen aşama ve bu modernliğin geleneksel düşünce yapılarıyla çatışması karakterler, olaylar ve nesneler üzerinden işlenir. Yani Orhan Pamuk, aşk, masumiyet ve takıntının yanı sıra 1970’ler Türkiyesi’nin toplumsal yapısını da detaylı incelemiştir.

Sibel: Sosyetenin “Kusursuz” Kadını

Financial Times Masumiyet Müzesi dünyanın en iyi 60 ev müzesinden biri | 10Haber

“Senin aşk zannettiğin şey geçici bir takıntı. Yakında geçer. Sana sahip çıkacağım. Kapıldığın saçmalıktan seni çekip çıkaracağım…”
-Sibel (s. 183)

Sibel, belki de Masumiyet Müzesi‘nin en masum karakterlerinin başında gelir. Kemal‘in aşkıyla birçok şeye sabreden, kendinden ödün veren ve çizgisini hiç bozmayan bir kadın olarak hikâyede yerini alır. Okuyucu, ilk olarak Kemal’in “Füsun, bir ay önceye kadar varlığını bile neredeyse unuttuğum on sekiz yaşındaki uzak ve yoksul akrabamdı. Ben ise otuz yaşındaydım ve bana herkesin çok yakıştırdığı Sibel ile nişanlanıp evlenmek üzereydim,” cümlesiyle Sibel’le tanışır. Zaim ile evlenmesiyle de hikâyedeki rolü yalnızca Kemal’in hatıralarında canlanan bir hayalet olarak kalır. Sibel’e genel olarak baktığımızda modern, özgüvenli, güçlü, onurlu ve kusursuz bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ancak bu genel yargıların ardında birçok tezatlık yatar.

1970’li yılların Türkiyesi, romanda ikili romantik ilişkilerin yalnızca evlilik ile sonuçlandığı durumda makul görüldüğü yıllar olarak anlatılır. Bu bağlamda da Sibel ve Kemal ailelerinin evleneceklerini bildiği bir ilişkide olduklarından rahatça görüşür, sık sık zaman geçirirler. Bu Sibel’in hem modern hem de cesur bir kadın olduğunu gösterir. Yurt dışında üniversite okumuş, maddi durumu iyi bir aileden gelen biri olarak ilişkisine modern bakış açısıyla yaklaşması doğaldır. Ancak Kemal ile onun yazıhanesinde yalnız kalması, Kemal’in tabiriyle “sonuna kadar gitmesi” ve ailesinin sevgilisiyle bu kadar sık görüştüğünü bilmesi ise onun cesaretini ve özgüvenini kanıtlar.

Sibel‘in masumiyet dönemini tekrardan düşündüğümde adı geçince aklıma ilk olarak “kusursuz” kelimesi geliyor. Sibel, hem içerisinde yer aldığı sosyeteye hem de Kemal’e kusursuz görünmeye çalışır. Kemal‘in Füsun‘a aşkını öğrenmeden önce zaten Sibel için her şey kusursuzdur. Ancak ne zaman ki Kemal itiraf eder, Sibel onun aşkını bir hastalık olarak tanımlar işte o zaman “kusursuz” olma rolü yapan bir Sibel görürüz. Kemal’in ruh halindeki buhran aileleri ve arkadaşları tarafından hissedilse de Sibel, her şey mükemmelmiş gibi davranmaya devam eder. Etrafının, onun sorunlu bir ilişkide olduğunu bilmesini istemez. Hatta kendisi de ilişkisinde bir sorun yokmuş gibi Kemal’e anlayışla yaklaşır ve onu iyileştirebileceğine inanır. Sorunu çözmek için Kemal ile bir süre yalısında yaşamaya bile başlar -ki bu o dönem için çok büyük ve “modern” bir adımdır-. Kendisine bile problemli bir ilişkide olduğunu itiraf etmez.

Sabrı taştığında ise o zaman okur olarak, karakteristik özelliklerinden uzaklaşmak durumunda kalan bir Sibel görürüz. İlişkisindeki, hayatındaki kusurları görmek onu anlayışlı ve sabırlı yapısından uzaklaştırır. Hatta takındığı “modern, Batılı kadın” rolünün de bu kusursuzluğun sonsuza kadar süreceğine dair inancından geldiğini görürüz. Kemal ile yalıda yaşadıktan sonra ayrılmaları, Sibel karakterine yüzeysel olarak bakıldığında onu etkilemeyecek bir neden olarak görülse de aslında Kemal’e öfke duymasına neden olan, yargılanacağına inandığı bir olay olur. Sibel’in ne kadar modern görünürse görünsün geleneksel düşüncelerinin kabusundan kaçamamaktadır. Özel hayatında cesur kararlar alan, özgüvenli bir kadın oluşu Paris’e gidip yeni bir hayat kurmasıyla da desteklenir. Ancak Kemal‘e nişan yüzüğünü arkadaşları aracılığıyla geri göndermesi, bu özgüvenli kadının ardında kırılgan ve onurlu bir yapı olduğunu da gösterir.

Füsun Keskin

Füsunun Elbisesi Masumiyet Müzesine Nasıl Gidilir | NeOldu

“Senin yüzünden hayatımı yaşayamadım Kemal.”
-Füsun Keskin (s. 454)

Füsun daha on sekizinde Kemal‘in yoğun duyguları altında ezilmiş, hayatının yönünü tamamen değiştirmek zorunda kalmış bir karakterdir. Anlatıcı karakter olan Kemal’in neredeyse her düşüncesinde geçmesine rağmen, romanda yer alan karakterler arasında, hakkında en az fikre sahip olduğumuz kişidir. Füsun’u ya çok yüceltilmiş bir ideal ve kusursuz bir karakter olarak görürüz ya da Kemal’in dikkat ettiği tüm kusurlarla benimseriz. Böylelikle Füsun, gerçekten de “aşık olunan şey” kavramını birebir temsil eder. Füsun’un yoksul bir aileden gelmesi ve Kemal’in şahit olduğu sınıfsal fark da okuyucuya aktarılan “kusur”lardan biridir. Belki de Kemal’i Füsun’a çeken en büyük etkenlerden birisi de budur. Füsun, Sibel’in aksine kusursuz bir görünüme sahip olmaya çalışmaz. Ayrıca Kemal’in ailesinin, aşık olduğu kadın Sibel’in ve çevresinin tam zıttı olan bir sınıfsal yapıyı temsil eder Füsun. Bu zıtlık ve farklılık da Kemal’in aşkını, acıma duygusuyla harmanlayarak güçlendirir.

Füsun, Kemal‘in her ne kadar nişanlı olduğunu bilse bile onunla tutkulu ve ciddi bir ilişki yaşamaktan kaçınmaz. Merhamet Apartmanı adeta onlara özel bir yer olur. Her ne kadar geleneksel ve yoksul bir aileden gelse de Kemal ile birlikte olmak onun için korkulacak bir şey değildir. Hatta Kemal’in onunla bir gelecek hayal edip etmediği değil, onu sevmeye devam edecek olması Füsun için daha önemlidir. Sevmek ve sevilmek yalnızca yaz sinemasında oynayan filmlerde gördüğü, romanlarda okuduğu romantik bir olgu olduğundan bu saf duygunun fırtınasına kapılır. Deneyimsizliği ve gençliği Kemal’in hayatında bir yan karakter gibi yaşamaya göz yummasına neden olur. Kemal’in Sibel ile nişan hazırlıklarına devam etmesine, üstüne üstlük nişanlanmasına bile laf etmez. Nişandan sonra dahi Kemal’le yüzleşmez, yalnızca kaçıp gider. Füsun, başına gelenlere ya da yaşayamadıklarına hiçbir tepki göstermez. Sessizce iç savaşını verir ancak bunu Kemal bile anlayamaz. En çok anlaşılmaya ihtiyaç duyduğu kişi tarafından anlaşılamayan Füsun’un, yıllar sürecek sessizliği de nişanda mutlu eş rolü yapan Kemal’i gördükten sonra başlar.

Kemal, Füsun‘u bulduğunda o Feridun ile evlenmiştir. Feridun’un Füsun ile yalnızca Beyoğlu’ndaki sinema camiasına yakın olmak için evlendiği apaçıktır. Ancak Füsun, Feridun ile bambaşka nedenlerle evlenmek durumunda kalmıştır. Kemal ile ilişkisinden sonra onu eş olarak kabul edebilecek tek erkeğin Feridun olduğunu ve artık yeni bir hayata başlaması gerektiğini düşünür. Füsun’un Feridun ile yaptığı “mantık” evliliği romanda yer alan “Yetmişli yıllarda Türk toplumunda kadın” temasının en önemli örneklerindendir. Füsun, 1970’li yıllar Türkiyesi’nde ciddi bir ilişki sonrasında topluma karışan bir kadın olmayı, Sibel’den çok farklı deneyimler. Sibel‘in yurt dışına çıkma imkanı, modern çevrelerinden bir eş bulma ihtimali vardır. Ancak Füsun için tek yol, çıkarlarının uyduğu ilk erkekle evlenmektir. O da bunu Feridun ile evlenerek yapar.

Kemal‘in evlerine akşam yemeğine geldiği sekiz yıl boyunca Füsun, sessizliğini bozmaz. Kemal’in birkaç defa sessizce Füsun’a kaçmayı teklif etmesine bile ne evet der ne de hayır. Yalnızca sessiz kalır. Bu sessizlik, Füsun’un romanın başında koruduğu sessizliğinden daha farklıdır. Artık Füsun, Kemal’den tek bir şey istemektedir: Onu oyuncu yapmasını. Ancak Kemal, Füsun’un hayatı boyunca ondan istediği tek dileği bile gerçekleştirmez. Bu durumun yarattığı hayal kırıklığı Füsun karakterinin yapısında büyük bir değişikliğe yol açar. Feridun’dan boşanmış, Kemal ile özgürce aşkını yaşayan, annesi ve sevgilisiyle Paris’e giden Füsun için her şeyin başladığı noktada birçok şey de biter. Füsun, Kemal ile bindikleri arabayı bir ağaca doğru sürmeden önce tüm sessizliği bir karabasan gibi ruhunu sıkıştırır. “Ben, Papatya gibi sinema oyuncusu olamadığım için değil, onun gibi hayatta ısrar etmediğim için üzülüyor, kendimi suçluyorum,” sözleriyle Kemal’in gölgesinde yaşadıklarını özetler. Dediği gibi, onun için önemli olan isteklerinin yerine getirilememiş olması değildir. Önemli olan, Kemal’in aşkının varlığıyla yetinip susmasıdır. Bunun pişmanlığıyla kavrulan Füsun, aşık olduğu ve delilerce sevildiği adam tarafından hiçbir zaman anlaşılmadan, kendi yolunu çizemeden yitip giden bir kadın kurbandır.

Kemal Basmacı

Kemalin Masumiyet Müzesindeki Odası The bedroom in which Kemal supposedly stayed while the museum was being built Masumiyet Müzesi İstanbul Resmi | Tripadvisor

“Gerçekten Füsun’u anlıyor muydum? Önemli olan âşık olduğumuz kişiyi anlamaktır elbette. Bunu yapamıyorsak, hiç olmazsa anladığımızı sanmak da iyi bir şeydir. Bu ikincisinin vereceği tatmin duygusunu bile sekiz yılda seyrek tattım, itiraf edeyim.”
-Kemal Basmacı (s. 329)

Kemal karakterini düşündüğümde aklımda tek bir kelime beliriyor: Korkak. Kemal Basmacı hikâye boyunca korkaklığını, “aşk” maskesine bürümüş bir karakterdir. Hem korkaktır hem de aşk kavramını acıma ve kıskanma duygularıyla karıştırır. Bir yandan da hikâyenin anlatıcısı olduğu için duygularını bu kadar filtresiz görüyoruz Kemal’in. Belki de bu nedenden en çok Kemal’i yargılayabiliyor, en kolay onun “deliliklerini” kabullenebiliyoruz.

Kemal, Füsun ile tanışana kadar kendince ideal bir hayata sahiptir. Aynı toplumsal sınıfa mensup olduğu nişanlısı Sibel ile dilediği gibi vakit geçirir, iş yerinde de şansı yaver gitmektedir. İlişkileri mükemmel ilerlerken Kemal, Füsun ile karşılaşır. Füsun’daki gençlik, doğallık onu etkiler. Ama Kemal’i ona en çok çeken nokta Füsun’un alıştığı herkesten ve her şeyden farklı olmasıdır. Sorbonne mezunu nişanlısının yanında tezgahtar bir kızdır Füsun onun için. Sınıfsal farklılığı onda bir acıma duygusu uyandırır ve Kemal bu acıma duygusunun aşka dönüşümünü tüm düşünceleriyle tek tek fark eder. İçindeki boşluğu iki kadınla ayrı ayrı sürdürdüğü ilişkilerle dolduramaz. İç dünyasının fiziksel hayatına hakim olmasını engelleyemeyen bir karakterdir.

Sibel de Füsun da onu terk ettiğinde, duygularının ve davranışlarının sorumluluğunu dahi kabul etmez. Füsun’a olan aşkının kendi elinde olmadığına, bunun bir hastalık olduğuna kendini inandırır. Zaman zaman epeyce nükseden “hastalığı” Kemal’i İstanbul sokaklarında yürüyerek Füsun’u aramaya dahi zorlar. Kemal’in sorumluluk almadığı tek nokta Füsun’a hissettikleri değildir. Füsun’un gözü önünde nişanlanması, Sibel’e sarılırken Füsun’un aşk acısını çekmesi bile Kemal’in değil de hastalığının suçudur. Davranışlarının yol açabileceği faciaları düşünmeden hem Sibel’i hem Füsun’u toplum önünde zor duruma düşürür. Ancak bu bile onun kendisini suçlamasına neden olmaz. Ancak bu durum sonsuza kadar devam etmez: Füsun’un Feridun ile evlendiğini gördüğünde yaptığı her şeyin pişmanlığı üstüne gelmeye başlar.

Sekiz yıl boyunca bu pişmanlığı yaşayarak Keskinler‘in evine gider. Ancak pişmanlığı, korkaklığının önüne geçmez. Füsun‘a bir iki defa kaçmayı teklif etmesi dışında ona kavuşmak için hiçbir şey yapmaz. Bu duygularını bastırmak için ise yeni bir alışkanlığı ortaya çıkar. Yavaş yavaş başlayan biriktirme hastalığı Keskinler’in evine yaptığı ziyaretlerle gittikçe artar. Kemal, Füsun’a veya ailesine ait eşyaları aileye belli etmeden alıp Merhamet Apartmanı‘na götürür. Bu eşyalarla Füsun’a duyduğu özlemi giderdiğine, aşk acısının dindiğine inanır. Füsun, Kemal için büyük bir aşk olmaktan takıntı olmaya doğru yol alır. Ancak onun aşkından okuyucu olarak hiçbir zaman şüphe etmeyiz. Kendisini Füsun’a daha çok bağlayacağına inandığı ancak ondan tamamen kopmasına yol açan olay ise Füsun’un oyuncu olmasına engel olması olmasıdır. Sinema camiasının Füsun’a uymayacağını düşünse de aslında içten içe onun milyonlar tarafından hayranlıkla bakılması ihtimalinden korkar. Başkalarının Füsun’u onun gördüğü gibi görme ihtimalidir Kemal’i bu hataya iten.

Hayatının en mutlu anını paylaştığı, yıllarını adadığı kadını kaybettikten sonra ise Kemal, Füsun‘u yaşatmaya devam etmeye çalışır. Ona ait eşyaları sergileyerek ondan bir nevi af diler. Kemal, her ne kadar dönemin toplumsal koşullarından erkek egemenliğiyle sıyrılmış olsa da Füsun’a hissettiklerinin aktarılışıyla okur her ne olursa olsun Kemal’i affeder. Ben de Kemal’i her davranışıyla yargılayan bir okur olarak onun duygularının Masumiyet Müzesi‘ni aşkın nesneleştiği bir yer yaptığına inanıyorum.


Kaynakça:

Pamuk, Orhan. Masumiyet Müzesi. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş, 2013.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Kendini Kabul Etmenin Gücü

Kendini kabul etmek ve komplekslerden kurtukmak birbiriyle paralel olan durumlardır. Şefkatli iç sesle dönüşüm başlar; iyileşme içeriden dışarıya yayılır.

Alman Edebiyatında 6 Duygusal Kahraman

Alman edebiyatı, insanın iç dünyasının karmaşıklığını ve yalnızlığını edebi bir dille yansıtır.

Çiçek Açan Badem Ağacı (1890) Tablo Okuması: Yeni Hayat

Van Gogh baharda açan çiçekleri izlemeyi ve onları resmetmeyi çok severdi, Çiçek Açan Badem Ağacı tablosunun yeriyse onun için ayrıydı.

Amerika’da Ruh Fotoğrafçılığı: Değişen Savaş ve Yas Kültürü

William Mumler ile ünlü olan ruh fotoğrafçılığı furyası, gelişen teknolojiler ve yıkıcı savaşlar eşliğinde 19. yüzyılın sonlarında büyük ivme kazanmıştı.

5 Farklı Sebeple Neden Moliere Okumalıyız?

Eleştirel tiyatronun önemli ismi, yıkıcı değil yapıcı hicvin ustası: Moliere'i okumak için beş sebep!

Geçmişten Günümüze ‘Histeri’: Kadınları Sindirme Aracı mı?

Histeri, geçmişte kadınları sistematik olarak kontrol altına almak için tıp ve toplumsal normlar tarafından icat edilmiş bir araçtı.

Dünya Çapında Gençlik Hareketleri: Yeni Nesil Ne Talep Ediyor?

Dünya yanıyor, gençlik susmuyor! Yeni nesil; özgürlük, iklim adaleti ve eşitlik için direniyor. Gelecek değil, bugünü de onlar yazıyor!

Kopenhag’ta 24 Saatte Görülmesi Gereken 8 Yer

Kuzeyin mutlu şehri: Kopenhag’da 24 saatte görülmesi gereken 8 yer.

Sessiz Lüksün Yeni Dili: Zamansız Şıklığın Modern Yorumu

Sessiz lüks, geçmişin zarafetini Z kuşağının dijital estetiği ile buluştururken, sadelikten doğan şıklığı sosyal medyada yeniden tanımlıyor ve sorgulatıyor.

Cepteki Sanat: Cep Telefonu Fotoğrafçılığı ve Sanatçıları

Analog makinelerden, dijital fotoğrafa geçişin ardından teknolojide yaşanan hızlı gelişmelerle birlikte cep telefonu fotoğrafçılığı, fotoğraf sanatında kendine bir yer buldu.

Editor Picks