Ulusal kanallarda yayımlanan ve süreleri iki saati aşan yerli dizilerimiz çoğunlukla başarısız olmakla birlikte, anlatacak herhangi bir dertleri de olmadığından, izleyici olarak bizler adına büyük bir vakit kaybından başka bir şeye ne yazık ki dönüşmüyor. Çok nadiren hikayesini uzun bakışmalara, anlamsız diyaloglara ve müziklere yedirmeye çalışmayan işler görüyoruz. Kızılcık Şerbeti dizisi de, belki de ekranda uzun zamandır görmediğimiz kadar özgün ve büyük bir dert anlatmaya çalışan bir proje. RTÜK’ten aldığı 5 haftalık yayın durdurma cezası ile gündeme oturan bu dizi, tüm kahramanlarıyla birlikte yeni Türkiye’nin gerçek bir panaromasını çıkartıyor. Kızılcık Şerbeti’nin bu anlatım başarısına karşın yasaklarla engellenmeye çalışılması ise aklımıza şu cümleyi getiriyor: hiçbir başarı cezasız kalmaz.
Kızılcık Şerbeti: Karşıtlık Toplumunun Bir Alegorisi
Geçtiğimiz ekim ayında yayımlanmaya başlayan Kızılcık Şerbeti, iki farklı kültürden gelen Doğa ve Fatih‘in aşk hikayelerinin gölgesinde, yirmi yıla aşkın süredir içinde yaşadığımız “ötekileştirme” ve “karşıtlık” toplumunun bir alegorisini işliyor. Dizide Eski Türkiye ile Yeni Türkiye karakterlere bürünerek dizi boyunca birbirlerinin yüzlerine yanlışlarını ve tutarsızlıklarını haykırıyor. Bunu yaparlarken önemli bir farkındalığa da ayna tutuluyor. Bu ayna, daha önce hiçbir televizyon dizisinin tutmaya cesaret edemediği veya değer görmediği bir türden. Seküler-dindar gerilimini siyasal terimlerle değil, gündelik hayat içinde işleyen dizi, o gerilimin ne kadar sahici olduğunu da anlamamıza fırsat sunuyor.
Senaryosunu Melis Civelek‘in, yönetmenliğini Ketche‘nin üstlendiği dizide Evrim Alasya, Barış Kılıç, Settar Tanrıöğen, Müjde Uzman, Sıla Türkoğlu, Ceren Yalazoğlu Karakoç gibi birçok değerli oyuncu bir araya geliyor. Dizinin konusu kısaca şöyle; modern, iyi eğitimli, oldukça disiplinli bir kadın olan Kıvılcım, eşinden boşandıktan sonra ayakta kalmış ve iki kızını da inandığı değerler doğrultusunda güçlü kadınlar olarak yetiştirmiş bir annedir. Kendisi aynı zamanda küçük kızı Çimen‘in okuduğu okulun müdürüdür. Büyük kızı Doğa ise, diş hekimliğini kazanarak üniversiteye girmiştir. Fakat hikayenin kırılma noktası, Doğa’nın daha üniversiteye başladığı ilk yıl erkek arkadaşı Fatih‘ten hamile kalması ve onunla evlenmesi ile oluyor.
Çocuklarının başarısını ve eğitimini her zaman ilk sıraya koyan Kıvılcım için kızının bu kadar genç yaşta evlenmesi bir hayal kırıklığı yaratmışken ikinci darbe de Fatih‘in ailesiyle tanışmasıyla geliyor. Kızının, hayata kendilerinden çok farklı bakan, oldukça muhafazakar bir aileyle hayatını birleştirdiğini idrak eden Kıvılcım büyük bir şok yaşıyor. Bunun yanı sıra Doğa ise, aşklarının her türlü farklılığın üstesinden geleceğine inanıyor. Bizleri çoğunlukla öfkelendirerek çaresiz bırakan “gerçek” meseleleri konuşulabilir hale getirmeye çalışan Kızılcık Şerbeti’nin, derdini anlatma sürecindeki seçtiği yol da bir o kadar samimi. Bunu yaparken esprili bir ton da tutturmayı başarıyor.
İki Farklı Kültüre Tutulan Ayna
Dizinin belki de en sevilen yönlerinden biri, bize her iki tarafın insanlarını da zaaflarıyla, duygularıyla, yanlışlarıyla, doğrularıyla ve gerçek hayattaki en doğal halleriyle anlatabilmekteki başarısı. Bu iki “taraf” diye belirttiğimiz şey, aslında bakılırsa birbirlerinden farklı iki yaşam. Dizide sürekli olarak Ünal Ailesi ile Arslan Ailesi‘nin doğruları çatışırken bir yandan bu iki bakış açısını da bazı noktalarda kabul edebilmenin mümkün olabileceği anlatılıyor. Fatih’in doğup büyüdüğü aile, muhafazakar denilebilecek şekilde dini kaidelere bağlı, kendi katı kurallarıyla dolu, toplumda geleneksel kurumlara saygı duyulması gerektiğini benimseyen ve bu kurumlarda yapılabilecek değişikliklerin ya da reformların, deformasyonlara yol açabileceği kaygısını taşıyan bir aile. Ünal ailesi, kendi kendilerine ördükleri bu dünyayı yalnızca kendileri kabul etmekle kalmayıp yaşantıları boyunca karşılaştıkları diğer insanların da kendileri gibi olmalarını istiyorlar. Aynı şey tabii ki Arslan Ailesi içinde geçerli.
Kent laikliğini temsil eden Kıvılcım ve ailesi, ufak bir muhafazakarlık gördüklerinde dahi büyük bir rahatsızlık duyarak tepkisel davranıyorlar. Bu iki ailenin insanlarının en belirgin ortak özelliği, dünyaya yalnızca kendi doğrularıyla bakmaları. Kendi kültür çemberlerinin içinden çıkmamaya çalışan bu iki kültür öbeği, birbirleriyle karşılaşmamayı tercih ediyor. Karşılaştıklarında ise her iki tarafında kendi doğruları üzerinden birbirlerini yargıladıkları bir iletişim dili söz konusu oluyor.
Baskın kültüre karşı koyan diğer kültürlerin mücadeleleri ile dolu siyasi ve sosyal tarihin, ülkemizde daha çok yer kapladığının farkındayız. Dizinin temel aldığı bu çatışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bağlamından geliyor. Bu da aslında Kızılcık Şerbeti’ni oldukça önemli ve bir o kadar da politik bir noktaya çekiyor. Anadolu muhafazakarlığı ile kent laikliğini ortak noktada buluşturan dizi, başarması oldukça zor bir denge kuruyor.
Dizide iki farklı aile, belirli semboller aracılığıyla yansıtılırken her bir karakter farklı bir siyasal ve kültürel noktada konumlanıyor. Fatih, muhafazakar ailesinden daha açık fikirli biri olduğunu her seferinde iddia etmesine rağmen bunu davranışlarını dökemeyen türden biri. Her türlü farklılığa anlayış göstereceğini söylerken Doğa’yı kendi ailesinin kadınları gibi yapmaya çalışıyor. “İyilik” adı altında sevdiklerine en büyük kötülükleri yapan Pembe, siyasal islamı; doğduğu ailenin kalıplarında sıkışıp kalan, söz söyleme hakkına sahip olamayan, tartışma dışı bırakılmış bütün kadınları da Nursema temsil ediyor.
Farklı dünya görüşleri ile beraber farklı yaşam tarzları oluşturan ailelerin dekorasyon tercihleri bile önemli bir sembol. Muhafazakâr ve dindar kesimlerle laik-seküler kesimlerin yaşam tarzı ve hayata bakış açıları açısından her iki grubunda kendi düşüncelerinin mutlak doğru olduğunu belirten yaklaşımları, karakterlerin diyalogları ile yansıtılıyor. Gelinlik ve bebek odasının duvar kağıdı seçiminden evde yılbaşı ağacı kurmaya, çeyiz hazırlamaktan imam nikahına kadar giden ve sonu olmayan zıtlaşmalarda da bu ikilik gözler önüne seriliyor. Fakat Kızılcık Şerbeti’nde olan şey, bu kutuplaşma çıkmazından nasıl kurtulabileceğimizin ipuçlarını vermesi. Dizinin bu meseleyi ele alışında bir mücadele söz konusu. Bu kadar güncel bir konuyu, propaganda malzemesine dönüştürmeden işlemeyi başarıyor.
Ayakta Duran, Birlikte Güçlenen Kadınlar
Kızılcık Şerbeti, açık bir şekilde kadınların yanında duruyor. Karakterler birbirlerinden çok farklılar ve bu zıtlığın getirdiği çatışmanın içerisindeler. Fakat ne olursa olsun ortak bir yol arıyorlar. Hikayenin feminizm noktasında sunduğu önemli bir esas kahraman öyküsü var: Nursema. Nursema, hikaye içinde en büyük değişimi gerçekleştiren karakter. Nursema’nın Arslan ailesini başından beri sevmeyen, onları kendi bildiği değerlerden farklı gördüğü için ötekileştiren tavrı, dizinin 15. bölümlerinden sonra yavaşça kırılmaya başlıyor. Genç bir kadının dini kimliğinden vazgeçmeden bu ülkede din kisvesi altında meşrulaştırılan kadın düşmanı gelenek ve örflerle mücadele etmesini izliyoruz. Daha önce bir ulusal kanalda kaç tane bu temsilden gördük? Hiç.
Nursema’nın dini kimliğinden vazgeçmeden ataerkil düzenle ve ona dayatılan geleneklerle mücadele etmesini televizyon ekranında izlemek, benzer yollardan geçen kadınlara yalnız olmadıklarını hissettirmek adına oldukça önemli bir temsil. Bir diğer önemli seçim ise, Nursema’ya bu mücadelesinde yardım eli uzatan karakterlerin, başta “öteki” olarak kodladığı Alev ve Doğa olması. İki tarafın kadın dayanışmasını yürütmeleri, birbirlerinden destek alarak ayakta durmaları, ne kadar büyük fikir farklılıkları olursa olsun birlikte olabilmenin dayanışmayla mümkün olabileceğini gösteriyor. Şiddete karşı boyun eğmiyorlar, gördükleri kötü muameleye karşı el ele dik duruyorlar.
RTÜK geçtiğimiz haftalarda Nursema’ya düğün gecesi kocası tarafından uygulanan şiddet sahnesi gerekçesi ile diziye beş hafta yayın durdurma ve büyük bir para cezası uyguladı. Bu yasağı, dizinin yayın günü diziye 3 saat kala bildirerek dizi yerine yayınlamaları için Show TV’ye bir islamfobi belgeseli yolladı. Bu kararla birlikte Türkiye’de ilk kez bir diziye, 5 kez yayın durdurma cezası verilmiş oldu. Buradaki niyet televizyon ekranlarında “şiddet” unsuru görmemek olsaydı sanıyoruz ki ulusal kanallarımızda dizi namına bir şey kalmazdı. Düzenli bir televizyon izleyicisi olmayan biri bile, dizilerimizin genel konularının silahlı çatışma, mafyacılık, adam öldürme-yaralama ve şiddetten geçtiğinin farkında.
Kızılcık Şerbeti’nde gösterilen şiddet temsili, Nursema gibi kadınların kilitli kapılar ardında sessizce maruz bırakıldıkları ve sonucunda da susturuldukları türden bir şiddetti. Yani aslında ülkemizin ve bizim kadınlarımızın en büyük gerçeği. Peki dizinin bu cezaya reva görülmesindeki asıl sebep, 22 bölüm boyunca ilk defa gösterilen bir kadına şiddet temsili miydi yoksa o kadına şiddetten sonra doğan dayanışmanın gücü müydü? Kutuplaşmaların, ötekileştirmelerin bir anda anlamını yitirip farklılıkların da bir arada olabileceğini gösteren bir temsilin ilk kez ekranlarımızda olması mıydı? Ötekileştirmenin kasıtlı olarak bir yaşam biçimi haline dönüştürüldüğü siyasi atmosferimiz içinde bilinçli farkındalık yaratmaya çalışan bir televizyon dizisi, elbette ki halı altı edilmeye çalışıldı. Bu diziye ceza vermek, yıllardır süregelen zıt görüşlerin yaşadığı anlaşmazlıkların çözülmesi gerektiği farkındalığını yok mu ediyor? Elbette ki etmiyor.
27 Nisan’da RTÜK’ün Kızılcık Şerbeti’ne verdiği ceza, Ankara İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dizinin yeni bölümleri cuma günleri kaldığı yerden ekranlara gelmeye devam edecek. Günlük hayatlarımıza epeydir sirayet eden ve çoktandır temsil edilmesi gereken önemli bir meselemizi, halı altına süpürmeyip anlatılmaya değer gören, bizim gibi olmayanlarla da duygudaş olabileceğimizi ve empati kurmanın mümkün olduğunu gösteren bu projeye eli değen tüm ekibe teşekkürü borç biliyoruz.
Yine harika bir yazı ? nokta atışlarıyla dolu ????
Nefis tesbitlerle dolu alkışlıyorum ?