Londra’yı tanımanın yolları, şehrin sayısız sokağı ve müzesinde değil yüzyıllara yayılmış ritüelleri deneyimlemede gizlidir. Saat dört sularına yaklaştığında şehrin nabzı adeta yavaşlar; bu saatlerde iş çıkışının telaşı henüz başlamamış, günün ağırlığı yavaşça hafiflemiş, sokaklar daha dingin haldedir. Bu saat Londra’nın en köklü ve zarif geleneklerinden birine aittir: beş çayı.
19. yüzyıldan beri bir ritüel haline gelmiş bu çay saati yalnızca soluklanmak için kısa bir mola değildir, kentin tarihi ile iç içe geçmiş bir aktivitedir. Her bir mekan mimarisi ve tarihi ile bu ritüeli farklı şekillerde sunar. Bir otelin altın varaklar ile kaplı salonunda bu ritüel buram buram tarih kokarken adeta bir sanat galerisini andıran diğer mekan ise bu geleneği çağdaşlaştırır. Akşamüstü çayı Londra’da yalnızca içilen çayın değil içildiği mekanın da deneyimlendiği bir aktivitedir.
Tarihin Demlendiği Saatler: Beş Çayın Doğuşu ve Kültürel Kökleri

Akşamüstü çayının tarihsel başlangıcı meraklısına İngiltere’nin gastronomi tarihinden çok daha fazlasını anlatır. Tarihi kayıtlara göre 1840’larda Bedford Düşesi Anna’nın öğle yemeği ile akşam yemeği arasındaki uzun sürede duyduğu açlığı bastırma amacıyla çay ve hafif atıştırmalıklar istemesi başlayan bu serüven günümüze kadar uzanır. Kişisel bir alışkanlık olan bu öğün zamanla dönemin aristokrasisinde sosyal bir etkinlik olarak yer alır. Düşes Anna, çevresindeki diğer düşesleri bu hafif ve zarif çay buluşmalarına davet eder ve böylece bu çay saati sadece fiziksel açlığı bastırmakla kalmaz, sosyal açlığı da bastırır ve dönemin en büyük etkileşim merkezlerinden biri haline gelir.

Viktorya dönemi boyunca bu çay saati, dönemin özelliklerini yansıtan toplumsal bir tiyatro haline gelir. Özenle hazırlanmış ve üç katlı servis tabaklarında sunulan salatalıklı sandviçler, fırınlardan yeni çıkmış scone’lar reçel eşliğinde servis edilip çaylar fincanlara dökülürken bu kısa ama etkisi büyük olan öğün ritüelistik anlam kazanır. Bu çay saati; dönemin aristokrat kadınları için sosyalleşmenin, modayı sergilemenin ve dedikodu yapmanın en iyi adresidir. Bu zarif ortamlar, tıpkı Jane Austen romanlarında olduğu gibi kadınların var olabildiği, konuşabildiği ve rol sahibi olabildiği sosyal alanlardır. Bir anlamda bu önemsiz görünen fakat etkisi fazlasıyla büyük olan çay saati kadınların görünür olduğu bir sahnedir.
The Ritz: Zarafetin Demlendiği Anlar

Londra’da beş çayı denince akla ilk gelen isimlerden biri hiç şüphesiz The Ritz’tir. 1906 yılında açılan bu şatafatlı otel, Mayfair’in kalbinde adeta geçmişin izlerinin günümüze hakimiyet kurduğu bir temsilci gibi yer edinir. The Ritz’de Palm Court isimli özel bir çay salonunda servis edilen çaylar yalnızca damak tadına hitap etmek ile kalmaz, tüm duyuları fetheder. Tavanda on yıllara meydan okuyan kristal avizeler, duvarlarda aynalar ve konuşmaların fısıltısı ile birbirine karışan kaşık sesleri canlı piyano eşliğinde harmanlanır.

Burada sipariş edilen her bir çayın sunumu adeta tiyatro sahnesinde sergilenen oyun gibidir. Parlak gümüş çaydanlıklar, üç katlı servis tabaklarında el yapımı sandviçler, fırından yeni çıkmış sıcak scone’lar ve ev yapımı çeşit çeşit reçel… Bu çay düzeni, rastgele seçilmiş detay olmanın çokça ötesindedir; bu düzen, yılların birikimi olan geleneğin aynadaki yansımasıdır.

The Ritz’de bir fincan sütlü Earl Grey içmek yalnızca içilen çayın lezzeti ile değil mekanın yıllara meydan okuyan tarihi ile akıllarda kalır. Bu salon Churchill’in, Kraliçe 2. Elizabeth’in ve Hollywood yıldızlarının da yıllar önce bulunduğu bir salondur bu nedenle burada çay içmek yalnızca bugünü ve geçmişi harmanlamaz; tarihin birer parçası olmanızı sağlar…
Sketch: Sanat ile Servis Edilen Beş Çayı

Londra’nın çağdaş yüzünü çok iyi temsil eden ve bu eski ritüele yeni bir bakış açısı kazandıran mekan ise şüphesiz Sketch’tir. 18. Yüzyıldan kalma klasik mimari örneği bir binanın içinde yer alan bu eşsiz mekan; mimari, sanat ve gastronomiyi aynı çatı altında birleştirir. Sketch’in en ünlü salonu olan The Gallery toz pembe koltukları ve David Shrigley imzalı yüzlerce sanat eseri ile en az bir sanat galerisi kadar etkileyicidir.

Burada beş çayı The Ritz’in aksine yalnızca duyulara hitap etmez, burada çay aynı zamanda hayal edilir. Menüdeki her tatlı birer sanat eseridir. İçinden sürpriz çilek sosu çıkan yumurta şeklinde servis edilen mus, adeta minyatür sanat eserleri olan çikolata ve lavantalı küçük kekler… Her tatlı Londra’nın geleneksel yönünün aksine daha genç, dinamik ve fazlası ile modern olan yeni yüzünü ziyaretçilerine hissettirir.

Sketch, gelenek ve modernin ortak paydada buluştuğu mekandır. Beş çayı burada geçmişin değil günümüz ve geleceğin izlerini taşır. Her bir sipariş estetik birer beyandır bu nedenle Sketch, Londra’nın yalnızca mimarisini yansıtmakla kalmaz aynı zamanda ruhunu da modernize edip yeniden kurgulayarak ziyaretçilerine her bir yudum çayda sunar.
Fortnum & Mason: Kraliyet Damgalı Gelenek

1707 senesinden beri kapıları ziyaretçilere açık olan Fortnum & Mason, Piccadilly’nin en prestijli köşelerinden birinde yer alır. Duvarlar boyunca uzanan ahşap raflar, kristal kavanozlar ve saten kutular içeri adımınızı attığınızdan itibaren size kendinizi bir zaman tünelinden geçmişsiniz gibi hissettirir. Bu tarihe meydan okuyan binanın üst katında bulunan Diamond Jubilee Tea Salon İngiliz Beş Çayı denince akıllara gelen görselin hayat bulmuş halidir.

Kraliçe 2. Elizabeth’in tahta çıkışının 60. yılına özel olarak açılmış bu salonun dekorasyonunda kremler, altınlar ve pastel tonlar hakimdir. Salondan içeri büyük pencerelerden süzülen ışık ve tavandan sarkan kristal avizeler bu salonun adeta bir elmas gibi parlamasını sağlar. Bu mekanın menüsü, bizzat Fortnum’ın kendi hazırladığı harmanlardan oluşmaktadır ve çayların yetiştiği bölgeler, hasat zamanları ve en iyi eşlikçileri detaylıca anlatılır. Fortnum & Mason’da çay içmek, gelenekselleşmiş bir mirasa ortak olmaktır ve bu miras mekanın her bir köşesinde varlığını hissettirir.
Londra’da akşamüstü çayı yalnızca damak zevkine hitap etmek ile kalmaz aynı zamanda mekanın sunmuş olduğu menü eşliğinde anlam katmanlarını yaprak yaprak açar. Çayın kendisinin taşıdığı önem kadar sunulduğu mekanın atmosferi, mimarisi ve tarihi önemi de bu deneyime katkıda bulunur. Her bir ziyaretçi The Ritz’te zamanın yavaşladığını, Sketch’te hayal gücünün serbest kaldığını, Fortnum & Mason’da geleneğin somutlaştığını hisseder.
Her bir çay salonu Londra’nın sayısız yüzünden birini gözler önüne serer. Ziyaretçiler klasik Londra’dan avangart Londra’ya, tarihi Londra’dan modern yüzüne doğru bir yolculuğa çıkar. Beş çayı yalnızca kalpleri ve çay sofrasını ısıtan bir içecek değil şehrin tarihini gelecek ile ören bir estetik deneyimdir. Fincanlar ellerde dolaşırken her bir mekanın tarihi ve belleği çayın dumanında harmanlanır ve böylece Londra yalnızca çayın tadı ile damakta kalmaz, hafızalara iz bırakan bir şehre dönüşür.
Kaynakça:
- Pettigrew, Jane. A Social History of Tea. National Trust Books, 2001.
- Rappaport, Erika Diane. A Thirst for Empire: How Tea Shaped the Modern World. Princeton University Press, 2017.
Öne Çıkan Görsel: afternoontea.co.uk


