Başrolünde, filmdeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde 95. Oscar Ödüllerine adaylık kazanan Bill Nighy yer alıyor. Film Akademi’den aynı zamanda En İyi Uyarlama Senaryo kategorisinde de adaylık kazandı. Sex Education dizisinde dikkat çeken isimlerden biri olan Aimee Lou Wood, son olarak The Wonder filminde izleme şansı bulduğumuz Tom Burke dışında Zoe Boyle, Alex Sharp gibi isimler de Bill Nighy’e filmde eşlik ediyor. Filmin yönetmen koltuğunda Oliver Hermanus otururken, senarist koltuğu Kazuo Ishiguro‘ya teslim edilmiş. Beni Asla Bırakma, Klara ile Güneş, Günden Kalanlar ve Gömülü Dev gibi kitapların sahibi olarak tanıdığımız yazarın 2017 yılında Nobel Edebiyat Ödülü‘nü kazandığını da belirtelim. Filmin girişinde de gördüğümüz üzere, film Akira Kurosawa‘nın 1952 yapımı Ikuru filminin uyarlaması olarak yeniden vücut buluyor. Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali‘nde yaptığını söylemeden de geçmeyelim.

Photo: Ross Ferguson.
Copyright: Lionsgate. All Rights Reserved.
Living yani Yaşamak filmi, özellikle tek bir insanı hikayenin ana damarı haline getiriyor. Hikaye örgüsü tamamen Bill Nighy’nin hayat verdiği Rodney Williams karakteri üzerinden yol alıyor. Filmin satır aralarında senaryo yazarının dokunuşlarına rastlamak mümkün, ancak Bill Nighy’nin kusursuz bir sadelikle rolüne bürünmesi filmi yükseklere taşıyor diyebiliriz.
Film, 1950’lerin Londra‘sında geçiyor. Zaten filmin başında kameranın çekim alanı olarak seçtiği Londra görüntülerinden eski zamanlara doğru bir yolculuk yapacağımızı ve bir dönem filminin içinde olduğumuzu anlıyoruz. Dönemi yansıtan ahlak anlayışı ve kostüm seçimleri sayesinde İngiltere‘nin bir dönemine de şahit oluyoruz.
Filmin hikayesine gelirsek; Belediyede İmar Bölümünde önemli bir görevi olan Williams karakterinin, kanser olduğunu ve 6-8 aylık vakti kaldığını öğrenmesiyle, hayatında bazı değişiklikler yapmaya karar vermesine tanıklık ediyoruz. İnsan ilişkilerinde hep mesafeli olan karakterin, ailesiyle bile yakınlık kuramadığını gözlemliyoruz. Oğlu ve geliniyle yaşayan Williams, birkaç kez yeltense bile öleceğini oğluyla paylaşamıyor. En yakınıyla konuşamadığı hastalığını, hiç tanımadığı ya da çok az tanıdığı insanlara anlatabilmesi durumuyla da onun insani yönüne vurgu yapılıyor. Mesai arkadaşlarının oldukça saygılı davrandığı Rodney Williams radikal değişikliklere gidemeyen, hayatı hep aynı şekilde yaşamış bir karakter diyebiliriz. Öleceğini anladığında, bazı şeyleri farklı yapma isteğiyle doluyor. Tarzı olmadığı halde yeni bir şapka alıyor, alkollü mekanlarda şarkı söylüyor, tanımadığı insanlarla ilişki kurmaya çalışıyor. En azından kalan zamanını boşa harcamak istemediğini anlıyoruz.
Lakabının Mr. Zombie (Bay Zombi) olduğunu düşünürsek, Williams için yaşarken ölmüş bir insan gibi davrandığını da söylemek mümkün. Öleceğini öğrendiğinde aklına gelen fikirlerden ilki intihar etmek oluyor, ancak bu fikrinden vazgeçiyor. Hayatın her anında dakik biri olduğunu fark ettiğimiz Williams, hayatındaki bu yeni gelişmeden sonra bir süreliğine işe gitmeyi bırakıyor. Tabii bu hiç rastlanılmamış durum iş arkadaşları arasında merak uyandırıyor. Hayatının sonuna geldiğini öğrenen pek çok insanın geçmişini sorguladığı gibi, Williams’ın da geçmişini, bugününü sorgulamaya başladığını görüyoruz. Onu, hayatı boyunca yaptıklarını ve yapmadıklarını değerlendirirken izliyoruz. Sona doğru aldığı nefes sayısının bile belli olduğunu kavradıktan sonra, basit ve önemsiz gibi görünen pek çok şeyin, onun için artık önem arz ettiğini fark ederek, çoğu kişinin umursamadığı çocuk parkı projesine odaklanmasını izliyoruz. Ölmeden önce birileri için güzel bir şeyler yapmak için çabalamasına ve inat edişine şahitlik ediyoruz.
Bill Nighy’nin ölmek üzere olan bir adamın yaşadığı duygusal değişimleri, yine o karakterin asil duruşundan taviz vermeden yapmasını izlemek, seyirci olarak bizleri sinemaya bir kez daha aşık ediyor. Bir oyuncu portresi ışığında; bir karakteri tanımak, yeni bilgiler eşliğinde karakterin gelişimini izlemek Living filmini büyüleyici kılıyor. 1950’li yılların İngiliz tavrını detaylıca gözlemleyebilmek de filme ivme katıyor.
Filmin son periyotuysa üzücü bir sekansla açılıyor. Kilisede bir tabut üstünde fotoğrafını gördüğümüz Williams’ın artık gitmiş olduğu ve geriye kalan sahnelerde olmayacağı hüznü çöküyor; ancak bunun böyle olmayacağını kısa sürede anlıyoruz. Bu son kısımda Williams’ın işi aracılığıyla insanlara fayda sağlamaya çalıştığını izliyoruz. Her ne kadar önüne engeller koyulsa da, ısrarı ve inadı sayesinde başarılı olduğunu görmek seyirciyi mutlu edecek bir detay diyebiliriz.
Living, insanoğlunun doğumu bile kesin değilken, öleceğinin kesin olması fikriyle bir kez daha yüzleştiriyor. Bu fikir eşliğinde, hayatı boyunca mesafeli bir hayat sürmüş olmasına rağmen arkasından üzülen insanların varlığı ve onun yolundan gitmeye hazır bir grup insanın kişilik olarak gelişen tavrı da son deminde bile olsa bir şeyleri doğru yaptığını gösteriyor.
Living; hikayesi, muhteşem oyunculuğu ve karakter yaratımındaki başarısıyla 2022 yılının öne çıkan ve beğenilen filmlerinden biri olmayı başarıyor.





