Dünya prömiyerini bu yıl 77.si gerçekleşen Cannes Film Festivali‘nde yapan Yunan tuhaf dalgasının önemli temsilcilerinden Yorgos Lanthimos’un son filmi Merhamet Hikayeleri (Kinds of Kindness), geçtiğimiz ay nihayet vizyona girdi. Senaryosunda, Lanthimosun yanı sıra Efthimis Filippou’nun da imzası gördüğümüz filmde ikilinin önceden birlikte çalışmış olduğu Köpek Dişi (2009) ve Alpler (2011) gibi filmlerin izlerine rastlamak mümkün. Başrollerinde Emma Stone, Jesse Plemons, Willem Dafoe ve Margaret Qualley‘in bizleri karşıladığı film; tekinsizlik ortak paydasında buluşan üç farklı hikaye anlatıyor bizlere. Her hikayede farklı karakterleri canlandıran oyuncuların başarılı performansları, yönetmenin konfor oyuncularındaki ısrar ve takıntısını fazlasıyla haklı çıkarıyor. Benzer şekilde, Emma stone ve Willem Dafoe’yu başrollerde izlediğimiz Zavallılar (Poor Things) filminden sonra arayı uzatmayan yönetmen, yeni dönem filmlerinden aşina olduğumuz yüzlerle eski filmlerinden aşina olduğumuz temaları buluşturduğu Merhamet Hikayeleri’yle (Kinds of Kindness) Yunan Yeni Dalgası’nın o tuhaf sularına dönüyor. Filmi henüz izlemeyenler için yazının kalanının spoiler içerebileceğini belirtirken filmin halen vizyonda olduğunu hatırlatır, iyi seyirler dileriz!
R.M.F.’in Üç Hali

R.M.F’in Ölümü, R.M.F Uçuyor ve R.M.F Sandviç Yiyor olmak üzere üç farklı sekanstan oluşan filmde, vadedilen merhametin izlerini bulmakta zorlanmış olsak da insanlığın binbir yüzünü bulmadık desek yalan söylemiş oluruz. Üç sekansta da farklı hallerde öne çıkan R.M.F sırasıyla ölüyor, ikinci bölümde helikopterle uçmakta yani bir nevi yükseliyor, son bölümde ise diriltiliyor; bu üçleme ister istemez İsa’yı ve İncil’i akla getiriyor. Filmin ilk bölümü R.M.F.’in Ölümü’nde tuhaf kamera açıları ve hareketlerinin yanı sıra; ürpertici müziklerin ve rahatsız edici monotonluktaki diyalogların ustaca hatta yer yer fazlaca kullanılmasıyla Lanthimos’un bilhassa eski dönem filmlerinde sıkça rastladığımız absürt ve tekinsiz bir atmosferin yaratıldığını söyleyebiliriz.
R.M.F’in Ölümü

Bu bölümde hayatı, patronu -sevgilisi- olan Raymond (Willem Dafoe) tarafından bir filmmişçesine yönetilen Robert‘ın (Jesse Plemons) kendine sunulmuş bir takım imtiyazlar uğruna sergilediği nezaketler silsilesi seyirciyi şaşırtıyor. Raymond takıntılı bir yönetmen gibi Robert’a direktifler veriyor ve karşılığında ona kendince kusursuz bir hayat sunuyor. 10 yıl boyunca giyeceklerinden tutun çocuk sahibi olmamasına yönelik direktifleri büyük bir nezaketle yerine getiren Robert; hastaneye yatırılmak üzere şiddetli bir kaza yapması istenince diğer sürücünün, “R.M.F.”in ciddi bir şekilde yaralanabileceğini hatta ölebileceğini öne sürerek, kendi sınırı çiziyor ve bu isteğe karşı geliyor. Mutlak itaati karşılığında ödüllendirildiği dengeyi bozan Robert tanrı-yönetmene karşı geldiği için, işinden, eşinden, dahası teslimiyetin bahşettiği imtiyaz ve seçim yapmama özgürlüğünden mahrum edilip, bir nevi cennetten kovuluyor. Yerinin hemen genç bir kadın olan Rita (Emma Stone) tarafından doldurulması biriciklik ve seçilmişlik duygusunu zedeleyerek kapanan kapıları çaresizce aşındırmasına yol açıyor. Sonunda hırsına yenik düşen Robert’ın, Rita’nın çarpmasıyla hastaneye yatırılan R.M.F’in bedeni üzerinden, intikam alırcasına pek çok kez arabasıyla geçmesiyle kutsal buyruk nazikçe yerine getiriliyor ve buzlar çözülüyor; Robert yeniden Raymond’ın himayesine girmeye hak kazanıyor.
R.M.F. Uçuyor

Filmin ikinci bölümü olan R.M.F. Uçuyor’da yine çarpık güç dinamikleri, itaat ve teslimiyet kavramları keskin bir dille aktarılıyor. R.M.F., bu kez karşımıza polis memuru olan Daniel (Jesse Plemons)‘in eşi Liz’i (Emma Stone) yaşanan deniz kazası ardından sığındığı adadan kurtaran kurtarma pilotu olarak karşımıza çıkıyor. Deniz biyoloğu olan Liz, eve sağ salim dönse de değişen yeme alışkanlıkları ve kendisi hakkında unuttuğu detaylardan şüphelenen Daniel, onun gerçek Liz’in yerine geçen bambaşka biri olduğunu düşünüyor. Bu süreçte bir şeyler yemeyi redderek bir nevi açlık orucuna giren Daniel, Liz olduğuna inanmadığı bu kadını bir ihtimal evden ve kendinden uzaklaştırmak için kendi parmağını kesip pişirmesini istiyor. Hamile olduğunu öğrenen Liz, Daniel’in mutlu olmadığını görünce kendine zarar vererek çocuğunu düşürüyor. Ancak Liz’in terk edilmemek uğruna göstereceği nezaketlerin bunun ötesine geçmeyeceğini umduğumuz sırada Lanthimos bizi şok ediyor ve Liz’in kendi ciğerini titizlikle söküp tabağa koymayı başardığını kanlı canlı gösteriyor, derken kapıda Daniel’in tanıdığı Liz beliriyor ve kavuşma gerçekleşiyor. Diğer iki hikayeye kıyasla görece daha fazla rahatsız edici görsel ve absürt unsurların bulunduğu bölüm ağzımızda tuhaf fakat özlediğimizi inkar edemeyeceğimiz tanıdık bir tat bırakıyor.
R.M.F Sandviç Yiyor

Antolojinin son bölümü olan R.M.F Sandviç Yiyor‘un temposu diğerlerine kıyasla biraz daha düşük olsa da bu bölümle tatmin edici bir finale imza atılıyor. Öyle ki, R.M.F.‘in bir önceki bölümde yaptığı iyilik karşılıksız bırakılmıyor ve nihayetinde ona da merhamet ediliyor; bir buyruk uğruna alınan canı özel yeteneği iyileştirmek ve diriltmek olan bir kız Ruth (Margaret Qualley) tarafından yeniden bahşediliyor. Emily (Emma Stone) ve Andrew (Jesse Plemons) müritlerinin yalnızca liderleri; Aka (Hong Chau) ve Omi (Willem Dafoe) cinsel ilişkiye girebildikleri ve sadece göz yaşlarından biriken suları içebildikleri bir tarikata mensup olup, diriltme gücü olduğu kehanet edilen genç kızı bulmakla görevlendirilen iki adanmış genç olarak karşımıza çıkıyor.
Emily kendisini ailesinden uzaklaştırmış ve başkalarının sıvılarıyla kirlenmemiş bir halde inancını yaşıyorken kocası ve kızı onla zaman geçirmekte ısrar eder, bu baskıya sonunda yenilen Emily onları görmeye gider, bunu fırsat bilen kocası Emily’ye ilaç verir ve tecavüz eder. Kendi rızası dışında dahi olsa Emily kutsal olmayan sıvılarla kirletilmiştir, bu sıvıların yoğun sıcak altında vücuttan arındırılamaması halinde tarikattan, -cennetten- kovulur. Kutsal suyun tadına bir kez alışan Emily, kehanet edilen kızı bulmasıyla affedileceğini düşünür ve öncesinde Andrew’un elediği ihtimale sarılarak kendilerine ulaşan Rebacca’yı dinler ve o kişi olabilecek ikiz olan Ruth’a ulaşır ve bayıltır. Morgdan rastgele seçilen cesedin sahibi olan R.M.F’i dirilten Ruth’un aranan kız olduğuna şüphesi kalmayan Emily, sevinç dansını yaptıktan sonra halen baygın olan Ruth’la birlikte ağzı kulaklarında tarikatın yolunu tutar lakin kaza geliyorum demez. Ruth orada can verir ve Emily cennete dönüş biletini sonsuza dek yitirir.
Parçalardan Birleştirebildiklerimiz
R.M.F. (Yorgos Stefanakos) karakterinin filmde antolojinin üç bölümünü bağlayan en bariz unsur olduğunu hikayelerin başlıklarından dahi kolayca anlayabiliyoruz. Üç bölümde de farklı şekillerde kendini tekrar tekrar gösteren sorunlu güç dinamikleri, teslimiyet, manipülasyon, yemek ve yeme eylemi ve cinsellik ortak temalarının yanı sıra R.M.F.’in küçük fakat kilit taşı olarak adlandırılabilecek rollerde karşımıza çıkması ve değişmeyen tek karakter olması bu kanıyı epey güçlendiriyor güçlendirmesine fakat bu harflerin ne anlama geldiği ya da R.M.F.’in adamın isminin baş harfinden öte bir şeye atıf yapıp yapmadığı konusunda hiçbir ipucu verilmiyor.

Özellikle ilk iki bölümde Lanthimos’un önceki filmlerinde de rastladığımız üzere yemeğin kendisi ile birlikte bilhassa yeme edimi yoğun biçimde karşımıza çıkıyor: Patronu kilo almasını istediği için çokça yiyen Robert, çikolatalı pastayı bir öğünmüşçesine yiyen Liz ve onun yaptığı yemeyi reddeden hatta ondan kendi uzuvlarını pişirmesini isteyen Daniel. Köpekler, su ya da deniz de film boyu önümüze çıkan sembollerden. R.M.F Uçuyor’da Liz rüyasında adadayken köpeklerin insan konumunda olduğunu ve onları yönettiğini anlatıyor, ve bölüm sonunda tıpkı anlatıldığı gibi köpekleri insan konumunda araba sürerken, masada otururken görüyoruz. R.M.F. Sandviç Yiyor’da Emily bir köpeğin bacağını inciterek veteriner olan Ruth’un kapısına gidiyor. Suya ise kötücül bir rol yükleniyor, ikinci hikayede karısının iyileşmesi durumunda bir daha denize açılmasına izin vermeyeceğini söylüyor Daniel bir arkadaşıyla konuşurken. Son hikayede ise tarikat liderlerinin gözyaşı dışındaki sıvılar tamamen kirli ve hastalıklı olarak yansıtılıyor, denizden çıkan balığı dahi yemedikleri vurgulanıyor, son olarak kazada can veren kutsal Ruth’un göz yaşına yakın çekim yapılıyor ve jenerik giriyor. Yönetmenin bu sembolleri tasvip edilmeyen bağlamlarda kullanmasının sebebinin yeme içme alışkanlıkları, güç dinamikleri gibi genelgeçer kabul ve pratikleri irdelemek olduğunu düşünüyoruz.

Özellikle, filmde gücü elinde tutan manipülatif karakterlerin aksine, itaat eden, kendini teslim eden ve adayan karakterlerin cezalandırıldığını görüyoruz diyeceğimiz esnada filmde açıklayıcı bir unsur olarak kullanıldığını düşündüğümüz Eurythmics‘in Sweet Dreams şarkısının sözleri bu kanıyı tekrar düşünmeye zorluyor bizleri. Şarkıda söylendiği üzere herkes bir şeylerin peşinde, kimi herkesi kullanmak istiyor, kimiyse kullanılmak; bunları ceza olarak yaftalamak ne yönetmene ne de bize düşüyor haliyle. Lanthimos, yalnızca bu manipülasyon, teslimiyet gibi kavramların özünde yatan çarpıklığı ve dehşeti ortaya çıkarıp onları son derece çarpıcı ve rahatsız edici sembollerle görünür kılıyor. Bunu yamyamlık, kendine zarar verme, çok eşli cinsel ilişki, kan ve kesilmiş uzuvlar gibi grafik unsurları yabancı veya çağdışı bir bağlamda vermekten ziyade tıpkı Köpek Dişi ve Kutsal Geyiğin Ölümü filmlerinde yaptığı gibi şehir merkezi, aile gibi modern ve kurumsal bağlamlarda vererek gerçekleştirdiğinden, filmin huzursuz ediciliği ve absürtlüğü katmerleniyor. Filme arka fon olarak seçilen New Orleans’ın canlı mimarisiyle estetik planların ve bahsi geçen grafik unsurların arasındaki tezatlık; insanın medeni ve modern bir bağlam çerçevesinde dahi tam anlamıyla güvende olamayacağının sinyalini veriyor.