Tıp tarihinde idealize edilmiş erkek bedeninin kusurlu bir tasviri olarak tanımlanan kadın bedeni, biyolojik olarak karmaşık ve dengesiz olarak nitelendirilmiştir. Orta Çağ’da kadını “öteki ve ben” dikotomisi kıskacına sıkıştıran bakış açısı, Aydınlanma ve Rönesans dönemlerinde yapılan sanat eserlerindeki beden tasvirleriyle yansıtılmıştır. Beden tasvirlerinde fizyolojik gerçeklikler çoğunlukla erkek bedenine referansla oluşturulmuştur. Karun Çekem’in uygulamalı etik üzerine verdiği derslerde belirttiği üzere Rönesans’ın önemli ressamlarından Michelangelo’nun 1512 yılına tarihlenen “Adem ve Havva” isimli tablosu dönemin idealize edilmiş bedenlerini görebileceğimiz örneklerin başında gelir. Neden beden tasvirinde neyin referans alındığını tartışmaya değer buluyoruz? Öncelikle referans alınan şeyin “neliğini” hangi otoritenin oluşturduğu fark etmek gerekiyor. Çünkü bu otoritenin belirlediği ölçütler “öteki”ne müdahale etmenin alanını da yaratıyor.
İdeal Beden Karşısında Nesneleştirilmiş Beden
Modernizm, müdahale biçimlerinin tasarlanmasından çok neye müdahale edileceğinin tartışmasını yarattı. Müdahale edilmesi gereken aklın ve rasyonalitenin karşısında olandı. Doğa karşısında kültür öyle keskin bir ayrımla kendi sınırlarını belirlemedi. Kültür yayıldıkça doğanın alanı daraldı. Doğayla ilişkilendirilen kadın için de domestik (iç) alan böyle inşa edilmeye başlandı. Teknik ve rasyonalite, eril gücün kültürü inşa ederken ihtiyaç duyduğu müdahale etme kapasitesini genişletti. İdeal olanı kutsayan modernizm, insanı bu idealler içine yerleştirdi. Ancak otorite haline gelen rasyonaliteye göre ideal olana atfedilen özellikler erkeğe içkindi. Bu özneler dışında kalan “nesneler” ya da nesneleştirilmiş bedenler rasyonalitenin ürünü olan teknolojiyle denetim altına alınmaya başlandı.

Biyoiktidar Çağında Beden
Görüntüleme teknolojisi geliştikçe gözetim, denetim ve iktidar gibi kavramlar yeniden değerlendirildi. Bugün bu kavramlar teknolojiden bağımsız değerlendirilemez hâle geldiler. Birinin varlığı diğerinin varlığını gerekli kıldı ya da ortaya çıkardı. Davranışlar ve gündelik eylem pratiklerinin gözetlenmesi, hatta kayıt altına alınması iktidarın denetimini kolaylaştırdı. Ancak bazı gözetim teknolojileri Michel Foucault’nun biyopolitika ve biyoiktidar kavramlarından ne anlayacağımızı yeniden düşünmeyi gerektirmekle kalmayıp kadın bedenini ve hamilelik deneyimini radikal bir dönüşüme uğrattı. Biyoiktidar çağında doğurganlık devletin izlediği iktisadi ve politik düzenlemelere tabiydi. Beden, özellikle de kadın bedeni, bireyin kimliğinden ve kişisel isteklerinden kopartılarak demografik-istatistiksel verilere indirgendi. İktisadi nesne olarak değerlendirilen bedenin nüfusla arasındaki bağlantıyı yönetmek adına cinsellik hedef gösterildi. Cinselliğin denetlenmesi enformasyon kullanımını gerektirdi. Disipline etme biçimleri arasında yer alan profesyonel bilginin dönüşümü normların dönüşümü de demekti. Tıp alanındaki uzmanların söylemi teknoloji geliştikçe çeşitli görüntüleme teknikleriyle “doğrulanacaktı”. Bir başka deyişle, uzmanın söylemi hastanın deneyiminin önemini yitirtecekti. Bedeninin içi görüntülenen ve bu görüntülerle yüzleştirilen hasta, kendi deneyimlerinin gerçekliğine kuşku duyacaktı. Böylece, uzmanın bu görüntüleri yorumlama biçimi, söylemin gerçekliği inşa etmesine ve bireylerin kendi bedenine yabancılaşmasına neden oldu.

Nihayetinde, onlarca sosyal ve teknik deneyimin bir araya gelmesiyle kümülatif bir sürecin sonunda modern dönemde inşa edilmiş bir kavram olarak fetüs, görüntüleme teknolojileriyle kanıtlandı. Böylece artık tıbbi bir “gerçek” olarak fetüsün ontolojisi ilan edilebilecekti. Peki bu deneyimler, fetüsün özerkliğinin ilan edilebilmesine nasıl katkı sunmuştu?
Tıp Tarihinde Fetüsün Özerkliğinin İnşası
Tıp tarihi bunu değerlendirebileceğimiz örnekler barındırır. Modern fetüsün ilk ortaya çıkışını Samuel Thomas Soemmering’in fetal gelişimi sergileyen 1799 tarihli anatomik çizimlerine bağlayan Barbara Duden, 18. yüzyıl tıbbı ve ilintili olarak o tıbbî kültürde yaşayan hamile kadınların tarihinden iki yakın noktaya dikkat çeker. Bu iki nokta arasında geçen süreç “fetüs”ün tanımına ve gelecekteki potansiyeline yönelik bakış açısının nasıl farklılaştığını ortaya koyar. Aristo ve Galen’den gelen ve hamileliği, tüm hamileliklerin doğumla –ve illaki bir insan evladının doğumuyla– sonuçlanmadığı belirsiz bir dönem olarak gören, rahmin doğru ve yanlış döllenmeleri içeren polimorfoz bir potansiyele sahip bir şey olarak kabul edildiği tıbbî gelenekten, hamileliğin “fetüs”ün insana uzak bir formdan insanî bir forma dönüştüğü bir zaman olarak gören tıbbî geleneğe geçişi gösterir (Dayı, 2017:37).
Duden, 1725’te Eisenach’ta taşra hekimi olarak çalışan Dr. Johann Storch’un 26 yaşında hamile bir kadının tedavisi üzerine yazdığı notları inceler. Bunu yaparken de geçmişi kendi bağlamında değerlendirebilmek için hamileliğe ait tüm bedensel bilgilerini modernitenin inşası oldukları gerekçesiyle paranteze alır. Bugün hamilelik deneyiminde karşılaşılan olası durumları tanımlarken kullanılan düşük, kürtaj, fetüs gibi kavramların yer almadığı bu örneği inceleyen Duden, incelediği notların ortaya çıktığı dönem koşullarını dikkate alarak tıbbın ve Avrupalı kadınların hamileliği nasıl deneyimlediklerini de yorumlayabildi. 18. yüzyılın başlarında kadınlar hamile olduklarını bedenlerinin gösterdiği çeşitli işaretleri gözlemleyerek anladığını, ancak bir çocuğa mı başka bir şeye mi gebe kaldıklarından emin olamadıklarını ortaya çıkardı. Bu kulağa tuhaf gelebilir. Ancak, o zamanın Aristo ve Galen’den devam eden tıbbî geleneğine göre rahim polimorfoz bir potansiyele sahipti; bir kadın “döllenmenin gerçek/doğru meyvesi olan” çocuğa da gebe olabilirdi, “ay çocukları (moon children)” veya “et beni (moles)” şekillerinde adlandırılan yanlış meyvelere de (Dayı, 2017:38).

Rahmin içindeki “şey”in tanımlanmasına yönelik süreç 1799 yılına gelindiğinde Frankfurtlu hekim ve aydınlanma anatomistlerinden Samuel Thomas Soemmering’in Icones of Human Embryos (İnsan Embriyosunun Görüntüleri) adlı kitabının yayınlanmasıyla radikal bir değişime uğradı. Soemmering, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden kendisine “hediye” ve numune olarak gönderilen, rahim içinde göz ardı edilen ya da “gotik bir yaratık” olarak nitelendirilen embriyoları çizimleriyle beden dışına çıkardı. Duden’in bu çizimlerin fetüsün teknolojik inşasının başlangıcı olduğunu söylemesi temelsiz değildi. Çünkü (Dayı, 2017) çizimlerdeki fetüslerin göbek bağları yoktu; onlar artık kaynaklarından kopartılmış, anne ile ilişki hafızasının silindiği bedensiz(leşmiş) formlardı.
Görüntüleme Teknolojileri ve Fetal Galaksiler*
Duden’in de ileri sürdüğü gibi fetüs, ilk olarak Soemmering‘in çizimlerinde ortaya çıkarak özerkliğini kazandı ve hamile kadının beden sınırları yeniden, hatta iki farklı formda değerlendirilecek şekilde inşa edildi. Beden sınırları ihlal edilen kadının rahmi, bir kuluçka makinesi gibi teknik olarak kontrol edilebilir hale getirildi. Röntgen ışıkları, mikrofotografi ve ultrason gibi tekniklerden elde edilen görüntülerle pekişen fetüs tasviri, teknolojik bir oluşum haline geldi. “Teknofetüsün” oluşum süreci hamileliği, anneliği ve doğumu tamamen değiştirdi (Dayı,2017).

Ultrason, taşıyıcı annelik ve fetal cerrahi gibi üreme teknolojilerinin yardımıyla hamilelik tarihsel/kültürel olarak “hakları olan birey” olarak fetüsün özerkliği iddiasını ortaya çıkardı. Fotoğraf teknolojisiyle kamusal dolaşıma açılan fetüs görüntüleri, kürtaj karşıtları tarafından insan olma potansiyeli taşıyan şeyin görüntüsü olma gerekçesiyle kullanılmaya başlandı. İsveçli fotoğrafçı Lennart Nilsson’ın elektrofotografik görüntüleme teknolojini kullandığı ve 1965’te Life dergisinde yayımlanan fotoğrafları, kürtaj karşıtlarının iddialarını “doğrulamak üzere” referans gösterilecekleri somut bir gerçeklikti. Bu fotoğraflar muğlak ve soyut olanın ontolojik gerçekliğini vurgulayan metaforik bir anlatı sunuyordu.

Nilsson’ın bu 1965 ve sonraki 1990 fotoğraflarında (ve Space Odyssey 2001 filminin ilk sahnesinde uzayda amniyotik sıvısında dönen ve insana dönüşen embriyoda) görüldüğü gibi, bundan sonra hamilelik dergileri, el kitapları ve kürtaj karşıtı fotoğraflarda yer alan her fetüs resminde rahim ve kadın bedeni yok olmuş, siyah uzay boşluğuna dönüşmüştür (Dayı, 2017:40). Kürtaj karşıtlığını savunanlar görüntüleme teknolojilerinin referansıyla fetüsü ahlaki bir statü içinde, kadın bedeni ve haklarını fetüs dışında, ondan ayrı değerlendirme eğilimindedir. Ancak kadının kendi bedeni üstündeki haklarının fetüsün haklarına üstün geleceğini farklı gerekçelerle temellendirerek savunan yaklaşımlar da tartışmalarını sürdürmektedir. Özetle, kürtajın bir hak statüsünde kalabilmesine ilişkin güncel gelişmeler içindeki haklı kadın mücadelesinin anlaşılması, tarih boyunca kadınların bedeni üzerine kurulan tahakkümün modernize edilip sistematik hale getirilme sürecini teşhir etmekten geçmektedir.
Bu konuyla ilgilendiyseniz Kürtaj Konusunda Kadınlar Hariç Herkese Söz Hakkı: ABD’nin Kürtaj Tarihi isimli yazımızı da okuyabilirsiniz.
Kaynak:
Ayşe Dayı, “Feminist Etik Açısından Cinsellik ve Üreme: Fetüsün Bireyliği
ve Kadının Beden Bütünlüğü” Fe Dergi 9, no. 1 (2017), 37-54.
*Fetal Galaksiler: Meredith Micheals’ın fetüs fotoğrafları ve uzay metaforları arasındaki ilişkiye dair görüşlerini kaleme aldığı “Fetal Galaxies” (“Fetal Galaksiler”) isimli yazıda geçen bir kavram.


