Başrolünü My Salinger Year filminden hatırlayacağımız Margaret Qualley oynuyor, bunda çok da başarılı olmuş, ancak eşlikçileri olan yan rollerdeki oyuncular da en az onun kadar iyiler. Gerçek hayatta da annesi olan Andie MacDowell‘ın dizide de annesi rolünü oynaması hoş bir seçim olmuş. Enerjileri fazlasıyla uyuyor ve aralarında diziyi yukarılara taşıyan bir kimya söz konusu. Onlar için de çok önemli ve değerli bir proje olmuş olmalı. Dizi, Stephanie Land’in Maid: Hard Work, Low Pay ve A Mother’s Will to Survive adlı seri kitaplarından uyarlanmış. Maid, tüm filmlerin aranan yüzü Margot Robbie‘nin yapımcılığında bir mini dizi olarak karşımıza çıkıyor.
Maid bir hayatta kalma hikayesi… Alex‘in (Margaret Qualley) hikayesi, sevgilisine ait karavanda iki yaşındaki kızı ve sevgilisiyle bir hayat sürerken, bir gece kızını da alıp kaçmasıyla başlıyor. 10 nefis bölüm boyunca, kızını çok seven ve her şeyin önüne koyan genç bir annenin hikayesine tanık oluyoruz. Zorluklar yaşamanın ötesinde, bir kadının en dibi görmesi ve ayağa kalkmaya çalışması hakkında bir hikaye bu. İstismar ve şiddet hikayeleri her zaman fiziksel sonuca ulaşmak zorunda değildir. Psikolojik şiddet ve kişinin farkına varamadan yaşadığı istismar bazen fizikselden bile daha kötü hasarlar bırakabilir.
Dizi dram türünün hakkını veriyor, ama bunu alışık olduğumuz yerli dizilerimizdeki gibi ajite etmek yoluna başvurmadan yapıyor. Hikayenin bu kadar gerçekçi ve kaliteli olmasının en büyük görünmeyen nedeni bu olabilir. Ortada hali hazırda yaşanan büyük bir dram var ve bu dramı izlerken ”şimdi ne olacak?” demek yerine, ”Alex bu olayı nasıl çözüme kavuşturacak?” diye düşündürüyor. Çünkü karşımızdaki büyük zorluklar yaşayan, güçlü bir kadın profili. Her olay sonunda biraz daha güçlenerek devam ediyor hayatına.
Dizi, insan büyük zorluklarla savaşırken bile sahip olduklarına sıkı sıkı sarılmalı diyor. Her şey bitmiş gibi görünse de bir çıkış yolu bulunabilir. Karanlığın içindeki aydınlığı aramak; bulmak için iyi bir yol olabilir.
Alex’in uğraştığı tek zorluk, kızını alkolik babasından almaya çalışmak ve maddi sıkıntılarla savaşıp hayatta kalmaya çalışmak değil. Bir tarafta kendine yeni bir aile kurmuş babası, diğer tarafta da çok sevdiği annesi var. Annesinin davranışları kliniklik gibi görünüyor. İlk bakışta seyirci olarak anneden pek hoşlanmıyoruz. Onu bencil olmakla suçluyoruz, ancak annede teşhisi konulmamış bipolar bozukluğu var. Bipolar bozukluğu; uzun süreli ve karmaşık duygu rahatsızlığıdır. Manik depresif de denilir. Bu hastaların duyguları çok değişken olur. Bir gün önce yataktan çıkmayacak kadar depresif bir durumdayken, ertesi sabah fazlasıyla enerjik olabilirler. Bu da onlarla yaşamayı zorlaştırır. Annenin böyle bir rahatsızlığının olması seyircinin ona artık farklı bir gözle bakmasına neden oluyor. Hatta öyle ki, Alex’in annesinden daha iyi şartlarda olduğunu bile söyleyebiliriz. En azından akıl sağlığı yerinde ve ne istediğini bilen bir kadın Alex.
Annesi ve Alex’in ortak noktası; alkolik partnerler ve kızlarını kurtarmak için evden kaçmaları diyebiliriz. Bu ortak hikayede kader motifi parlıyor bir yerlerden. Kızının da annesiyle aynı kaderi yaşaması…
Peki, kendi kızı da büyüdüğünde aynı şeyleri mi yaşayacak? Tekrar eden kaderi değiştirmek mümkün müdür? Kader motifine yeni ve farklı bir ilmek atabilir misin?
Dizi tam olarak bunları yapıyor; çünkü bu kabullenmemek üzerine bir inşa edilen feminist bir hikaye.
Kimse size kim olduğunuzu söyleyemez. Eğer olmak istediğiniz kişi kafanızda netse, bu konuda kararlı davranmak kişinin kendi elinde. Bütün o yoksulluğun, sorunların ve imkansızlıkların arasında yazar olmak isteyen bir kadının, kızına iyi bir hayat vermek istemesiyle de motivasyonunun en üstlerde olması, tutkusunu gerçekleştirmek için canını dişine takması yolculuğuna eşlik ediyoruz.
Hayatımıza giren insanlar her zaman kötü insanlar olmayabilirler, ama bu bize kötülük yapmayacakları anlamına gelmez. Çünkü dünya iyiler ve kötüler diye iki keskin çizgiyle ayrılmaz. Bazen insana en büyük kötülükleri, hep en sevdikleri yapar.
Dizideki bazı ayrıntılar diziyi daha çok sevmenize neden olabilir. Mesela, Alex’in kızına kahvaltı için hazırladığı pankek sahnesi. Kızı pankeki şurupla yemek istiyor, ama pankekin üstüne dökebilecek şurupları yok. Alex’in bunu duygu sömürüsüne çevirmek yerine, oyunlaştırması ve o anda seyirciye gelen ağlama isteği…
İlk iş gününde cebindeki bütün parayla temizlik malzemesi alıp, kahvaltı için hiç parasının kalmaması ve bunu dert etmeyip gittiği evi tertemiz yapması… Ev sahibinin dolaptaki sapasağlam yiyecekleri çöpe atmasını istemesi, Alex’in bütün yiyecekleri çöpe atması ve tek bir lokma bile yemeyip açlıktan bayılması…
Peki Alex karşısındaki kişiye kahvaltı edecek parasının olmadığını söylemeyecek kadar gururlu mu?
Değil. Bunu ona söylememesinin nedeni gurur değil, keşke öyle olsa. Bunun nedeni onun yaşadıklarını anlayamayacağını düşünmesi. Ama bazen insanlar şaşırtabilir. Yardıma ihtiyacınız olduğunu itiraf etmek, sizi amacınıza ulaştıracak yolda ilk adımınız olabilir. Bazen de sadece iyilik yaparak daha fazla iyiliğe sahip olabilirsiniz.
Diziyi henüz izlemediyseniz Netflix‘ten ulaşabilirsiniz.