Ülkemiz coğrafi konumu itibariyle M.Ö. ve M.S. birçok tarihi evreye tanıklık etmiş, geniş bir kültürel alt yapı ile zengin mirasa sahip bir yerdir. Tarih öncesinde pek çok medeniyet Mezopotamya‘da yaşamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti, Ortaçağ döneminin tanıklık ettiği Bizans İmparatorluğu ve hemen arkasından gelen Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugünün Türkiye sınırlarında sayılmayacak kadar fazla kültürel miras kalmıştır.
Kültürel Miras kavramı, geçmiş medeniyetlerin oluşturduğu tüm tarihi yapı, küçük el sanatları, gelenekler gibi olguları kapsar. 1972 Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına ilişkin Sözleşme gereğince UNESCO kültür mirasını, Somut Kültür Mirası ve Somut Olmayan Kültür Mirası olarak iki ana bölümde değerlendirmektedir.
Ülkemiz bunca kültürel mirasa sahip olmasına karşın bu mirası koruma bilinci günümüzde halen oturmamıştır. Sanat tarihi için oldukça önemli olan geçmiş dönemlere ait mimari yapılar ya da küçük el sanatları, tescillenen, tescilli olma sürecinde olan ya da henüz tescillenmeyen değerler günümüzde ne yazık ki bilinçli ya da bilinçsiz talana maruz kalmaktadır. 2013 yılında Blythe Bownman Proulx tarafından yapılan bir anket çalışmasında sahada (kazı alanlarında) çalışan 2358 arkeoloğun gözlemlerinin dağılımı şu şekilde olmuştur; Eski eser talanının varlığını kabul edenlerin oranı %97.7, eski eser talanının her ülkede yapıldığını söyleyen kişilerin oranı %89.7 ve kendilerinin eski eser talanına tanık olduğunu belirtenlerin oranı ise %78,5’tir. Bu oranlar çok ciddi oranlardır. Yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada ne yazık ki ciddi bir arkeolojik ve genelinde kültürel miras talanı mevcuttur.
Fakat ülkemizde bu durum, hukuki yaptırımı da etkili olmaması sebebiyle çok daha ciddi boyutlardadır. Neredeyse her gün, yanlış onarıma maruz kalıp kültürel kimliğini kaybeden yapıları ya da kültürel mirasa bilinçli bir şekilde zarar verildiği haberlerini medyadan öğrenebiliyoruz. Bu bilinçli zararlardan karşımıza çıkan en önemli iki konu yanlış restorasyon etkileri ve bilinçsizlikten kaynaklı özellikle verilen zararlardır. Yanlış restorasyona maruz kalan yapılar kültürel kimliğini yitirmektedir. Kültürel mirası koruma üzerine çalışan araştırmacılar tarafından son yıllarda restorasyon kavramı yerine koruma kavramının sıklıkla kullanıldığı ve yapıya yapılan koruma eyleminin bu yönde değiştiğini bilmekteyiz. Çünkü restorasyon bile yapıya ciddi zararlar verebilir. Kültürel mirasın yanlış onarımına dair ülkemizden örnekler şu şekildedir;
Atik Valide Külliyesi, Mimar Sinan, 1570-1583
2015 yılı başlarında Mimar Sinan‘ın en önemli külliye yapılarından biri olan Atik Valide Külliyesi tamamiyle camekanla kaplanmıştır. Bu durum yapının tarihsel görünümüne ket vurmaktadır. Yapının kültürel kimliği adeta yok edilmiştir. Fakat bu durum daha sonraki zamanlarda düzeltilmiştir.
Osmanlı Hamamı
Yukarıda görülen yapı ise erken Osmanlı hamamlarına örnek verilebilecek yapılardan birisidir. 1498-99 yılına tarihlenen yapı bölge halkının bilinçsizliği ve yetkililerin müdahale etmemesi ile bir tekstil mağazası olarak kullanılmıştır. Orijinal haline uygun olmayan, boyanan bu hamam da kültürel kimliğini ne yazık ki yitirmiştir.
Yapıların bu hazin sonuna alan ölçeğinde bakacak olursak akıllara direkt olarak Hasankeyf gelmektedir.
Hasankeyf
Hasankeyf Urartu dönemine kadar uzanan bir uygarlığa sahip kadim toplumların yaşadığı kültürel dokuyu yansıtan bir antik kent iken bilerek, göz göre göre ikinci fotoğraftaki haline getirilmiştir. 3.500 yıldan 12.000 yıl öncesine kadar arkeolojik buluntulara rastlanan yerleşim yeri yukarı Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde ve Dicle nehrinin kenarında kurulmuş olması nedeniyle stratejik öneme sahipti. Hasankeyf’te bulunan yapılarda hem İslam sanatından etkiler hem bulunduğu konumu itibariyle yani, Süryanilerin yaşamlarını sürdüğü Tur Abdin bölgesinin kapsadığı bir kent olması yönüyle hem de eski medeniyetlere ait antik kalıntıların bulunması yönüyle geniş bir kültür-sanat bölgesiydi. Fakat günümüzde hiçbir şey kalmamıştır. Bu antik bölge ciddi anlamda talan edilmiştir.
Mesnevihane Camii
Fatih’te 1844 yılında Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ”Mesnevi” isimli eserinin eğitimi gayesiyle yapılan Mesnevihane Camii’nin restorasyonu sonunda tarihi dokusunun üzerine beton sıva yapılarak tümüyle beyaza boyandığı görüldü. Camii’nin restorasyon sonrası dış cephesi tamamen değişti, caminin orijinal taşları ve işlemeleri yok oldu.
Peki ülkemiz neden kendi kültürel mirasını, kendi coğrafyasını ve tarihini koruyamıyor? Bu bağlamda 1970 yılında Yılmaz Güney’in hem senaristliğini yaptığı hem başrol oyuncusu olduğu Umut filminden söz etmek yerinde olacaktır.
Film, Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan yoksulluktan kurtulmaya çalışan arabacı Cabbar’ın yaşadıklarını konu edinir. Cabbar, ailesini geçindirebilmek için iki atıyla arabacılık yapmaktadır. Taksilerin çıkmasıyla atlı araba devri kapanmıştır. Belediye de geriye kalan atlı arabaları kaldırmayı düşünmektedir. Bu şartlar altında çalışan Cabbar, yalnızca ailesinin günlük harçlığını çıkarabilmektedir. Bir otomobilin çarpmasıyla atlarından biri ölür. Kıt kanaat geçinen aile atın ölümüyle iyice perişan olur. Kalan ata ve arabaya da alacaklılar el koyar. Hiçbir çıkış yolu kalmayan Cabbar elindekileri satarak arkadaşı Hasan ile birlikte define avına çıkacaktır.
Günümüzde geçmişe göre azalmış olsa da Anadolu’da pek çok birey tabiri caizse ”köşeyi dönme” umudu ile kaçakçılık işlerini yapmaktadır. Kültürel talanda en etkili olan yöntem hızlı yoldan basit ve çok para kazanma isteğidir. Günümüzde özellikle tescilli olmayan yapıların bu şekilde talan edilmesi yapıların veya sanat eserlerinin tamamen kaybına sebebiyet vermektedir.
Kültürel mirasa yönelik talanın Türkiye gerçekleri yalnızca maddi problemler yüzünden kaynaklı değildir. Günümüzde bu bilinçsizliğin en temel sebebi küçük yaşta böyle bir eğitimin verilmemesi ile aidiyet ve sahiplik duygusunun eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sahiplik derken kast edilen durum kendi tarihimize, değerlerimize sahip çıkalım diğerleri bizi ilgilendirmez gibi bir bakış açısı da değildir elbette. Birey, kültürel mirası fark ettiği an nasıl bir değer olursa olsun ona evrensel yaklaşmalı ve en azından zarar vermemelidir. Günümüz modern toplumunda yalnızlık ve bireyselleşme zirvede olup, kentten kır yaşamına göç oldukça fazladır. Bu durum, kişinin bulunduğu yere ait hissedememe ve dolayısıyla yaşadığı çevreye saygı ile yaklaşamamasına sebebiyet vermektedir.
”Yerlere çöp atmamalıyız” bu bilinç bizlere ilkokulda aşılanır ve bir çocuk 7 yaşında yere çöp atmamayı öğrendiği takdirde bütün hayatı boyunca bunu alışkanlık edinir ve tam zıttı bir durumu gerçekleştirmez. Küçük yaşta kültürel miras ve tarihi çevreyi koruma bilinci bir çocuğa aşılandığı taktirde bugün Türkiye mirasının maruz kaldığı gerçeklerin yaşanması minimum seviyede olur. Günümüzde pek çok müze, özellikle çağdaş müzeler küçük yaşta çocuklara tarihi eser ve tarihi eseri koruma bilincine yönelik etkinlikler ve eğitimler düzenlemektedir. Ülkemizde bu görevi üstlenen en önemli müzelerden birisi de İstanbul Pera Müzesi’dir. Bu eğitim artık yalnızca müzelerle sınırlı kalmamalıdır.

Ülkemizde Sanat Tarihçileri ve Arkeologların yaşadığı istihdam problemi veya de genel anlamda toplumun kültürel mirası koruma kavramından uzak olmasından kaynaklıdır. Her bilinçsiz durum bir hatayı ve beraberinde bir mağduriyeti doğurur. Bir umut her şeyi değiştirebilir…
Kaynakça
Külcü, Ö.T., ”Kültürel Miras Kavramının Eğitim Açısından Önemi”, Akademia Disiplinlerarası Bilimsel Araştırmalar Dergisi, C:1, S:1, 2015, s.27-32.
Koç Üniversitesi, (ANAMED), SARAT Projesi “Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması” Online Sertifika Programı, Ders Notları.
https://www.peramuzesi.org.tr.
http://www.erolsasmaz.com/?oku=1051
http://www.batman.gov.tr/hasankeyf









