Kitaplarda Mekân Kurgusu: Tatar Çölü

Yazı İçindekiler [hide]

İrem Nur Kaya
İrem Nur Kaya
“Yarayla alay eder yaralanmamış olan”
spot_img
Editör:
İrem Nur Kaya
spot_img

Rasmussen “Mimari, sadece cephelere planlar ve kesitler eklemekle gerçekleştirilmez. Bundan daha başka ve daha fazla bir şeydir.” diyor Yaşanan Mimarı kitabında. İşte tam da bu nedenle mimarlığın farklı disiplinlere değinmesi, onlardan beslenmesi ve onları değiştirmesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Ekonomiden mühendisliğe, tarihten coğrafyaya aklımıza ilk anda gelmeyecek kadar çok disiplin mimarlık bağlamında incelenebilir. Tüm tanımları bir kenara bırakıp en sade tanımlardan biri olan “mekân kurgulama sanatı”nı ele aldığımızdaysa mimarlığın yolunun günlük hayatımızın ve hayal dünyamızın önemli bir parçası olan edebiyat ile kesiştiğini görürüz. Çünkü mekân kavramı hem mimarlık hem de edebiyat için en temel öğelerden biri olarak yerini alır.

Edebiyat ve Mimarlık

Nasıl ki her mimar tasarımını yaparken mekânın kullanıcısına anlatmak istediği şeyleri bir bir planlayarak mekânı kurguluyorsa her yazar da kurgusunda vermek istediği mesajları daha anlaşılabilir ve hayal edilebilir kılmak için mekânın olanaklarından faydalanır. Örneğin Yusuf Atılgan yalnız ve hayattan beklentisi kalmamış bir karakteri anlatırken tahtaları gıcırdayan, boyaları dökülmüş, kimsenin zorunda kalmadan uğramadığı kısaca karakterin kendisine tıpatıp benzeyen bir mekânı yani Anayurt Oteli’ni tasvir ederken başka bir yazar, karakterin gelişimini anlatmak istediğinde karakterin sürekli olarak yürüdüğü sahneler kurgular ve bu bağlamda karakterin ruh haline benzeyen kent tasvirlerinden yararlanır. Ya da başka bir örnek verecek olursak Jane Austen maddi olanakları sınırlı ailelerin evlerinde rutubetli ve tozlu az sayıdaki odalar, çökmek üzere olan çatı, evlerine giden çamurlu yollar gibi detaylara girerken zengin ailelerin evlerinde yüksek tavanlı geniş salonlar, misafirlere göre kurgulanmış sayısız oda, kaliteli kumaşlar, örneği görülmeyen yer kaplamaları gibi detaylar verir. Bu konuyu irdeledikçe her kitapta farklı bir mekân kurgusu örneği karşımıza çıksa da bugün İtalyan edebiyatının eşsiz eserlerinden biri olan Tatar Çölü’nü mekân bağlamında inceleyeceğiz.

Tatar Çölü

Dino Buzzati’nin tam da savaş yıllarında yayımladığı Tatar Çölü kitabını tek bir cümleyle özetlememiz gerekse o cümle sanırım şu olurdu: Düzenin içinde sıkışıp kalan ve bir süre sonra bu düzeni sevmeye başlayan insanların hikayesi. Kitaptaki her bir karakter bu tanımlamanın bize ne kadar doğru olduğunu kanıtlasa da yan karakterlerin hikayeleriyle birlikte kitabın esas karakteri olan Giovanni Drogo’nun bu sistemin içinde kayboluş hikayesini okuyoruz kitapta.

Dino Buzzati

İlk bölümde, bir eylül sabahında yıllardır hayalini kurduğu üniformayı giyen ama bunun için sevinmek yerine büyük bir huzursuzluk hisseden yirmili yaşlardaki Subay Drogo karşılar bizi. Ayrıca aylardan eylülün seçilmiş olması kitapta bir tür değişimin ve dönüşümün olacağının haberini verir. Hazırlıkların ardından Drogo arkadaşı Vesco’nun eşliğinde yola çıkar. Bir süre yol aldıktan sonra bir yamacın tepesinden kente ve çocukluğunun geçtiği eve bakar: Artık o evde Drogo yoktur, yalnızca güneş ışıkları ziyaret edebilecektir odayı. Bu son bakış Drogo’nun çocukluğuna vedasıdır aynı zamanda. Kent, çocukluğu, annesi, arkadaşı ve kent yaşamına dair birçok şey geride kalır. Bundan sonrasında Drogo’nun içsel sorgulamaları başlar. Karşılaştığı arabacının bile bilmediği bir kaleye, Bastiani Kalesi’ne, doğru ulaşmak için yola devam eder. Öncesinde uzaktan azametli bir yer olarak görür kaleyi. Fakat gün sonunda yanına geldiğindeyse sandığı gibi bir kale olmadığını ve aslında büyük bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu anlar.

Kitap buraya kadar ne anlatacağı konusunda olabildiğince çekimserken bir anda Bastiani Kalesi’nin tavsirleri ile neyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir: Bu kale beklediğimiz gibi bir kale değildir. Drogo içeri girdiği ilk andan itibaren kaleye ait olmadığını fark eder. Kaleyi şu şekilde tarif eder Buzzati: “Merkezde yer alan ve sonuçta, pek fazla penceresi bulunmayan bir kışlayı andıran ana bina, mazgallı, kalın ve alçak iki duvarla, kenardaki tabyalara bağlanıyordu; her bir yanda ikişer tabya bulunmaktaydı. Duvarlar, yaklaşık beş yüz metre genişliğindeydi ve her bir yanda yüksek sarp kayalar bulunan vadiyi neredeyse tamamen kaplayan basit bir engel oluşturuyordu.” 

Kitaptan uyarlanan Tatar Çölü filminden Bastiani Kalesi

Bu Bastiani Kalesi’nin bir çölde yer alması, ufukta sarp dağların gözükmesi ve koskoca çölde tek başına olması bize zamansallığını yitirmiş bir mekânı tanımlar. Çöl sonsuzluğun ve büyüklük içinde kaybolmanın anlatıcısı konumundadır. Çöl hayatında bir şeylerin değişmesi, çölün “arzulanan” bir yer olması ihtimal dışıdır. Bu kalede yaşayan insanların hayatları da mekândan nasibini alır: Zira çöl gibi onların hedef ve arzularının da bir anlamı yoktur ve buradaki askerler bu tekdüzelik içinde ömürlerini geçirirler.

Onları hep bu kalenin içinde tutan şeyse bir gün Tatarlar’ın gelip saldıracağı umududur. Başlarda Drogo bu umuda anlam veremese de o da bir süre sonra bu umuda tutunur. Halbuki buraya daha önce bir saldırı olmadığı gibi Tatarlar’ı gören de olmamıştır. Buzzati’in burada düşman olarak neden Tatarlar’ı seçtiğiyse tarihte biraz gezindiğinizde ortaya çıkar. Çünkü İtalyanlar’ın ve de Avrupalılar’ın tarihinde Tatarlar’dan pek de hoş bahsedilmez, bu konu bir tezde şöyle anlatılır: “’Buzzati, sömürgeci ve faşist bir dönemin içinde bulunan Avrupa’da, Tatar Çölü romanını kaleme alarak bir yerde Tatarları Avrupa’dan üstün göstererek evrenselliğe bir adım atar.’ der ve ekler ‘Tatarlar Avrupa’da veba salgının baş sorumluları olarak görülmüşlerdir. Çünkü Ortaçağ’ın en kötü hastalıklarından biri vebadır. Bilindiği üzere, veba Avrupa’da milyonlarca insanın ölümüne yol açmıştır. Tatarlar işgal ettikleri kaleleri daha kolay ele geçirmek için veba taşıyan cansız bedenleri mancınık aracılığıyla kalenin içindeki askerlerin üzerine atarlar.’”

İşte Tatarlar zamanında böyle bir olayla anıldıkları için Buzzati’nin seçimi manidardır. Bu kaledeki tüm askerler eski bir hesabı kapatmak uğruna provoke edilirler. Tarih boyunca toplumlarda hayali hedeflerle insanların belli “seçimlere” yönlendirildiği daha doğrusu zorunda bırakıldığı düşünüldüğünde ve Buzzati’nin bu kitabı 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ve 2. Dünya Savaşı gündemdeyken yazdığı detayı bilindiğinde hem mekân hem de düşman seçimi daha anlamlı olur. Kalede yaşayan askerler hem yanlış bir hedefe yönlendirilmiş hem de bu kasvetli kaleye adeta hapsolmuşlardır. Kale hem kasvetli hem de hayat kıpırtılarından olabildiğince uzaktır. “Bastiani Kalesi, alçak duvarlarıyla etkileyici değildi. Ayrıca ne güzel ne de kule ve burçlarına rağmen pitoreskti. Bu çıplaklığı örtecek, yaşamın tatlı yanlarını anımsatacak hiçbir şey yoktu.” der Drogo kaleyi gördüğünde. Kale ilgisini o kadar çekmez ki hayal ettiği tek şey kaleyi aşıp uçsuz bucaksız çölde hayat belirtisi gösteren yerleri bulmak olur.

Çölün tekdüzeliğinin yanı sıra kalenin içinde de her şey birbirinin benzeridir, koridorlar uzar gider. Drogo’nun kalenin içinden çölü görme isteğiyse gittikçe artar ve durumu Binbaşı Matti’ye söyler. Buradaysa kitabın başka bir yüzü ortaya çıkar: Yönetmelikler ve katı kurallar. Askerlerin kalenin içinden çölü görebilecekleri bir alan tasarlanmamıştır. Kaledeki tek bir pencere bunu sağlar ama bu pencere de Albay’ın odasındadır ve buradan izlemesi de imkansızdır. Matti, Drogo’ya çölün çok da önemli olmadığını ve buradaki hayatın şehirden farklı olduğunu anlatır. Birçok askerin hiç göremediği kuzeydeki çöl yalnızca hayallerde var olabilir. Bu ilk kırılma anından sonra Drogo birbirinden anlamsız kurallarla karşı karşıya kalır. En çarpıcı olansa bir süre sonra o da bu kuralları “sevmeye” başlamasıdır. Burada sevginin ne olduğunu sorgulamak da biz okuyucuların görevidir.

Tatar Çölü kitabının farklı dillerde ve dönemlerdeki kitap kapakları

Drogo’nun kaledeki ilk günü, 30 yılını geçireceği odasında son bulur. Bu oda olabildiğince sade bir şekilde kurgulanmıştır: Bir yatak, bir masa, bir divan ve bir dolap. Odanın sadeliği Drogo’nun tüm dünyada ne derece yalnız olduğunu yüzüne vurur. Bu odadaki eşyalar haricinde hiçbir şeyi yoktur. Ayrıca odada hayal kurmasına, güzel şeyler düşünmesine yardım edecek bir manzara bile bulunmaz. Burada her günün geçirildiği mekanın tasarımının aslında ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Çünkü Drogo’nun gördüğü güzel bir manzara olsaydı ya da odasında renkler kullanılıp farklı farklı objeler yerleştirilseydi hayata karşı tek umudu Tatarlar’ın gelmesini beklemek olmayabilirdi. Odanın ve kalenin kasvetinin üstüne bir de damlayan suyun sesi eklenince Drogo kendini daha da çaresiz hisseder. Bundan sonraki hayatı böyle çözümsüz sorunları kabullenmek ve içine hapsolduğu kurallar dünyasını benimsemekle geçer. Hayatına heyecan katan bazı şeyler olur ama hepsinin etkisi kısa sürer, ne gelen yol işçileri ne de tatil için bir süreliğine evine dönmesi anlamsızlık içinde sürüklenen hayatını değiştirmez. Çölün korkutucu sonsuzluğu içinde yitip gider bir gün güçten düşene kadar.

Hikmet Temel Akarsu Tatar Çölü için yazdığı yazıyı şu cümlelerle bitirir: “Çünkü iyi bir hayat ancak iyi bir mekânda yaşanabilir.. Doğru kararlar ancak iyi bir mekân hayalleri süslerse alınabilir.. İnsanlar ancak Bastiani Kalesi’nin temsil ettiği tüm değer ve imgelerden uzakta durularak kurulabilecek mimari mekânlarda mutlu olabilir.
Bu nedenle Tatar Çölü mimarlar için emsalsiz bir kılavuzdur.
Ne yapılması gerektiğini bilmek için değil…
Ne yapılmaması gerektiğini bilmek için…”

Akarsu’nun da dediği gibi mimari elemanları ve temsil ettiği düşünceler göz önünde bulundurulduğunda hiçbir mekân sadece bir defa yaşama hakkımız bulunan hayatımızı boşa geçirmemize neden olacak şekilde kurgulanmamalıdır.

Not: Kitap aynı zamanda filme uyarlanmıştır. Dilerseniz aynı isimli filmi de izleyebilirsiniz.

Kaynakça

Kitap: Tatar Çölü, Dino Buzzati, çeviren: Hülya Uğur Tanrıöver, İletişim Yayınları

1 Erdoğan, B. (2019). Dino Buzzati’nin Tatar Çölü Adlı Romanındaki Gerçeküstü Öğeler (Yüksek lisans tezi). Ulusal Tez Merkezi (554512)
2 Akarsu H.T. ve Erdoğan N. (2016). Edebiyatta Mimarlık 188

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.