“Kızıl Ölüm’ün hikâyesini anlatıyorum. İllet nedir, bilirsiniz. Eskiden buna hastalık derdik.”
Jack London’un 1912 yılında yayımlanan Kızıl Veba romanı, ölü veya diri farketmeksizin insanlar arasında hızla yayılan hastalığın, yani kıyamet sonrasını anlatan bir bilim kurgu romanıdır.
Kitapta Jack London, görünürde insanlığın sonunun gelmesine neden olan etmenin “Kızıl Veba” olduğunu ifade etse de aslında bu ifadenin temelinde insanın kendi sonunu kendisinin getirdiği yatmaktadır. Salgın sonrası tüm dünyada hayatta kalan insan sayısının bini bulmadığı bu romanda insanlık, salgından önceki rahat ve konforlu hayatlarına geri dönebilmek uğruna uygarlaşmak yolunda ilerlerken tekrardan dibe batmaktadır.
İnsanlık gelişiyor olarak görünse de aslında sadece bir kısır döngünün içerisinde yer almaktadır. Eninde sonunda tekrardan dibi gören insanlığın konu olarak ele alındığı Kızıl Veba’dan 15 alıntıyı sizler için derledik. Keyifli okumalar!
- Geçici düzenler köpükler gibi uçar gider,” diye mırıldandı, belli ki bir şiirden bir dize okumuştu. “Aynen öyle, köpükler gibi, geçici. İnsanın bu dünyadaki bütün çalışması köpükten öte bir şey değil” (s.16)
- Bir şiirden iki dize döküldü ihtiyarın dudaklarından: “Akağaçların o kızıl rengi nasıl da irkiltir beni, borazanların sesleri gibi.” (s.16)
- İnsanoğlu uygarlık yolundaki kanlı ilerleyişine başlamadan önce, ilkelliğin karanlığına giderek daha çok batmaya mahkumdur. (s.19)
- Şahane uygarlığımızın en mükemmel başarısı yiyecektir diye düşünürüm bazen; akla hayale sığmayan bolluklarıyla, sonsuz çeşitlilikleriyle, harika lezzetleriyle yiyecekler. (s.24)
- Uygarlık çöküyor ve artık herkes kendisi için yaşıyordu. (s.42)
- Uygarlığımızın ortasında, fakir semtlerimizde, işçi mahallelerimizde bir barbarlar; yabaniler ırkının doğmasına neden olmuştuk ve şimdi biz felaketi yaşarken onlar da vahşi hayvanlar gibi üstümüze saldırıyor, bizi yok ediyorlardı. Tabii kendilerini de yok ediyorlardı. (s.43)
- Kendimizi canavar gibi hissediyorduk ama başka ne yapabilirdik ki? Dört yüz kişi için bireyler feda edilmek zorundaydı. (s.49)
- Ben de köpekler gibi arkadaş canlısı bir hayvandım, kendi türümden birilerine ihtiyacım vardı. (s.57)
- İnsan eskiden beri metafizik bir kavram olarak mutlak adalete inanır ama anlaşılan o ki evrende adalet diye bir şey yoktur. (s.60)
- İnsanoğlunun yeryüzünden tamamıyla silinmesinden daha küçük hiçbir olay, onunla tanışmamı, konuşmamı, gözlerinin içine bakmamı, elini tutmamı ve evet, onu sevmemi, üstelik onun da bana karşı boş olmadığını görmemi sağlayamazdı. (s.63)
- Ama yavaş, son derece yavaş olacak her şey; daha yola çıkmaya çok uzağız. Umutsuzluk verecek kadar uzağız hem de. (s.69)
- Ama biz de o kadar düşmüşüz, o kadar aşağı düzeylere inmişiz ki onların yalanlarına inanırız. Bizim sayımız arttıkça onların da sayısı artacak, günün birinde bizi yönetmeye kalkacaklar. (s.70)
- İnsanların tekrar keşfetmekten kaçınamayacağı bir şey daha var Adına barut derler. İnsanın uzun mesafeden bir canlıyı öldürmesini sağlar. Doğada bulunan bazı şeyleri uygun oranlarda karıştırdığınızda barutu elde edersiniz. (s.71)
- Barut tekrar gelecek. Bunu hiçbir şey engelleyemez. Aynı eski hikaye yeniden, yeniden yaşanacak. Sayısı artan insanlar savaşmaya başlayacaklar. Barut sayesinde insanlar milyonlarca insan öldürecek ve çok ileride bir gün yeni bir uygarlık, sadece bu yoldan, ateş ve kan üzerinden evrilecek. (s.72)
- Kimisi savaşacak, kimisi yönetecek, kimisi dua edecek; uygar devletin hayranlık veren, eşi benzeri görülmemiş harikalarının, sonu gelmemecesine, tekrar tekrar kanlı iskeletleri üzerinde yükseldiği diğer insanlarsa büyük ıstıraplar içinde sürekli çalışacak. (s.73)
Kızıl Veba, Jack London, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020