Manchester by the Sea (Yaşamın Kıyısında), Kenneth Lonergan tarafından yazılıp yönetilen 2016 yapımı Amerikan dram filmidir. Dram denildiğine akıllara gelen manzaradan farklı olan, klişelerden uzak duran ve harika müzik seçimleriyle bu film adeta Kenneth Lonergan’ın ustalık eseri.
Film, Boston’da kapıcılık yapan Lee’nin, ağabeyinin vefatı sonucunda Manchester’a yolculuğuyla başlıyor. Mimiksiz, donuk ve sinirli bir imaj çizen Lee’nin hikayesini geri dönüşlerle öğrendiğimiz ve parçaları birleştirerek izlediğimiz bu filmi sizler için inceledik. Keyifli okumalar ve izlemeler!
(Yazının bundan sonrası spoiler içermektedir.)
Film, Amerikan Film Enstitüsü tarafından 2016’nın en iyi 10 filminden biri seçildi, 89. Akademi Ödülleri’nde En İyi Özgün Senaryo ödülünü kazandı. Oyuncuların doğal performansları, sahnelerin klasik müzikle uyumu, küçük sinematografi çalışmaları ve izleyiciyle hissettirdikleriyle Manchester by the Sea, yürek burkan unutulmaz bir film oldu. Lee’nin hikayesi ve yaşadıkları günümüz dram filmleri için oldukça müsait ancak Lonergan bunu ustalıkla engellemiş. Lee’yi canlandıran Cassey Affleck sergilediği performansıyla yaşadıklarından ötürü değil, genel tavrı bu olan bir adamı canlandrımış gibi duruyor. 89. Akademi Ödülleri, 74. Altın Küre Ödülleri, 70. BAFTA Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almasına şaşırmamak gerek.
Filmin konusuna baktığımızda Lee eskiden mutlu bir aileye sahip. Karısı ve çocuklarıyla mutlu bir hayat süren, ağabeyi ve yeğeniyle tekne gezilerine çıkan sıradan ama mutlu bir adam. Ağabeyinin vefat etmesiyle Manchester’a döndüğünde cenaze işlemleri ve yeğeni Patrick’le ilgileniyor. Avukata gittiklerinde ağabeyinin her şeyini ona bıraktığını, çocuğunun velayetini almasını istediğini vasiyetinden öğrendiğinde büyük bir şok geçiriyor ve işte hikaye ortaya çıkıyor. Yaptığı hata sonucunda çocuklarının ölmesine yol açan Lee’yi bu hale getiren şeyi öğreniyoruz. Adagio for Strings çalmaya başladığında sahne izleyicinin yüreğine dokunuyor.
Öğrendiklerinin ardından ne yapacağına karar vermeye çalışan Lee, bir yandan geçmişiyle boğuşurken diğer yandan yeğeni için en iyi yolu bulmaya çalışıyor. Eski eşi Randi’yle olan konuşmasında “Kaybedecek hiçbir şeyim yok.” dediğinde bir dram filmi için çok klişe bir replik olduğunu düşünenler olsa da Lee bunu sadece bir kez söylüyor, zaten film izleyiciye bunu derinden hissettiriyor.
Patrick adeta filmin gizli yıldızı konumunda. Babasının acısını nasıl yaşadığını insanlara göstermeden hayatına devam ediyormuş gibi yapsa da buzluk sahnesinde gördüklerimiz yeterli oluyor. Lee’nin Patrick ile ilişkisinde klasik bir amca yeğenden çok gerçek hayattaki ilişkilerde neler olacağını izliyoruz. Sonunda yolları ayrıldığında, amcası bile olsa Patrick’i yalnız bıraktığında “İşte gerçek dram budur, trajediyle böyle baş edilir.” diyoruz.
Her şey denizde başladı, denizde bitti.






