Kurtlarla Koşan Kadınlar, psikanalist yazar Clarissa P. Estés tarafından kaleme alınmış olup kadınlara varoluşları ve özlerine dönüşleri için ışık tutacak yetişkin hikâyelerinden oluşan bir yapıttır. Bu yazımızda her hikâyede farklı anlamlara ulaştığımız eserin “Fok Derisi, Ruh Derisi” adlı öyküsünün vermek istediği mesajları inceleyeceğiz.
Kurtlarla Koşan Kadınlar Ne Anlatıyor?

Kapitalist düzenin konumlandırdığı noktayla birlikte kadınlar doğasından, yaratıcılığından ve benliğinden koparılmıştır. Bedenleri, ruhları, yaratıcılıkları, özgürlükleri ve dansları ayıplanmıştır. Fakat eril düzende çarklar işlerken tüm bu üst öğretilerin bastırdığı iç ses yitip gitmemiştir, o derinlerdedir.
Sağlıklı kurtlarla sağlıklı kadınlar zarafetleri, cesaretleri, kendini adama kapasiteleri ve buna karşın sürekli hedef gösterilmeleriyle benzerlik taşırlar. Bu “vahşi kadın” arketipinden hareketle kitap, kadınların özlemini çektiği içindeki vahşiye dönme yolunda destekleyici mesajlar içerir.
“Fok Derisi, Ruh Derisi” Öyküsü Ne Anlatıyor?

Doğanın kendine özgü dinamikleri olduğu gibi kadının da mevsimleri vardır fakat modern dünyadaki indirgemeci bakış açısıyla birlikte kadın güneşini, yağmurunu, neşesini ve hüznünü kaybeder.
Hikâye, yalnız bir adam tasviriyle başlar. Tek başına yaşayan, avlanan, mutlu olmaya çalışan ve kendine arkadaş arayan bu adam günün birinde denizin ortasındaki bir kayada dans eden kadınlara rastlar. Kadınların güzelliğinden büyülenir. Onlar fok derileri giyen fok kadınlardır. Yalnızlığı kendine yük olan adam fok derilerinden birini çalar ve kadınlardan birine eşi olmasını, o halde yedi yaz içinde derisini geri vereceğini söyler. Kadın kabul eder ve Ooruk isimli bir çocukları olur. Kışın annesi çocuğa deniz altındaki masalsı dünyayı anlatır; babası da ayı ya da kurt derisi yüzer. Zaman geçer; annenin vücudu kurur, saçları dökülür, derisi soyulur, zayıflar ve gözlerinin ışıltısı solar.

Bir gün Ooruk bağırış seslerine uyanır. Babası bağırır, annesi ağlar. “Onu sana verseydim beni terk ederdin.” der adam. “Ne yapardım bilmiyorum, tek bildiğim şey ait olduğum şeye sahip olmam gerektiği” der kadın. Adam devam eder: “Beni karısız bırakırdın, oğlanı da annesiz. Sen kötüsün.” Fok derisi için kavga ederler.
Ooruk annesini kaybetme korkusuyla ağlar durur. Adeta onu çağıran bir rüzgar sesiyle kalkar, denize koşar. Bıyıklı, kocaman gümüş bir fok görür. Ve ardından annesinin fok derisini görür. Yaşlı fok birden gözden kaybolur.
Ooruk fok derisini annesine götürür, annesi üstüne geçirir. Bir yanda özüne dönmek isteyen iç sesi, bir yanda onu bırakmaması için ağlayan çocuğunun sesi… Fok kadın, oğlunun akciğerlerine nefesini üfler ve onu alarak denize dalar. Birlikte yüzerler, yerler, konuşurlar ve dans ederler. Az önce kendini gösteren yaşlı gümüş fok, kadının babasından başkası değildir. Fok kadın, babasına oğlunun burada kalamayacağını söyler ve ağlaşırlar.
Yedi gün yedi gece sonra fok kadının saçlarının gözlerinin ışıltısı yeniden görünür. Eski rengine, tombulluğuna kavuşur. Özüne döner. Fakat artık oğlanın geri dönme vakti gelmiştir. Büyükbaba ve anne onu kayalıklara bırakırlar. Zaman geçer, çocuk büyür. İyi bir davulcu, şarkıcı ve öykücü olur. Hâlâ ara ara kayalıklara çökmüş vaziyette dişi bir fokla konuşurken görülür.
Fok Derisi, Ruh Derisi Öyküsü Bize Ne Fısıldıyor?

Fok Derisi, Ruh Derisi; özünden koparılan ve olmak istediği şey için suçlanan, ışıltısı söndürülen fok kadınını konu alır. Yaşlı fokun çocuğa çağrısı kadının iç sesini temsil eder. Bu iç sese kulak veren de çocuk olur. Fok kadının hikâyeler anlattığı ve biçimlendirdiği oğlunda bu iç ses yankı olur ve derisini ona getirir. Ötekine kattığının yansımasında kendini bulur, var olur.
Derisiz kalan kadının vücudundaki değişimler kaygı ve stres altındaki kadının değişimlerine benzer. Bu sinyaller iç bağdan kopan, hayatın koşturmacasında tükenen kadının evine dönmesini işaret eder. İşaret ettiği konu, öykünün günümüz modern dünyanın kadınına verdiği önemli mesajlardan biridir.
Birçok kadın yeteneğinden, aidiyetinden, hayalinden ve en nihayetinde varoluşundan koparılmıştır. Kimi zaman romantik ilişkide kimi zaman ailede kimi zaman iş hayatında bu durumu deneyimleyen kadının kökü kurur. İç ritmini kaybeder, ruh evinden uzaklaşır. Yeteneklerinden ve neşe kaynağından koparılan kadın özüne dönüşünü erteler. Bazen çocuğu için kendini feda eder fakat çocuğuna da bunu öğrettiğinin farkında olmaz. Toplumun, kadını iyileştiren ve güzelleştiren olma yönünde idealize etmesi onda öfkeye yol açar. Canlı hissetmediği ve desteklenmediği ilişkilerde hiçbir başarı onu tatmin etmez. Zaman ve mekanın ötesinde aidiyet bağlarına ihtiyaç duyar.

Suyun altında nefes alabilen çocuk, kadınların özündeki orta kadını temsil eder. Kadınlar bilinmezlik için korkmamalıdır, en derinlerde bile nefes alabilecek gücü kendilerinde bulacaklardır. Çocuk, hem babasının dünyevi tarafını hem annesinin ruhani tarafını taşır. Bu yüzden suyun altında sonsuza kadar kalamaz. Evine dönen kadın da tıpkı bunun gibi dünyevi işlerine geri döner. İhtiyaç duyduğu anda yol gösterici deneyimiyle yuvasına yönelmeyi bilir. Sonrasında iyi bir davulcu olan çocuk gibi kendi ritmini yakalar. Çocuğun büyüdüğünde kayalıklara gidip fok kadın ile konuşması dünyevi hayattan uzaklaşarak evine dönen kadını simgeler. Burada yalnız kalmak en büyük ilham ve kararların yükseleceği yerdir.
Gerçek hayatta da yalnız adam gibi kadınların ruhunu avlamak isteyen birçok kişi olacaktır fakat bu kişiler kadınların içindeki vahşiyi öldüremezler. Bütün kadınlar hangi koşullar altında olursa olsun kendi doğal döngülerini yakalayabilirler.
Ruh Evine Dönüş Yolu

Hayatın her alanında baskılanma, koparılma ve kimliği sebebiyle suçlanma riskiyle karşı karşıya kalan kadınlar ruh evlerine dönmeyi nasıl başarabilirler?
Şair Rainer Maria Rilke tam da böyle bir yerden “Kim korkmamıştır, otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?” der. Kendi kalbinin ritmini dinlemek kolay değildir. Eve dönmeyi gerektirir. Eve dönmek ise dönüşümlerle, kayıplarla ve vedalarla mümkündür. Ve her hikâye başlamak için ardında bir son bırakır. O yüzden kendini ve yaşam alanını korumak, yavaşlamak olması gerekeni değil de olmasını istediğine bakmak lazımdır. Meditasyon yapmak, şiirler yazmak, şarkılar söylemek, güneşe dönmek, ormanda yürümek gibi küçük eylemler bile iç benliğin yolunu açar. Bazen bir avuç gökyüzünde bile kendinden bir parça bulabilir. Tam da burada zihinlerde bir soru yankılanır: “Ben kimim, üstüme özensizce giydirilmiş rollere sığma kaygısı olmaksızın nerede ve nasıl yeşermeyi arzularım?”
Ait olduklarımıza sahip olduğumuz anlara…
Kaynakça
- Estés, Clarissa Pinkola. Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit Ve Öyküler, 2013.
Kapak görseli: kitapyorumlar.com


