Senaryosunu Erdi Işık’ın yazdığı, yönetmen koltuğunda Kaan Arıcı ve İsmet Kurtuluş’un oturduğu LCV (Lütfen Cevap Veriniz), evlenmelerine bir saat kalan Ceren ve Semih ile çiftin arkadaşları Mert’in arasındaki karmaşık ilişki yumağına odaklanıyor. Diyaloglar üzerinden ilerleyen filmde Semih’in sağdıcı Mert’in düğün günü geçmişten gelen sırları ortaya saçmaya başlamasıyla tansiyon yavaş yavaş yükseliyor. Film; tek mekân tercihi, üç kişilik oyuncu kadrosu ve 70 dakikalık ekran süresi ile keyifli bir seyirlik sunmasına karşın arkasındaki fikri derinleştirmek ve gerçekçi bir hava yaratmak konusunda eksik kalıyor. LCV’nin aslında başlarda tiyatro oyunu olarak planlandığını fakat daha sonra filmde karar kılındığını da belirtmeden geçmeyelim. Filme BluTV üzerinden ulaşmak mümkün.

Yazının bundan sonrası filmle ilgili keyif kaçıran detaylar (spoiler) içermektedir!
Oyuncu kadrosu Melisa Şenolsun, Ushan Çakır ve Cem Yiğit Üzümoğlu’ndan oluşan filmde bu üç oyuncu dışında birkaç karakterin daha sık sık adı geçse de o karakterleri görmüyoruz. Ushan Çakır tarafından canlandırılan Semih ve Melisa Şenolsun tarafından canlandırılan Ceren karakterlerinin bir yıldır güzel giden bir ilişkisi var. Semih’in pilot, Ceren’in de hostes olduğunu öğrenince iş ortamında tanıştıklarını anlıyoruz. Mert karakteri ise esasen Semih’in arkadaşı. Fakat aralarındaki ilişkinin gerilim dolu olduğunu daha ilk sahnelerden görebiliyoruz. Mert damat odasında dakika başı kendine içki dolduruyor, pasif agresif söylemlerde bulunuyor ve huzursuzluğu her hâlinden anlaşılıyor. Patlamaya hazır bir bomba ile karşı karşıya olduğumuz son derece açık. Kısa bir giriş sekansından sonra Ceren’in de odaya gelmesinden sonra üçlünün bir saat boyunca eteklerindeki taşları dökmelerine ve hem kendileriyle hem de birbirleriyle yüzleşmelerine tanıklık ediyoruz.

Mert’in tavırlarından bu evliliğe karşı olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Başlarda heteronormatif bir algı ile Mert’in Ceren’e karşı hisleri olduğunu ve bu yüzden Ceren’in Semih ile evlenmesini istemediğini düşünüyoruz. Ortada bir aşk üçgeni olduğu doğru, fakat üçgenin tepe noktası Ceren değil, Semih! Çünkü sonradan öğreniyoruz ki Mert ve Semih’in yedi yıldır süren tutkulu bir ilişkileri var. Bu sırrın ağırlığı bir kenara, Ceren’in de sakladığı ağır gerçekler var. Mert, hem Semih ile ilişkisini hem de Ceren’in sırlarını adeta bir histeri hâli ile odanın ortasına bomba gibi bırakıyor.

Aslında aşina olduğumuz bir tema ile karşı karşıyayız. Tek mekân, karmaşık ilişkiler, açığa çıkmak için sabırsızlanan sırlar, diyaloglarla gelişen bir hikâye örgüsü… Tek mekân filmleri özellikle gerilim duygusunu verebilmek için klostrofobik bir ortam sağlaması açısından biçilmiş kaftan. Fakat LCV’nin tek mekânın imkânlarını yeterince kullanabildiğini söylemek güç. Karakterlerin hareket alanı arada bir içki doldurmak için masaya gidip gelmeleri ile sınırlı. Bunun yanı sıra düğün temasına uygun bir biçimde aydınlık bir renk paleti tercih edilmiş. Tek sekansın tek mekâna yakışan bir çekim tekniği olmasına karşın filmde birçok cut ve kamera açısı kullanılmış, karakterlerin duygularını geçirebilmek için yakın çekimlerden bol bol faydalanılmış. Dolayısıyla film bünyesinde barındırdığı gerilimi biçimsel açıdan tek mekânın olasılıklarına sığdırmaktan uzak durmuş gibi gözüküyor.

Filmdeki üç karakterin ilişkileri ve diyalogları aracılığıyla heteronormatif düzene ve toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bazı sorular masaya yatırılıyor. Sözgelimi karakterler uzun bir süre şunun çıkmazını yaşıyor: Eğer Semih, Ceren’i bir erkekle değil de bir kadınla aldatsaydı durum yine aynı mı olacaktı? Bu iki durum arasındaki farkı oluşturan nedir? Toplumun ve sistemin kendisi mi, bir türlü yenilemeyen ön yargılar mı, tutsak edici “normallik” algısı mı? Yoksa her şeyin bilincinde olmasına rağmen kendiliğinin, kimliğinin ve arzularının peşinden gitmeye korkan, toplum normları tarafından pasifize edilmiş karakterler mi? Anlıyoruz ki Semih, her ne kadar inkâr etse de aslında Mert’e âşık. Ceren ile hızlı gelişen evliliği de bu aşkı gölgelemek için ortaya çıkmış. Mert ise Semih ile kıyaslanınca kendinden gayet emin, kararlı, kimliğinin ve kararlarının arkasında durabilen bir imaj çiziyor. Son dakikaya kadar Semih’e evlenmemesi ve kendisini seçmesi için baskı yapıyor. Hatta Mert karakterinin histerik, alaycı ve pasif agresif tavırlarıyla sinir bozucu bir karakter olarak çizildiğini söyleyebiliriz. İnsanların ne diyeceği ile Semih kadar ilgilenmiyor ve onun kadar korkmuyor. Film bize homofobinin, elalem ne der çekincesinin, dışlanma ve linç edilme korkusunun insanın hayatını nasıl ele geçirebileceğini ve insanları nasıl kendilerine ait olmayan bir hayata sürükleyebileceğini gösteriyor.

Filmin finalinde Ceren de Semih de birbirini affediyor. Çünkü filmin başından beri vurgulandığı üzere, içerde onların evliliğini bekleyen yüzlerce insan var. Ebeveynler, akrabalar, dostlar, iş arkadaşları… Özellikle Ceren bir kadın olarak cinsiyet rolünün ona yüklediği haksız sorumluluk ile bu baskıyı daha çok hissediyor. Komiktir ki insana çoğu zaman rezil olmak, istemediği bir hayatı yaşamaktan daha ürkütücü geliyor. Rezil olmak, mahcup olmak ya da insanların gözünde küçük duruma düşmek insanın hayatına daha anlık ve geçici bir etki bırakırken istediğin hayattan ve kimliğinden ödün vermek müebbet bir hapis cezasına benziyor. Fakat belki de insanlar birinin acısı daha geç çıktığı için onun yaratacağı yıkımı tam olarak idrak edemiyor ve kolaya kaçıyor. Filmin finalinde Semih’in Ceren’i seçmesi ve tamamen yalanlar üzerine kurulu bir ilişkileri olduğunu fark etmelerine rağmen misafirlerin karşısına çıkmak üzere odadan ayrılmaları gerçekçi ve doğru bir final tercihi. Çünkü Semih’in Mert’i seçtiği mutlu bir final, filmi ucuz bir romantik komedi suretine büründürebilirdi.
LCV, son yıllarda Türkiye’de de güçlü örneklerini görebildiğimiz kuir sinemanın başarılı yapımlarından biri olabilecekken potansiyelini kullanamıyor ve arkasındaki fikri destekleme konusunda yüzeysel yollara başvuruyor. Film temadaki benzerlikten ötürü yakın zamanın başarılı yerli filmlerinden biri olarak gösterilen Ali Kemal Güven imzalı Çilingir Sofrası ile kıyaslansa da Çilingir Sofrası’nın, hikâyesini anlatırken daha tutarlı, titiz ve gerçekçi bir ton yakaladığı yadsınamaz.

Ayrıca LCV, kast seçimleri ile vermek istediği mesajın çelişkili olduğu yönündeki eleştirilerle de gündeme geldi. Filmin oyuncularından Melisa Şenolsun’un abisi Efecan Şenolsun ve Ushan Çakır daha önce sette şiddet iddialarıyla gündeme geldiği için izleyiciler filmin kast seçimini ikiyüzlü buldu.
Kısıtlı oyuncu kadrosuyla çekilen tek mekân filmlerinin en güçlü silahı diyaloglar ve oyunculuklardır. Bu tarz filmlerin başarılı olarak nitelendirilebilmesi için genellikle çok güçlü diyaloglara ihtiyaç vardır. LCV ise diyalogların doğallığı konusunda uğraşılmış bir film olduğu belli olsa da bu uğraşın meyvelerinin toplanabildiğini söylemek bir hayli zor. Diyaloglar ve oyunculuklar yer yer çiğ duruyor, doğallık katması için serpiştirilen detaylar iğreti kalıyor. Öyle ki, film janr olarak drama ve gerilime yakın dursa da çoğu zaman komedi tadında kalıyor. Neyse ki süre konusunda doğru bir tercih verilerek ekran süresi kısa tutulmuş. Bu yüzden film seyirciyi sıkmaktan kıl payı kurtulmuş. Tüm eksikliklere rağmen bu konsepti seven sinemaseverlerin çok beklentiye girmeden 70 dakika ayırıp izlediklerinde pişman olmayacakları bir iş ortaya çıkmış.
Filmin fragmanı için:


