Sevmek Dedikleri, Avusturyalı yazar Margit Schreiner‘in Almanca aslına göre “Ayrılık Üçlemesi”nin son kitabı olsa da üçlemenin Türkçede yayımlanan ilk kitabıdır. Kitap, sırasıyla ölüm, düğün ve doğum adlı birbiriyle bağlantılı bölümleriyle evrensel yaşanmışlıklarımıza değinir. Bu üç evrensel olguda okuyucuyu tanıdık hislerin merkezine yerleştirip aynı zamanda son derece öznel, çarpıcı, cesur ve acımasız metinlerle de baş başa bırakır. Öyle ki inatla yüzümüze vurulan gerçekler kabullenilmek bir yana tüylerimizi ürpertir. Doğmak, sevmek ve ölmek üzerine okuyucuda derin izler bırakan Sevmek Dedikleri kitabının alıntılarını sizler için derledik!

- “Sonunda öldürürüz annelerimizi çünkü artık yalan söylemek istemeyiz.”(s.9)
- “Ama suçluluk duygusundan kaçış yoktur. Çünkü annemize yalan söylemişizdir. Sayesinde yarım yamalak da olsa yetişkin olmayı becerdiğimiz bütün o yalanlara bir yenisi daha eklenmiştir. Yalanlar hep yalan doğurur. Ya da uyum sağlama.”(s.10)
- “Derler ki insan hayatta ilk nasıl sevildiyse öyle sever. Her yerde okuyabilirsiniz. Bütün ikilem de bununla başlar zaten. Daha doğrusu doğumla. İlk sevginin eşi benzeri yoktur, insanın içine işlemiştir ve yinelenemez. Salt duygusallıktan ve belki de aynı zamanda tembellikten çoğu insan ömrü boyunca o ilk sevgiye özlem duyar.”(s.17)
- “Sevmeye hazır kişi, kaçınılmaz biçimde, acı çekmeye de hazırlıklı olmalıdır çünkü varoluşun çelişkileri içinde acı çekmeden sevmek hemen hemen olanaksızdır. Bu yüzden sevmek büyük cesaret, cesaretlerin en büyüğünü, ister.”(s.17)
- “Endişe verici gerçeklerin bastırılması doğal olarak algı bozukluğuyla bağlantılıdır. Hiçbir şekilde gerçeğe güvenemeyip gerçeğe dair kendi tasarımını dikkate alan birinin hayatta kalabilmesi için yönlendirilmeye gereksinimi vardır.”(s.21)
- “Elbette kurtuluş mümkün değildir çünkü insan en iyi; karşılaştıracak bir şeyi olmadığı, gördüğü ve ona söylenen her şeyi ciddiye aldığı çocukluk döneminde kavrar.”(s.28)
- “Gerçekte suçlu ölümdür. Yavaş yavaş ölüme götüren hastalıktır. Yalnızlıktır. Geçip giden zamandır.”(s.33)
- “Bir yerlerde iyi bir işimiz, mutlu bir evliliğimiz, güzel bir evimiz vardır, çocuklarımızı seviyoruzdur. Herkese hakkımızda o kadar uzun süre asılsız şeyler anlatmışlardır ki sonunda bir hamle yapmak zorunda kalmışızdır.”(s.34)
- “Sanırım bir gün evine döneceğini sanıyor. Öyle düşünmesine izin vermeliydim. Öyle düşünmesine izin vermediğim için üzülüyorum şimdi. Evine dönmeyi umduğunu söylememişti ki; hiçbir şeye bağlanmıyor, bana da bağlanmıyor, eşyalara da.”(s.36)
- “Hepsi değersiz. Ev boşalınca duvardan duvara halının lekeleri iyice açığa çıkıyor. Ve nasıl eğrildiği. Önceden resimlerin asılı olduğu duvardaki beyaz boşluklar duvar kağıdının ne kadar kirlenmiş ve sararmış olduğunu gösteriyor. Perdeler olmayınca pencere çerçevelerindeki boyaların ne kadar soyulduğu görülüyor.”(s.45)
- “Zaman azalıyor, ama ben bunu sonradan, anca şimdi anlıyorum.”(s.46)
- “Vadi kenarlarında yükselen kayalıklar yüzünden yankının dönüp geldiği sessizliğe haykırmak mı yoksa sonradan, birinin sorup bir başkasının yanıtladığına inanana dek, kendi sorularımızla bağdaştırmak için ara sıra işittiğimizi sandığımız ürkek yanıt mı? Belki de iki düşünce arasındaki zamandan nefret etmemek için bir yol bulmuşumdur. (anne babalar ölünce çocuklar da ölmeye başlar, o yüzden kızım için yaşamaya çabalamalıyım, olabildiğince uzun süre ölümsüz olabilsin ve fikirlerinin ne denli önemsiz, birinin diğerinden farksız olduğunu bilmeden düşüncelere dalabilsin diye.”(s.59-60)
- “Anne babanın ölümüyle insanın doğduğu toprak da yok oluyor belki, belki de tüm coğrafya bataklığın içinde kayboluyor. Sadece artık anne babası olmayanlar kendi isteğiyle yuvaya dönüyor.”(s.61)
- “Anne babalar ölünce evleri balçığın içinde kaybolur. Anne babasının ölümünden sonra çocukluk evini kapatmak zorunda kalan herkes anlar neden söz ettiğimi: Her şey çöpe gider.”(s.62)
- “Kilise yeşil beyaz süslenmiş, yeşil yapraklar, beyaz çiçekler. (Hâlâ o eski semboller: Yeşil umut, beyaz masumiyet, artık kimsenin umut etmemesine ve kimsenin göründüğü kadar masum olmamasına rağmen.)”(s.62)
- “Bize hiçbir şey çağrıştırmayacak ya da aksine her şeyi hatırlatacak o eşsiz gölgeliklere ancak en cesur veya en yalnız olduğumuz ya da en çok özlem duyduğumuz zamanlarda tabelaları, çizimleri, haritaları bir kenara bırakıp kör topal dalarız.”(s.77)
- “Her öğleden sonra orada onu bekliyordum çünkü o zamanlar sevmenin beklemek demek olduğunu sanıyordum.”(s.89-90)
- “Sevmek beklemek, beklemek ölmek demek.”(s.90)
- “Tek istediği kendinden geçip şuursuzca karanlığa gömülmek. Imre, o biliyor olmalı, yaşamının iki önemli randevu arasında boşa harcadığı şu bir saatten ibaret olduğunu söylüyor.”(s.90-91)
- “Hayat çok tuhaf. Neredeyse ölüm kadar tuhaf.”(s.91)
Schreiner, Margit. Sevmek Dedikleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Şubat 2024