Geçtiğimiz yılın son aylarında Netflix‘te yayınlanan, izleyenler tarafından çok beğenilen yapımlardan biri olan Kulüp dizisi, ikinci kısmın da yayınlanmasıyla seyirciyle yeniden buluştu. 2021 yılını geride bırakırken, Netflix gibi platformlarda Kulüp gibi yerli yapımların kendine yer bulması ve beğeni ile takip edilmesi de filmseverlere bir umut ışığı yaktı. Elbette dizinin ilk kısmı yayınlandığında olduğu gibi geriye kalan dört bölümden oluşan ikinci kısım da bazıları tarafından çok beğenilirken bazıları tarafından da eleştiriye tutuldu. Her ne olursa olsun, Kulüp’ün bugüne kadar yapılmış başarılı yerli yapımlardan biri olarak dizi tarihimizde yerini alacağını söylemek mümkün. “Ötekilerin nostaljik hikayesini” anlatan bu dizinin ikinci kısmını sizler için mercek altına aldık, birinci kısma dair yazılan içeriği hala okumadıysanız, buradan ulaşabilirsiniz.
Kulüp dizisinin son dört bölümüne ilişkin söylenebilecek şeylerden ilki, birinci kısım ile karşılaştırıldığında daha karanlık bir atmosfere sahip olması. Hem kullanılan sahne ve ışık teknikleri hem de hikayenin kendisi ve anlatılma biçimi, karakterlerin seyirciye geçirdiği duygu gibi birçok detayın, daha karanlık ve dramatik olduğu söylenebilir. Diğer yandan, dizinin ilk kısmını değerlendirdiğimiz içerikte de belirttiğimiz gibi final kısmında da sahne ve dekorlar, kostümler ve atmosfer; gerek dönemi yansıtmak gerekse izleyiciyi nostaljik bir yolculuğa çıkarmak açısından yine kusursuzdu.
Yazının bundan sonraki kısmı tat kaçıran bilgiler (spoiler) içermektedir.
Kulüp İkinci Kısım İncelemesi
Raşel‘in memleketine gitmek için vapura bindiği sekansta kaldığımız ilk kısımda, karakterler de olaylar da düğümlenmiş; hikayenin geri kalanında ne olacağına dair meraklar oldukça artmıştı. İzlediğimiz bu dört bölümdeyse düğümlenen her bir olay yavaş yavaş çözülüyor ancak bizleri oldukça hızlandırılmış bir final bekliyor! Diziye dair yapılabilecek eleştirilerden biri belki bu olabilir evet, çünkü böylesine güzel anlatılan bir hikaye, 6-7 Eylül olaylarının da dahil edildiği final bölümünde çok hızlı bir şekilde son buluyor.

Görünen o ki Raşel, İsrail’e gitmekten vazgeçmiş ve annesiyle birlikte kalıp çocuğunu dünyaya yalnız getirmeyi, mücadele etmeyi seçmiş. Mathilda ile Raşel’in parçalanmış anne-kız ilişkisi, ilk bölümde biraz olsun tatlıya bağlanmış gibi görünse de Raşel’in, annesinin geçmişi hakkındaki gerçekleri öğrenmesi ile tekrar bozuluyor. Bu durumu kaldıramayıp İsmet‘in aşkına “sığınıyor” ama “yeşilçam delikanlısı” edasında takılan İsmet, ne Raşel’e olan sevgisinden emin ne de aile kurabilecek cesareti var. Raşel bunu içten içe bilse de yine İsmet’e umut bağlayıp evlilik planları yapıyor. Ama İsmet, hikayenin aktarımından anladığımız kadarıyla babasının aile kurmadaki başarısızlığını tekrarlamak istemiyor (aldatan baba sendromu) ve Raşel’e oldukça umursamaz, kaba ve kırıcı davranıyor. Raşel ise bunlara göz yummayı seçiyor. Raşel ve İsmet üzerinden aktarılan, Türk dizi ve filmlerindeki klasikleşmiş esas kız – esas oğlan stereotipi, dizinin ilerleyen bölümlerinde Raşel’in evlenmekten vazgeçmesi ve İsmet’in dizinin sonunda yalnız kalmasıyla, biraz da olsa “kırılmaya” çalışılmış gibi.

Kızı ile kurduğu ilişki bir türlü rayına oturmayan ve hayatı da çeşitli sebeplerle bir türlü yolunda gitmeyen Mathilda, ikinci kısımda abisinin bir anda çıkagelmesiyle biraz da olsun rahatlıyor. Kızının evlenmesi, Kulüp’te yaşanan sorunlar, abisiyle başka bir ülkeye taşınma düşüncesi gibi türlü sorunların ortasında kalan Mathilda, ne olursa olsun soğukkanlılığını korumaya devam ediyor ve belki de yeni bir hayat kurma fikri ona iyi geliyor. Yine de son bölümde görüyoruz ki zorluklar yaşayacak olsa da Mathilda, birlikte yaşadığı “seçilmiş ailesini” bırakamıyor ve abisiyle gitmekten vazgeçiyor. Mathilda’nın karakter gelişimindeki son durak da bu oluyor, aynı zamanda son bölümdeki bu “seçilmiş aile” vurgusu, hikayeyi hem yarım bırakan hem de tamamlayan unsurlardan biri.

Diğer yandan, ilk kısımda Çelebi ile Mathilda’nın arasındaki gergin ilişkinin ne olacağına dair merak, bu kısımda nihayet Çelebi’nin Mathilda’ya gerçekleri anlatması ve aşkını itiraf etmesi üzerine bir çözüme kavuşuyor. Çelebi’nin kendisine olan ilgisini ve kırılganlığını fark eden Mathilda, ona karşı biraz olsun yumuşuyor ve final bölümünde de gördüğümüz gibi, Çelebi’yi sırtını yaslayabileceği biri olarak görmeye başlıyor. Çelebi ise yıllardır sakladığı duyguları açığa vurmanın rahatlığını yaşıyor olacak ki dizinin ilk bölümlerinde tanık olduğumuz karakterden farklı biri izliyoruz. Daha kırılgan, adaletli ve dürüst olmaya çalışan, iyimser, sakin bir Çelebi izliyoruz yeni bölümlerde.
İstanbul eğlence hayatının kalbinin attığı yer olan Kulüp’e bakışlarımızı çevirdiğimizdeyse; artık bir assolist olan ancak bu sorumluluğun getirdiği yükü pek de kaldıramadığına şahit olduğumuz Selim Songür‘ün ilk bölümlerdeki neşeli ve umutlu halinden eser kalmadığını görüyoruz. Selim, çevresindeki insanların ve özellikle de Kulüp’ün sahibi Orhan‘ın onu olduğu gibi kabullenmemesi, sanatına ve kişiliğine saygı göstermemesi yüzünden kendini içkiye veriyor ve çekilmez bir sanatçı oluveriyor bir anda. Selim’in ışıltılı karakterinin tam tersi bir karakter izliyoruz. Ayrıca, ilk kısımda Selim Songür, dizinin en çok öne çıkan karakterlerindendi, bu kısımda yeterince gösterilmemesi ve hikayede sadece problem çıkaran biri olarak yer alması da akıllarda bazı soru işaretleri yaratıyor.

Hem Kulüp’ün gece hayatının unutulmazları arasına girmesi için çalışan diğer yandan da ailesinin geçmişini, göçmen olduğunu çevresinden saklamaya çalışan Orhan, dizideki en üzücü hikayelerden birini aktarıyor belki de. “Yılın iş adamı” seçilmesinin ardından birileri tarafından geçmişi araştırılınca, ne kadar ülkeyi terk edip memleketine dönme planları yapsa da sonunda annesini öldürmek “zorunda” kalıyor. Orhan hem hırslarına yenik düşen bir karakter hem de duygusal biri aynı zamanda.

Gerçekler ortaya çıkmasın diye annesini öldürmesi hikayenin varacağı yeri düşündüğümüzde tartışılabilecek bir nokta olsa da yönetmen ve senaristler, Orhan’ı kötü bir karakter gibi göstermekten kaçınmış gibi görünüyor. Bununla beraber, Orhan’ın annesinin memleket hasreti, yaşadıkları ülkede dini inançlarını özgürce yaşayamamaları ve sonuçta ağır yüklere katlanmak zorunda kalmaları gibi detaylar; dönemin toplumsal ve politik atmosferini yansıtmak açısından oldukça dramatik bir şekilde ele alınmış. Orhan ve annesinin hikayesi, o dönemde İstanbul’da yaşayan gayrimüslim halkın sorunlarını bir başka perspektiften izlememize olanak tanıyor.
Mutlu Son Mümkün Mü?
Kulüp’ün finali, yani son bölümünün büyük bir kısmı Türkiye tarihinin en önemli meselelerinden biri olan ancak çoğu zaman konuşulmayan ve neredeyse bir tabu kabul edilen 6 – 7 Eylül olaylarına ayrılmış. Açılış sekansları uzun bir süre boyunca, o tarihte yaşanan bu karanlık olayı; gayrimüslim halka yapılanları, yaşatılanları farklı açılardan aktarıyor. İzleyiciye oldukça dramatik anlar yaşatan bu sahneler, kimi zaman da karakterlerin hikayesinin ve ana hikayenin background’unda “destekleyici” nitelikte kullanılmış. Bunun ne kadar doğru olup olmadığı tartışılır bir mesele ancak seyirciye geçirmek istenilen duygu yoğunluğu kısmen de olsa verilmiş. Azınlıklara yapılan saldırılar, bu saldırının getirdiği fiziksel ve ruhsal yıkım hem çekilen sahnelerle hem de siyah – beyaz gösterilen gerçek görüntülerle pekiştirilmiş.
Raşel’in saldırgan kalabalığın ortasında kalması ve doğum sancısının başlaması üzerine Mathilda’nın arkasında bir grup insanla beraber Kulüp’ün kapılarına dayanması ve sonunda Kulüp’ün kapılarının açılıp karmaşada kalan, dövülen ve yaralanan insanlara sığınak olma görevini üstlenmesi; anlatılan hikayeyi tamamlayan noktalardan biri oluyor. Ama aynı anda birçok konuyu toparlamaya çalışmak zor olmuş olacak ki dizi bir anda, göze çarpan eksikliklerle, hızlı bir şekilde son buluyor.
Kulüp; hem Türkiye’de yaşayan Yahudilerin, genelde de gayrimüslimlerin hikayesini, ezilenlerin, öteki olarak konumlandırılanların, toplumsal hayattan dışlananların hikayesini anlatma çabasıyla ortaya çıkmış ve birçok açıdan, başarılı olup olmadığı tartışılmıştı. Ne olursa olsun bu çabayı takdir etmek gerektiği bir gerçek. Ancak elbette Türkiye’de o tarihlerde yaşananlar da tarihin gerçeklerinden biri ve bunu ön plana çıkarıp hatırlatmak, sadece Kulüp dizisinin üstlenmesi gereken bir sorumluluk olmasa gerek. Belki dizi on bölüme çok fazla olayı, karakter hikayesini ve gelişimini sığdırmaya çalışmasa temel hikaye izleyiciye daha çok şey düşündürtebilirdi.
Dizinin final sahnesine dair söylenebilecek şeylerden bir diğeriyse, eksiklikleri olsa da herkesin etrafında olduğu kurulan sofranın “her şeye rağmen hepimiz bu ülkenin renkleriyiz” mesajının verilmesiydi. Ama böyle bir “mutlu sonun” bu coğrafyalarda ne zaman mümkün olup olamayacağı ise başlı başına bir tartışma konusu elbet. Sonuç olarak hikaye, güzel bir yere bağlanmış ama birtakım soru işaretleri bırakılmış geriye; örneğin Orhan’ın annesini öldürdükten sonra ne yaptığı, Raşel’in arkadaşı Mordor’un akıbetinin ne olduğu, ya da saldırılar sırasında içeri alınan yaralıların nereye gittiği gibi.
Kulüp dizisi müzikleriyle, sahne ve dekorlarıyla, oyunculuklarıyla izlerken sıkmayan, sürükleyici dizilerden biri olarak akıllarda kalacak gibi görünüyor. Diziyi hala izlemeyenlere (eğer buraya kadar okudularsa) kesinlikle izlemelerini tavsiye ediyoruz.
İyi seyirler!