Marcel the Shell With Shoes On, 2010 yılında, Jenny Slate ve o zamanki eşi Dean Fleischer-Camp tarafından, Slate’in uydurduğu rastgele bir sesten ilham alınarak ortaya çıktı. Dean Fleischer-Camp ve Jenny Slate, ayakkabıları olan Marcel adlı tek gözlü bir deniz kabuğu hakkında bir stop-motion filmi yapmaya karar verdiler. Duygusal bir deniz kabuğunun hayat üzerine düşüncelerine yer veren, live action ile birleştirilmiş stop-motion videolar, kısa sürede YouTube’da geniş bir izleyici kitlesi buldu. Sonrasında bir üçlemeye dönüşen bu kısa filmlerin ilki, 2010 yılında AFI Film Festivali‘nde ilk kez sahneye çıktı ve burada En İyi Kısa Animasyon ödülünü kazandı. Hatta 2011 Sundance Film Festivali’ne kabul edildi. Üçlemenin son iki bölümü yıllar sonra yayınlandı ve internette büyük bir ilgiyle izlendi. İkili, on iki yıl sonra, Marcel’in hikayesinin uzun metrajlı bir filme uyarlanmasına karar verdi. Marcel the Shell With Shoes On, kısa hikayeleriyle aynı çizgiyi takip etmiyor. Ancak bunun yerine ilk kısa hikayesinin arka planını yaratıyor ve oluşturdukları dünyayı genişletiyor. Kısa filmlerden farklı olarak bu film, Marcel’in minyatür yaşamına, hayatta kalma ve kendini eğlendirme konusundaki ustalığına kısa bir bakış atarak çok yol kat ediyor.
“Marcel bize topluluğun gerçek önemini, arkadaşlığın dönüştürücü gücünü ve tenis topunun en zekice kullanımını öğretiyor.”
Meta Hikâye Anlatımı
Marcel, büyükannesi Nana Connie ile yaşayan iki buçuk santimetrelik bir deniz kabuğudur. Eskiden parçası oldukları komün hayatı bir trajediyle son bulur. Fakat Nana Connie yanında olduğu sürece Marcel için her şey yolundadır. Dean gelip Marcel ile tanıştığında, ondan ve hikayesinden hoşlanır. Ona hayatı hakkında bir belgesel yapmak istediğini söyler. Bir süreliğine film, Marcel’in günlük hayatlarını nasıl yaşadığını gösterdiği kısa filmlere benzer bir yapı izler. Marcel, Dean’e evde nasıl dolaştıklarını, ne yediklerini, çamaşır makinesini neden sevmediklerini gösterir. İnternette paylaştığı bu film kısa zamanda Marcel’e bir hayran kitlesi oluşturur. Bu durum Marcel’e kayıp ailesini bulma umudu getirdiği kadar yeni tehlikeler de getirir.
Filmin bu kadar sıcak hissettirmesinin sebeplerinden biri de hikâyenin yaratıcılarının kullandığı meta anlatımdır. Fleischer-Camp ve Slate, Marcel’i uzun metrajlı bir film haline dönüştürmek için 7 sene boyunca çalıştılar. Ancak çift bu süreçte evlenip boşandılar. Filmde kendi hayatlarından küçük bir kesit bulmak bile ona farklı bir ruh katıyor. Çünkü Marcel’in hikâyesi de bir aşk sona erdiğinde ortaya çıkan hasarı araştırıyor. Yönetmen Fleischer-Camp ile Slate, bu YouTube kahramanını sevgi ve kalp kırıklığıyla etkili bir şekilde beyaz perdeye taşıyor. Böyle bir şeyin bu kadar etkili olabilmesi ise aslında bir mucizedir. Çünkü Marcel oldukça sevimli olmasına karşın, onu izlettirebilecek tek özelliğin bu olması oldukça zayıf bir fikir olurdu. Bu kısa hikâyeleri uzun metraj haline getirmek başarısız bir şekilde sonuçlanabilirdi. Ancak Marcel’in hikâyesi beyaz perdeye taşındığında bu kadar sıradan oluşu, onu güçlü kılıyor. Marcel’in ailesiyle yeniden bir araya gelme arayışı, dış dünyayı ve onun acı gerçeklerini keşfetmesi hakkında bir sahte belgesel izliyoruz. Bu zaten kendi başına önemli bir hikâye sunuyor. Ancak Fleischer-Camp ve Slate bu anlatıyı genişletmekte kararlı bir tutum izliyor. Sonuç ise izleyicinin daima kalbinde taşıyacağı bir hikâye oluyor.
Marcel the Shell With Shoes On, aile dramını çoğu filmden daha iyi anlatan güzel ve büyüleyici bir film oluyor. Bütün bunları ise yalın oluşuyla başarıyor. Marcel’in büyükannesiyle ilgilenmesi, topluluğun geri kalanı için hissettiği kaybı ve yalnız hissetmemek için bir şeye tutunma ihtiyacını pek çok kez vurgulanıyor. Marcel’in hikayesi aynı zamanda âşık olmayı, sevilen birini kaybetmenin yasını tutmayı ve onunla birlikte gelen tuhaf yalnızlıkla başa çıkmayı da ele alıyor. Herkese hitap eden ve derin bir çekiciliği olan en iyi filmlerin ve kitapların çoğu gibi, Marcel the Shell With Shoes On, bir rüya gibi, aynı anda hem garip hem de rahatlatıcı bir şekilde tanıdık geliyor. İnsancıl oluşuyla izleyiciye bir ferahlık hissi getiriyor. Film boyunca kendinizi ağlarken bulsanız da hatıralarınızda sizi gülümsetecek bir film olarak kalıyor.
Büyüleyici Bir Animasyon
Marcel, animasyon yönetmeni Kirsten Lepore‘un inanılmaz stop-motion animasyon çalışmasıyla hayat buluyor. Orijinal YouTube videoları, Marcel’in minyatür yaşamını sürdürürken minik nesneleri başka bir amaca uygun hale getirme şakasının çok sayıda varyasyonunu içeriyordu. Örneğin videolarda Marcel’in şapka olarak mercimek taktığını, kayak olarak bir adamın tırnaklarını kullandığını görüyorduk. Filmde ise stop-motion, sadece Marcel’i değil, tüm dünyayı canlı kılabilmek için kusursuz bir şekilde kullanılıyor. Live-action ve animasyonu karıştırmak oldukça dikkat çekici olabilirdi. Ancak filmdeki animatörler, izleyicilerin bu filmin gerçekliğini asla sorgulamamasını sağlayacak şekilde, gerçekle sahteyi bir araya getirme konusunda harika bir iş çıkarıyorlar.
Film yapım ekibi, Marcel ve Nana Connie’nin filmde yaşadığı büyüleyici derecede ayrıntılı ve güzel Airbnb evi dünyasını yaratmak için bu konsepti genişletiyor. Marcel, ev bitkisindeki bir ağaç evde yaşıyor. Tozlu bir cam sehpayı buz pateni pisti olarak kullanıyor. Evin içinde daha hızlı dolaşabilmek için bir tenis topunun içinde yerde yuvarlanıyor. Nana Connie, yorgan olarak bir mendille pamuklu toplardan oluşan bir yatakta uyuyor. Pencerelere çıkmak için, Marcel ayakkabılarını balla kaplıyor. Marcel’in minyatür dünyasında gezinmesini izlemenin sonsuz derecede heyecan verici bir yanı bulunuyor ve bu oldukça ferah hissettiriyor. Detaylara verilen dikkat ve samimi kamera çekimi, film için zengin ve her şeyi kapsayan bir ortam yaratıyor.
İnsan Olmak Ne Demek?
İnsanlığa dair binlerce yıldır sorduğumuz pek çok soruya bu kez olabilecek en sevimli şekilde değiniliyor. Yavaş ama emin adımlarla film, Marcel hakkında olmaktan çıkıyor ve geri kalan herkese ait bir hikaye oluyor. Bunama belirtileri gösteren büyükannesi vaktinin yaklaştığını hissediyor ve Marcel’e son bir ders vermeye çalışıyor. Ona değişimin normal olduğunu öğretmeye çalışıyor. Marcel ile birlikte bir bitişin yeni başlangıçlar doğurabileceğine dair umudu her daim korumamız gerektiğini yeniden hatırlıyoruz. Kayıplarımızla nasıl baş edebileceğimizi tekrar öğreniyoruz. Filmin gerçek gücü Marcel’in insan varoluşuna dair saçma birtakım şeylere yaptığı atıflardan geliyor. Marcel, kendi hayatıyla ilgili röportaj yapılırken, Camp’in hayatını merak ettiğini dile getiriyor ve arada bir kamera arkasından çıksa Dean’in daha mutlu olabileceğini belirtiyor. Çünkü Marcel’in bildiği gibi, mutlu olmak gerçekten bu kadar basittir. Ünlü olmaya başladığında ise bunun beraberinde getirdiği tehlikelerle yüzleşmek zorunda kalıyor. İstediğimizi sandığımız şeylerin düşündüğümüzden daha farklı sonuçlanabildiğini bir kez daha yüzümüze vuruyor.
Büyülü küçük bir kabuğun gözünden Fleischer-Camp ve Slate, insan doğasına canlı ve incelikli bir bakış sunuyor. Hayattaki küçük şeylerin güzelliği, umudun daima orada olduğu ve yaşamın başlı başına bir armağan olduğu hakkında izleyebileceğimiz en tatlı hikâyeyi izliyoruz. David, Marcel’i bir tepeye çıkardığında küçücük bir kabuğun kavrayamayacağı bir çoklukla karşılaşıyorlar. Marcel’in burada yaşadığı hüzün ise bunca insan içinde hala yalnız hissediyor oluşumuzun doğallığını bir kez daha tasavvur ediyor. Marcel, bir trajedi yaşadıktan sonra gerçekten yalnız kalıyor. Bu ise, ailesine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu zaman oluyor. Biriyle olmanın veya bir topluluğa ait olmanın her daim kişiye güç verdiğinin bir kez daha altı çiziliyor. Fleischer-Camp ve Slate, keder dolu bir hikâye ve onu nasıl yorumlayacağımız konusunda muhteşem bir iş çıkarıyor. Zaman zaman kalbinizi kıran ama ailenin gücünü ve asla pes etmemenin gerekliliğini gerçekten gösteren bir hikâye sunuyorlar.