Korku sineması, döneminin popüler korku figürleri; Dracula, Frankenstein, The Wolf Man, The Invisible Man, ya da daha genel şekilde Universal Monsters gibi isimlerle altın çağlarını yaşadığı dönemden günümüze kadar izleyicisine yönelik popülerliğini diri tutmakta başarılı olmuştur ve popüler olmaya devam etmektedir. Ayrı ayrı dönemler içerisinde, dönemin izleyici profillerine uygun alt türlerle izleyicilerle buluşmuştur.
Milenyum sonrası korku sineması ise, benzer formüller içerdiği ve daha çok klişe olarak tabir edilen işlerin piyasayı sardığı düşüncesiyle türün sevdalılarının eleştirileriyle burun buruna gelmiştir. Bazı filmlerin çok kanlı veya hiç kanlı olmaması, ucuz olduğu düşünülen jumpscare kullanımı, karakterlerin derinlikli olmaması, tahmin edilebilirliğin ve benzer temaların artmasıyla yaratıcılığın ölmesi en çok eleştirilen noktalardan bazılarıdır. Ancak, James Wan, Leigh Whannell, Jason Blum gibi isimlerin türe yönelik yatırımlarının öncülüğüyle son zamanlarda değişim gösteren korku sinemasında çıkan yeni işler, eski fanların dahi türe sevgisini arttırmasına vesile olmuştur.
Türün köklü değişimini körükleyen çokça yeni isim sayılabilir. Bu isimler arasından modern korkunun mihenk taşı haline gelen ve yeni çıkış yapıp çokça sevilen 10 yönetmeni bir araya getirdik.
Jordan Peele
Modern korku sineması denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Peele, Oscar ödülü kazanabilen sayılı korku yönetmenlerindendir. Popüler ve sevilen bir korku yönetmeni olmadan önce hatırı sayılır bir süre zarfı boyunca komedyenlik yapmıştır. Beraber çalıştığı Keegan-Michael Key ile Key & Peele (2012) isimli skeç komediye dayalı bir dizide Obama skeçleri yapmışlardır. Amerikan kökenli prodüksiyon şirketi Monkeypaw Productions’ın kurucusudur.
Get Out, Us ve Nope gibi filmleriyle adından çokça söz ettiren Peele, özellikle Get Out filmiyle bir fenomen haline geldi. Türü yeniden inşa etmesiyle kimilerince bir deha olarak görülmektedir. Daha çok ırk politikası ve seçkinler temalarını psikolojik gerilim alt türü içerisinde hicveden bir tarza sahiptir.
Julia Ducournau
Gotik korku ve fazlasıyla grafik içeren body horror temalı işleriyle izleyicileri rahatsız etmekten çekinmeyen Fransız yönetmen Ducournau, iki uzun metrajı ve iki adet kısasıyla piyasada kendisine yer bulmuştur. Türe sert bir şekilde giriş yaptığı ilk uzun metrajı Raw’un ardından, Titane filmiyle 2021 yılında Cannes Film Festivali’nde Palme d’Or almıştır. Jane Campion’ın The Piano’suyla 1993 yılında aldığı ödülden sonra bu ödüle layık görülen ikinci kadın yönetmen olmuştur.
Filmlerinde daha çok David Lynch ve David Cronenberg esintilerine rastlayabiliriz. Mary Shelley ve Edgar Allan Poe gibi yazarların da filmlerinin temasına esin kaynağı olduğunu söylemek mümkün. İnsanların esansına odaklı filmografisinin temelinde, fikren izlenmesi zor olanı kabul etmemiz ve özümsememiz gerektiğinin aktarılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Radio Silence
Tyler Gillett, Matt Bettinelli-Olpin ve Chad Villella isimleri, nihayetinde bir araya gelerek Radio Silence olarak bilinen bir ekip oluşturmuşlardır. Youtube’a yükledikleri kısa found-footage filmleriyle başlayan kariyerleri; antoloji filmi V/H/S’de karşımıza çıkan segmentleri, şeytani bebek öyküsü Devil’s Due ve Southbound isimli bir başka antoloji filmi kadrosunda yer alarak devam etmiştir. Ancak asıl patlamalarını, Ready or Not ve sonrasında James Vanderbilt’in bir araya getirmesiyle Scream serisinin beşinci ve altıncı filmlerinin başına geçerek yaşamışlardır. Korku-komedi ağırlıklı, insanları eğlendirme amacı taşıyan ve çekim sürecinde kendilerinin de bolca eğlenebildikleri işler ortaya koymuşlardır.
Adam Wingard
Home Sick isimli kısasından, blockbuster Godzilla vs. Kong’u çekmeye kadar uzanan tırmanışla geçen bir kariyer çoğu yönetmenin rüyasıdır. Wingard, V/H/S ve The ABC’s of Death için çektiği segmentleri, ilk mainstream filmi You’re Next ve The Guest gibi filmleriyle adını modern korku ustaları arasına yazdırmıştır. Türün formül anlatıya ihtiyaç duyduğu kısımlarıyla klasik yapının çok dışına çıkmamasına rağmen, filmlerinin içerisinde kendi vizyonundan özgün parçalar bulmak mümkündür. Bu özgün parçaların izleyicileri bazen ikiye bölmesinden kaynaklı da yapımlarını kült olarak değerlendirebiliriz.
Mike Flanagan
Çocukluğundan beri Stephen King’in eserleriyle büyüyen ve içeriklerinde bolca uyarlamalarına rastladığımız Flanagan, korku ve trajediyi harmanlamak konusunda en yetenekli yönetmenlerden birisi. Oculus, Ouija: Origin of Evil, Before I Wake gibi filmlerinde hüznü ve çaresizliği iliklerinize kadar hissedebilirken, aynı zamanda gerilmekten kendinizi alıkoyamayabilirsiniz. King’in Gerald’s Game ve Doctor Sleep isimli kitaplarının çokça beğenilen uyarlamalarını da çekmiştir. Son zamanlarda Netflix’e The Haunting of Hill House, The Haunting of Bly Manor, Midnight Mass ve The Midnight Club gibi sevilen işler çıkarmış Flanagan, korkuseverlerin mutlaka yapımlarını silip süpürmesi gereken bir isim.
Ari Aster
Okült temelli adanmışlığa dayalı temalara sahip iki filmi Hereditary ve Midsommar ile adını duyurarak hızlıca korku sektörünün yükselen isimleri arasında kendisine yer bulmuştur. Hereditary, daha çok kederi iliklerimize kadar hissettiğimiz, yaratıcı prodüksiyon tasarımlarıyla ve Toni Colette’in dudak uçuklatan performansıyla öne çıkmış bir yapımdır. Midsommar ise, görünenin aksine tuhaf olmaktan kaçınmayan bir topluluk üzerine, folk horror alt türüne mensup bir iş olarak karşımıza çıkar. Anlatısında karakterlerini absürtleştirerek çeşitli mizah öğeleri barındırırken trajedisinden de ödün vermez. Bunu yaparken vehim dolu, rahatsız edici görsellikle beyninizi karıştırmaktan da çekinmez.
Robert Eggers
Dönem filmlerinin başarısı, o dönemin duygularını seneler sonrasında bile izleyiciye bütünüyle geçirebilmekte yatıyor. İzlediğiniz sırada, sizi bulunduğunuz yerden alıp o döneme taşıdığı müddetçe derdini çok daha kuvvetli bir şekilde aktarabiliyor. The Witch ve The Lighthouse, Eggers filmografisinin temel mantığı olan insanları geçmişte korkutan kavramlar üzerinden hikâye anlatma mentalitesini içermektedir.
The Witch, bir Püriten kabusunu konu alırken, The Lighthouse daha çok Herman Melville, Robert Louis Stevenson gibi denizci öyküleri yazan isimlerden esinlenilmiş, aklıselim kalmaya çalışan iki denizciyi anlatmaktadır. Filmleri, insan kalbinin en karanlık kısımlarından izler taşırken, aynı zamanda anlattığı öyküyü dünya dışı göstermek konusunda ustadır. Hikâye anlatımı, sıradan yaşamlar içerisine doğaüstü öğeleri pürüzsüzce yedirmesi açısından tutarlılığını korur.
Chloe Okuno
Henüz çıkışını tek bir uzun metraj filmiyle, V/H/S 94 filmi içerisindeki Storm Drain isimli segmentiyle ve birkaç kısası ile gerçekleştirmiştir. İlk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi Watcher, 2022 Sundance Film Festivali’nde prömiyerini yapmış ve izleyicilerin beğenisini kazanmıştır. Ufkunda birçok projeye imza atacağı ön görülen Okuno’nun başarılı çıkışının ardından devam projelerinde ne gibi işlerle izleyicilerin karşısına çıkacağı ise büyük bir merak konusu.
David Bruckner
V/H/S ve Southbound filmleri için çektikleri segmentleriyle adını duyuran diğer isimlerden birisi de David Bruckner. İlk solo ve aynı zamanda ilk uzun metrajlı yönetmenliğini 2017 yapımı okült temalı The Ritual filmiyle yapmıştır ve film Netflix’te yayınlanmıştır. Daha sonra prodüksiyonluğunu ve yönetmenliğini üstlendiği 2020 yapımı The Night House filmiyle, tıpkı bir önceki yapımı gibi daha çok gizem anlatısının merkezinde olduğu bir işle izleyicilerin karşısına çıkmıştır. Geçen sene çıkan ve serinin fanlarını ikiye bölen, Jamie Clayton’ın The Priest’i canlandırırken şahane bir iş çıkardığı Hellraiser reboot yapımıyla tekrardan gündeme gelmiştir.
Brandon Cronenberg
Kanadalı yönetmen Brandon Cronenberg, kimileri tarafından babası David Cronenberg’ün kredisini kullanan bir nepotist olarak görülse de özellikle son iki filmiyle adından çokça söz ettirdiği tartışılmaz bir gerçek. Tıpkı babası gibi body horror alt türüne yönelik işler yapan Brandon, 2020 yılında çıkan Possessor ve 2023 yapımı Infinity Pool filmleriyle türün sevdalılarını sevindirmiştir. Diğer filmleri kadar göz önünde olmayan bir diğer yapımı Antiviral’ı da anmadan geçmemek gerekli. Daha çok kan ve vahşet düzeyi yüksek, grotesk, bilim kurgu türünde yavaş tempo filmler çekmektedir.
Kaynakça