Martin Eden romanı bir gencin kürek mahkumu olarak başlayan hikayesine yazar olarak devam etme sürecini anlatıyor.
Martin kitapların ve hikayelerin büyüsünün onu sardığı rüya ile yazma serüvenine başlar. Onun anladığından farklı bir dünya karşısına çıktığında kendisi olmaya ilk adımı atmıştır ancak süreç nehrin tersine yüzen balık misali Martin’i de savurur, sarsar ve hayat gibi farklı noktalardan geçirir. Sonunda entelektüel çevreye girmeyi başarır. Bu çok sıradan gözüken kırılma anında önemli bir detay gizlidir.
Statü atlamanın zor ve sancılı olduğu 20.yy. da Martin işçi sınıfından entelektüel statüsüne geçmiştir. Artık bildiği dünyanın dışında bir dünya vardır karşısında. Daha çok okuması ve araştırması gerekir. Yeni bir lisan öğrenir gibi yazmanın deneyimsel derinliğine dalar. Her yazar gibi yazar, yırtar ve sonra tekrar yazar… Sürecin sonsuz döngüsel ritmiyle hikayeler, şiirler, romanlar savrulur masanın üzerine… Okudukça yazar yazdıkça okur… Sonunda cesaretini toplar ve ilk adımı atar.
Yazar Olarak Kendi Gölgesine Başkaldırı
Okur sandığı entelektüeller, editörler ve yayınevlerinin acımasız ve sert eleştirileriyle karşılaştığında her yazar gibi önce başkaldırıyı çevresine yapar. Oysa deri değiştirmeyen yılan ölür diyen Nietzsche‘ye yazar olmayı düşleyen her hayalperestin bir selam vermesi gerekir… Yazarlık sürecinde birçok yazarın karşısına çıkan ilk hayal kırıklığı Martin’i de sarar. Oysa ilk hayal kırıklığı kadar ilk kurduğumuz hayal de önemlidir. Her yazar gibi Martin de gerçek dünya ile hayalleri arasındaki çelişkiyi görür. Derisini değiştirmeye soyunur.
Başkalarının aksine kendine başkaldırması gerektiğini fark eder. Kaleminin doğurduğu sonsuz kelimelerden, metnini öldüren o sonsuz kalıplaşmış düşüncelerden metnini sıyırır. Eksiltmenin büyüsüne bir de yaşamın derinliğini ekler. Martin değişir. Metinleri de onun kendine başkaldırısından etkilenir.
Martin Eden usta bir yazar olmuştur artık. Yazar olma serüveninin en çarpıcı ve belki de en tehlikeli noktasıdır: “OLDUM” düşüncesi… Yanılgıdır. Çünkü tabiatta hiçbir şey tam olmaz. Oluşum bittiğinde “ÖLÜM” başlar. Oysa yazarlık süreci tabiat gibi değişimin dinamiğiyle varoluşunu sürdürür. Martin Eden bu yanılgının sancısından kurtulduğunda okuru ile buluşmaya layık görülür. Türk Edebiyatı’nda okuruna ulaşmayı başaramamış ve derinliği mavinin içinde erimiş bir karakter de vardır.
Yazarlıkta Gerçek Güç: Okurun Hikayenin Ruhunu Hissedebilmesidir
Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil… O Martin Eden gibi değil… Hayatın ve çevresinin ona sunduğu süreçlere Martin kadar dayanıklı değil. Jack London’un Martin’i kürek işçisi yapmasının onun kas gücü kadar karakter olarak da dayanıklı bir yapıda olduğunu vurgulamak için olduğunu düşünüyoruz. Ahmet Cemil okuruyla buluşamayan, yaşadıkları karşısında pasif duran ve başkaldıramayan bir karakter. Martin’in gücü çevresine başkaldırması kadar kendine de başkaldırabilmesinden geliyor.
Okuruna ulaşan yazarlardan bahsedelim biraz da… Okuruna ulaşmak ne demek?
İlk hayalden bahsetmiştik. İlk hayal metnin düşünceye ve düşsel dünyaya ilk düştüğü “an” parçası. Her soyut düşsel devinim gerçek olmak için maddeselliğe ihtiyaç duyar. İlk hayalin gerçeğe dönüşmesi için biraz kelime ve bir ömür yeter… Kavanozunda kelime biriktiren hayalperest yazar onu gerçeğin dizimsel dünyasıyla harmanlayınca ortaya roman, hikaye ve şiir çıkar. İlk hayalin okurla buluşma serüveni biraz uzun.
Okuruna ulaşan her yazar dil, biçim, bağlam, konu gibi her türlü içeriksel ve biçimsel fazlalıktan sıyrılmış ve derisini değiştirmeyi başarmıştır. Okuruna ulaşmak ne demek öyleyse… Hayallerin hayal olmaktan çıkıp metin olduğu o büyülü andır… Hikayeniz sizdeki hissiyle okurunuzda metinleşiyorsa…
Ki Martin Eden bunu başarmıştır…
Okurunuza ulaştınız demektir…
Zamanın Ana Bileşeni “An” ve “Bakış Açısının” Küçük Etkileri
Yazmak bir eylemdir. Her eylemin arkasında düşünsel bir süreç vardır. Yazmanın serüveni yazarlığın ve yazar olarak karşılaşılan zorlukların aşılmasıyla anlam kazanır. Yazarlık sürecine Martin Eden’in dünyasından bir bakış ânı yakaladık. Yazma ve yazarlık serüveni bambaşka bakış açılarıyla anlatılabilirdi elbette…
Ân kavramının metinlere ve yazarlık sürecine doğum kadar ölümü sızdırdığını düşünüyoruz…
İnsan doğar yaşar ve ölür… Metinlerin de yazarın da bu süreçten geçtiği malumunuz.
Her metin zaman sandığımız yanılgıda bir ân kırıntısı gibi…
Ölmek Doğmaktır Yeniden, Doğmak İse Ölmektir Bambaşka Bir Dünyada
Yazarlık ölmeyi göze almaktır…
Her metinde yeni bir doğum yeni bir ölüm gerçekleşir. Yazma eylemine giren her sanatçı ilk hayalle başladığı yolda başkalaşım geçirir. Güzel olan kısmı da bu. Müziğin ritmi sürekli değişir ama yazar dans etmeye devam eder.
Martin Eden başardı. İşçi sandığımız bir adamın hayallerini kelimelerin büyüsüyle anlattığını ve bunu yaparken de dönüştüğünü görmekteyiz. Martin statü atladı. O, hayalperestlik statüsünden yazarlık gerçeğine geçişinin roman adıyla metinleşmiş halidir.