Psikanalist yazar Clarissa Pinkola Estés, “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabında, doğadan uzaklaştırılmış ve güdüleri bastırılmış kadınların, vahşi kadın arketipi üzerinden kendilerine dönmelerini ele alır. Estés, “Çirkin Ördek Yavrusu” hikayesini kullanarak başta kadınlar olmak üzere bireylerin, direncin ve cesaretin yardımıyla gerçek benliklerine ulaşmasının önemini vurgular. 19. yüzyılın doğayla kopmuş toplumunda bu mit ve öyküler, kaybolan özellikleri yeniden keşfetmeleri için onlara bir yol gösterici olur.
Masal: Bir Psikolojik Deşifreleme Yöntemi

Öyküye başlamadan önce Estés, öykünün kendi anlatımından önceki versiyonlarına değinerek Hans Christian Andersen’e ait versiyonuyla masalın altında yatan temel motif olarak dışlanmış olanların, kendi yaşam ortamlarına ulaşmak için direnç ve cesaretin gerekliliğinin işlenmesiyle sıra dışı ve sahipsiz olanların vahşi kadın ile benzerlik gösterdiğini ifade ediyor ve bu öyküyü “psikolojik ve tinsel bir kök öykü” olarak nitelendiriyor. Bununla beraber, masalın bir çeşit psikolojik deşifreleme yöntemi olarak önemini ileri sürüyor ve bu “kök öykü” olarak adlandırdığı masalların kavranmasının insan gelişimi açısından son derece gerekli olduğunu savunuyor. Nitekim, bu doğru çünkü masallar, içerdiği sembolik anlamlar ile okuyucuya hayata ve elementlerine dair içgörü sağlar. Bu masaldaki temanın evrenselliğine değinirken yazar, bireysel anlatıcının şiir gücünü vurguluyor ve kendi edebi anlatımıyla bu evrensel temaya özgün şiirsel yaklaşımını sunuyor.
Tuhaf Olan: Farklı Olan ve Dışlananın Hikayesi

Öykü, hasat zamanının yaklaşmasıyla başlar. Sonbahar, yıpratıcı kışa hazırlık vakti olduğu gibi aynı zamanda ciddi bir değişim mevsimidir. Bu mevsimin, ana karakterimiz olan çirkin ördek yavrusunun yaşayacağı karmaşalı gelişim sürecini sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Devamında, canlıların bu süreçteki yaşamlarını anlatarak doğanın ve doğadaki her şeyin doğal döngüsünü gözler önüne serer. Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında, çirkin ördek yavrusunun içsel yolculuğunun aslında bireyin kendine ulaşma mücadelesini sembolize ettiğini ve bu sürecin direncin önemini gösterdiğini savunur. Öyküde devam etmek ve dayanmak, en büyük güçlerden biri olarak anlatılır. Zira, çirkin ördek yavrusunun baskılar altında kaldığını ve acımasız deneyimlerden geçtiğini görürüz. Buna rağmen, onu bu mücadelede ayakta tutan şey içgüdüsel özgün ruh halidir. Estés, bu öykü üzerinden özgün ruhun ve onun hayati öneminin altını çizer.
Çirkin ördek yavrusu, daha doğmadan bile diğerlerinden farklı görünmeye başlar çünkü onlardan daha geç doğar ve bu zaman farklılığı, ona karşı ön yargıların gelişmesine yol açar. Doğduğunda ise farklı görünüşü nedeniyle dışlanır ve onu başta koruyan, kollayan ancak daha sonra duygusal bir kopuşla dışlayan anne ördek dahi onu reddeder. Böylece farklı olanın toplum tarafından nasıl psikolojik bir yaralanmaya maruz kaldığını ve bu yaralanmanın kişinin kendini reddetmesine neden olarak nasıl derinleştiğini görürüz. Oysa, çirkin ördek yavrusu ne çirkindir ne de bir ördektir. Onun aslında henüz kendine varmamış bir farklılık olduğunu öykü ilerledikçe keşfederiz.
Bu toplumsal yargılarla başa çıkmak, kimlik arayışında son derece zorlayıcıdır. Gelişimi tamamlanmamış ve bu sürecin içinde olan birey, kendisi olmanın ve ait olduğu yeri bulmanın arayışındadır. Bu arayış, bir bulmaca gibidir ve çözülmesi gereken içsel bir meseledir. Clarissa P. Estés, Çirkin Ördek Yavrusu öyküsü üzerinden, kız çocuklarının toplumda sıklıkla baskılayıcı bir yetiştirme tarzına maruz kaldığını anlatıyor.
Öyküde, bir kedi ve tavukla yaşayan yaşlı kadının evinde barınabilmesi için çirkin ördek yavrusunun bir işe yaraması gerekiyor. Bu durum, bireyin kimlik arayışındaki baskıyı simgeliyor. “Ne işe yararsın?'” sorusuna, çirkin ördek yavrusu en sevdiği şey olan maviliklerin (gökyüzü veya sular) altında oluşuyla yanıt veriyor. Bu cevap, onun pratik ve maddi olana karşı spiritüel ve şiirsel varlığını açığa çıkarıyor. Bununla birlikte, çirkin ördek yavrusu bu yönüyle çoğunlukla kız çocuklarında bastırılmış olan yaratıcılığı temsil ediyor. O, bunu dile getirse de anlaşılmaz. Çirkin ördek yavrusunun deneyimlediği en hakiki yalnızlıktır. Bu kopukluk içinde kendine dair bir şeyi dile getirmesi bile, hayata tutunma çabasının muhteşemliğini gözler önüne serer. Bunun üzerine yeniden dalga geçilmesi, Estés’in ifade ettiği üzere, başkalarının gerek yanlış anlaması, gerek cehaletin acımasızlığı gerekse kasti kötülükleri nedeniyle kişinin temel benliğine yapılan yaralayıcı müdahalelerdir. Bu gibi müdahalelerle kişi kendinden uzaklaştırılır.
Varlık Durumuna Gelmek: Yani Olmak

Çirkin ördek yavrusu dışlanmışlıktan öz farkındalığa giden yolculuğunda darbe alsa da ona baştan sona eşlik eden gizli güç, içgüdüsel bir dirençtir. O, uzaktan görüp anlayamadığı bir bağ hissettiği yabancı yaratıklar (kuğular) aslında arayışında olduğu psişik ailesidir. Kuğuların arasında bir kuğu olarak kendini keşfettiğinde nihayetinde direnci canlılık ve güç kazanır. Öyküde verilmek istenen en nihai mesaj vahşi doğamızın köreltilmesine direnmek ve öz varlığımıza varmaya devam etmektir. Clarissa P. Estés‘in bakış açısıyla, dayatılan normlar ne olursa olsun vahşi doğanın varlığını sürdürebilme mücadelesini görmekteyiz. Öyküde belki de en meşakkatlisi olan, doğumdan sonra yetişmenin sancısını ve ehemmiyetini görüyor ve kavrıyoruz. Vahşi doğa metaforu, insanın doğuştan gelen saf ve özgün tarafını simgeliyor ve bu doğanın “varlığını sürdürebilmesi” de kişinin hem topluma hem de kendine karşı verdiği bir varoluş mücadelesi anlamına geliyor. Çirkin ördek yavrusu, henüz kendine varmamış bir kuğudur ve en sevdiği şey “altında” olmaktır; ister engin mavi gökyüzü olsun isterse serin mavi sular olsun.
Kaynakça
- Estés, C. P. Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler. Ayrıntı Yayınları, 2003.


