“Mimarlık sözel olmayan bir iletişim biçimidir; onu üretmiş olan kültürün sessiz bir kaydıdır.”1 der Mimarlığın Öyküsü kitabında Leland M. Roth. Nasıl ki mimarlık içinde olduğu kültürden ayrı düşünülemiyor ve çağın insanlarının günlük yaşamı mimariye yansıyorsa aynı durum edebiyat için de geçerlidir. İnsanların düşünceleri, duyguları, hayalleri mekânlara sirayet eder ve mekânların ruhu edebi metinlerde kendine yer bulur. Mekân kurgusu, romanlar için tamamlayıcı ve kurguyu pekiştirici bir unsurdur. Karakterlerin yürüdüğü sokaklar bize kentin bir portresini çizer mesela, oturduğu evin niteliği onun maddi-manevi sahip olduğu şeyleri anlamamıza yardımcı olur.
Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık kitabında şehir dışından gelip İstanbul’da gecekondu inşa eden, sonrasında da bu evleri apartmanlara dönüştüren “şehirli” insan karakterinin hayatı üzerinden İstanbul’da çarpık kentleşmenin nasıl şehri ele geçirdiğini öğreniriz. Bir dönemin edebiyat eserlerini okurken o dönemde hangi mimari anlayışın hâkim olduğunu ve sınıf farkının ne derecede toplumsal hayata yansıdığını görürüz. İşte bu nedenle mekân ve edebiyat arasındaki ilişki mimarlıktan ayrı düşünülemez. Her ne kadar yazarların neredeyse hepsi bu ilişkiden yararlansa da bu yazımızda mekânı ve insan psikolojisini kurguda katman katman işleyen yazarlardan biri olan Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu kitabını inceleyeceğiz.
Peyami Safa Romanlarında Mekân
Peyami Safa’nın romanlarını düşündüğümüzde hep ortak bir kent çıkar karşımıza: İstanbul. Kimi zaman Anadolu’ya atıfta bulunsa da eserleri hep İstanbul çevresinde şekillenmiştir. 1899-1961 yılları arasında yaşadığını göz önünde bulundurduğumuzda İstanbul’un en hareketli dönemlerini yaşadığını fark ederiz. Hem Avrupa’dan gelen modern kıyafetlerin sergilendiği mağazaları görmüş, “yeni” bir yaşam tarzını benimsemeye çalışan insanlarla birlikte yaşamış hem de İstanbul’un işgal edildiği karanlık günlere şahit olmuştur. Kentin çeşitli yüzlerini deneyimlemek onun için bir fırsata dönüşmüş ve Fatih-Harbiye arasındaki derin uçurumu konu edinen bir eser yazmanın yanı sıra her eserinde İstanbul’un Tanzimat ile değişen çehresini okumamızı sağlamıştır.
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu Kitabının Konusu ve Mekanla İlişkisi
İlk basımı 1949 yılında yapılan Matmazel Noraliya’nın Koltuğu kitabında tıp okumayı bırakıp felsefe bölümüne geçen ve Yüksekkaldırım’da bir pansiyonda yaşayan Ferit‘in hikayesini okuruz. Ferit, annesi ve iki kız kardeşini kaybetmiştir, Londra’da yaşayan babasıyla nadiren görüşür, aile namına en çok iletişim kurduğu kişiyse teyzesinin yanında yaşayan kız kardeşi Nilüfer’dir. Annesi ve babasının Avrupa ile olan ilişkisi Ferit’in daha materyalist bir ortamda yetişmesine neden olmuştur. Ancak kitapta olaylar ilerledikçe Ferit’in düşüncelerinin değişmeye başladığını fark ederiz. Romanı Türk edebiyatının en önemli psikolojik romanlarından biri yapan da neredeyse hiçbir şeye inanmayan bir karakterin mistik olayları anlamlandırmaya başladığı süreci ustaca aktarmasıdır.
Ferit ailesinden maddi anlamda destek göremediği için toplumun çeşitli kesimlerinden insanın olduğu ucuz bir pansiyona yerleşir. Kaldığı oda tahta bir bölme ile bitişiğindeki odadan ayrıldığı için mahremiyetten söz edilemez. Yan odasında kalanların konuşmaları kimi zaman geceleri Ferit’i uykusundan uyandıracak kadar rahatsız edicidir. O odada kalan kadın yüz felcidir, çocukları mide sıkıntısıyla geceleri uyuyamaz ve diğer oda sakinleri de “normal” olmaktan biraz uzaktır: Fatma, geceleri eşinin yanına geldiğini düşünür, Vafi Bey titizliği ile herkesi bezdirir. Peyami Safa, pansiyonda yaşayan her karakterin portresini çizmeyi ihmal etmez. Bu insanları ortak noktada birleştirense yoksulluklarıdır.

Ferit’in hayatında bir de Selma vardır. Selma, Ferit ile evlenmeyi düşünse de Ferit’in kendisine faydacı bir şekilde bakmasına sinirlenir ve kadınların da bir ruhu olduğunu ima ederek Ferit’ten uzaklaşır. Bu olay sonrasında iyice yalnızlaşan Ferit’in karamsar ruh halini okuruz kitabın ilk bölümünde. Pansiyonda geceleri yaşadığı olaylar da bu durumu pekiştirir. Sıkıntılarından “pozitivist” kültürle kurtulamayacağını anladığında imdadına Felsefe Öğretmeni Yahya Aziz yetişir. Gittikçe daha fazla zorlukla sınanmaya başlayan Ferit’in istemeden de olsa cinayete sebebiyet vermesi onu “şehirden” uzaklaştırır. Aziz’in tavsiyesiyle Ada’da (Bu tabir Büyükada için kullanılır) bir ev kiralar. Ferit’in bir gece uyandığı sahneyi “Sağ yanındaki duvara değen dirseğinin ucundan yukarı doğru yürüyen kireç soğukluğu, yokluğun içinden yavaş yavaş çıkan bir kolunu ona tamamıyla keşfettirdiği anda, nefsiyle dışarda bir madde arasındaki temasın delâletinden gelen taze bir idrak, bütün vücudunu mekân içinde tesis etmesini kolaylaştırdı ve bir derece daha uyandı” şeklinde tasvir eden Safa, mekân ile kurduğu sıkı bağı ilk sayfalarda gözler önüne serer. Böyle bir mekândan Ada’daki konağa geçiş yapan Ferit’in yaşayacağı ruhsal değişiklik kaçınılmazdır. “Çıldıracağım. Söyleyiniz bana, nasıl bir dünyadayız biz? Vazgeçtim, söyleyiniz, nasıl bir evdeyiz? Demin hesapladım. Altı gündür burada imişim. Bana altı ay gibi geldi.” der Ferit yaşadıklarını anlatırken. Ve kitapta sık sık bu altı günde hissettiği derin karamsarlık mekânın özelliklerine yansıtılır. Güneş görmeyen, parkeleri gıcırdayan, rutubet kokan bir yerdir burası.
Kitapta mekânların ve mekânlara dair hislerin önemli olduğu çeşitli ayrıntılarla vurgulansa da önemli vurgulardan biri Ferit’in pansiyondan kurtulduğunda her şey düzelecekmiş gibi düşünmesidir. Zira bu mekânda Ferit kendiyle kalamaz ve dışarıdan gelen tüm etkilere karşı savunmasız hale gelir. Ferit pansiyonda yaşarken “içindeki”ni yitirmiş ve “dışarı” ile çevrilmiş bir vaziyettedir. Kapısının kilit tutmadığı bir yerde içtenlik hissetmesi ve orayla sağlam bir bağ kurması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında pansiyon adeta bir “kamusal” alandır. Ada’daki konak ise mahremiyetin korunabildiği özel bir alandır.
Peyami Safa Fatih-Harbiye kitabında olduğu gibi iki semtin somut karşılaştırması yerine ruhsal bir karşılaştırmayı tercih etmiştir. Çünkü Ferit’in kiraladığı konak, dünyadaki arzularının hiçbirine kavuşamamış ve kendini maneviyata vermiş Matmazel Noraliya’ya aittir. Kitapta ilk bölümdeki kadar olmasa da Matmazel’in hayat hikayesine dair detaylar öğreniriz. Kitapta olaylar katman katman işlenir. Ferit’i Ada’ya getiren olaylar çok uzun bir hikayenin bir parçasıdır aslında.
Daha Ada’daki ilk gününden orada farklı şeyler olacağı bellidir. Türlü karamsarlıklarla İstanbul sokaklarına sığamayan Ferit nihayet huzurlu tasvirler yapmaya başlar: “Ferit hasır koltuğa oturdu. Çam ve deniz kokan taze ve tertemiz bir sabah havası genzinden göğsüne kadar açılan büyük bir boşluğu dolduruyormuş gibi ona ferahlık veriyordu. Bahçeyi yoldan ayıran demir parmaklığın kenarındaki sarı, pembe ve kırmızı güller, kendilerini kuşatan aydınlık hava halelerini boyayacak kadar parlak birer küçük renk yangını halinde gözleri aldıktan sonra dikkati yakalayıp kendilerine çekiyorlardı.”

Ferit’in Ada’da yaşadıklarını ikinci bölümde aktaran Safa mekânı dönüştürenin özünde insan olduğunu vurgular. Ona göre mekân ve insan arasında dönüştürücü bir ilişki vardır. Çevre insanı, insan çevreyi etkiler. Pansiyonda bunalımı perçinlenen ana karakter Ada’da özlem duyduğu aile sıcaklığını bulur. Ayrıca tabiata ve Yaratıcı’ya yönlenmeye başlar. İlk bölümde gece vakitlerinde hissedilen çaresizlikleri okurken ikinci bölümde gündüzün güzelliğini hissederiz. Bu tasvirlerdeki gece-gündüz farkı karakterin de aydınlanmaya başladığını vurgular. Yazar manevi değişimi anlatırken hem mekân hem zaman aracılığıyla pek çok sembolizm örneği verir.
Safa romanında konak ve pansiyon dışında da mekânlara yer vermiştir. Ferit Tarlabaşı, Beyoğlu, Beşiktaş, Sirkeci, Beyazıt, Nuruosmaniye, Galata, Eminefendi, Çağaloğlu, Osmanbey, Maslak, Fulorya, Büyükdere ve Şişli gibi semtlerde dolaşmıştır. Tüm canlılığı ve çeşitliliği ile bilinen Beyoğlu’nda gezerken Ferit’in hisleri mekâna sirayet etmiş ve can sıkıntısından kurtulmak için gittiği yerde aradığını bulamamıştır. Huzursuz anlarında çevresine bakışıyla huzurlu anlarındaki bakış arasındaki fark hissedilir bir boyuttadır:
“Cağaloğlu’na doğru yürüdükçe, belki ilâcın tesiri erken başladığı veya Ferit aradan geçen zamanı yanlış tahmin ettiği için, duyduğu ferahlık artıyordu. İçine dolan bu temiz dağ başı havası, bu geniş soluk, bu nefis, bu nefis dağbaşı sansasyonu, bu hafiflik, bu… Bu berrak, bu berrak dağbaşı aydınlığı, bu ferahlık, bu yükseliş, bu kurtuluş, bu… Bu… Bu yaz bulutu şeffaflığı, bu gökyüzünün kendi oluş duygusu, ruhunda bu elenmişlik, -bu deminden beri arayıp da bulamadığı asıl istiarenin bile eksik ifade edeceği- bu süzülüş, bu silkinme, hayır durulma, hayır, buğulanma, hayır, hayır, bu kelimesiz hal” diye tarif ettiği hal onun huzurlu anlarından birini yansıtır. Onu bu huzura kavuşturansa yolda karşılaştığı bir ihtiyarın önerisiyle “yüreğinden” söylediği “Allah’ım” kelimesidir. Henüz dönüşüm yolculuğuna girmediği için bu tesiri anlamlandırmakta zorlanır.
![]()
Sonuç Yerine
Kitap boyunca mekan kimi zaman ezici ve yıkıcı özelliklere bürünürken kimi zaman ferahlığın sembolü konumuna gelir. Yıllar boyu Allah aşkıyla koltuğunda zikreden Matmazel Noraliya’nın ruhaniyeti konağa yansımış ve Ferit bunalımlarından birer birer kurtulmuştur. Ancak Ferit’in yaşadığı köklü değişiklik onu bir derviş yapmak yerine hayatındaki sorunları çözmesine vesile olmuştur. Selma ile kötüye giden ilişkisini düzeltme isteğiyle dolar mesela. Yazar mekanlara kişilerin ruh halini yansıtmış ve bu yansıtmayı yaparken hem mekanları hem de karakterlerin psikolojisini kusursuz bir şekilde betimlemiştir. Mekânın Poetikası kitabında evi insanın ilk evreni olarak kabul eden Gaston Bachelard’ın tezini doğrulayacak şekilde bir ev-mekan-benlik kurgusu hakimdir kitapta.
Her betimlemeye yer veremesek de kitapta Ada’nın ve pansiyonun çok farklı şekillerde anlatımlarını okuyabilir ve anlattıklarımızı daha iyi kavrayabilirsiniz. Peyami Safa kitaplarda mekan kurgusunun izlerini takip etmek isteyen okurlarına benzersiz bir kitap bırakmıştır.
Kitaplarda mekân kurgusuna değinen serimiz kapsamında Tatar Çölü kitabını incelediğimiz yazıyı buradan okuyabilirsiniz.
Kaynakça
1 Roth, L. M. (2017). Mimarlığın Öyküsü. (E. Akça, Çev.) İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Yıldırım, G. (2017). Matmazel Noraliya’nın Koltuğu Romanında Mekânın Poetiği, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Aksoy, S. E. (2009). Peyami Safa’nın Romanlarında Modernleşme ve Mekân (Doktora Tezi). Ulusal Tez Merkezi (235138)


