Kendimizle Aramızdaki Mesafe
‘Kendi’ zamirinin huzursuz bir havası vardır. Özellikle kendinizden bahsediyorken cümle içine koyduğunuzda sanki artık ‘kendi’ olmaktan çıkıp bir ‘öteki’ gibi olur. Örneğin, ‘Kendimle barışmak istiyorum.’ cümlesinde de olduğu gibi sanki başka birisiyle uzlaşmaya varma isteğiniz vardır. Oldukça meşhur olan bir başka örnek ise ‘kendini sevmek’. Sanki öyle ya da böyle hoş görülmesi, kabul edilmesi, iyi davranılması gereken, aynı evde (bedende) yaşadığın birisi vardır. Bu yazıda insanı kendisine yabancı kılan tüm bu tanımlamaları dışarıda bırakıp, bir insan araya bir aracı koymadan nasıl ‘kendi’ ile bir bütün olur, kendine yabancı olmadan nasıl kendine sahip çıkar bunları konuşacağız.
Mesafeyi Ortadan Kaldıracak Bir Etimoloji

2023 yılında birçok kitap kurdunun rafında kendine yer bulmayı başaran kitaplardan bir tanesi de James Clear‘ın Atomik Alışkanlıklar kitabı. Bu kitaba olan ilgimiz hepimizin bir şekilde kendi hayatına bir çekidüzen verme, işleri yoluna koyma isteğinden mi kaynaklanıyor bilinmez ama kitap, popülerliğin merdivenlerini tırmanıp balon gibi patlayan muadillerinin ötesinde derin hakikatler içeriyor.
Eğer siz de okumakta olduğunuz bu yazının yazarı gibi etimoloji delisiyseniz, kelimelerin kökenlerinin nereden geldiğine dair aklınızın loş ışıklandırılmış bir odasında daimi bir mesai harcıyorsanız, Clear’ın ‘kimlik‘ kelimesinin nereden geldiğini aktardığı yerde kitabı şöyle bir kapatıp, hakikati emmekle parıldamaya başlamış gözlerinizle bir süre tavanı seyretmiş olabilirsiniz: ”Kimlik kelimesi, orijinal olarak Latince oluş anlamına gelen essentitas ve tekrarlı anlamına gelen identidem kelimelerinden türetilmiştir. Kimliğiniz kelime anlamıyla tekrarlayan varoluşunuzdur” (Clear, 2023: 41). Tekrarlayan varoluş… Büyülü bir ifade, fazlasıyla büyülü. Bir o kadar da hakikat dolu. Neden mi?
Tekrar Ettiğin Şey Ne ise Ona Dönüşmek

Yeni bir hobiye başlamış olduğunuzu düşünün. Örneğin çizmek. Çizmek konusunda da fazlasıyla gayretli olduğunuzu ve bu alışkanlığınızı zinciri hiç kırmadan üç ay kadar götürdüğünüzü düşünelim. Fakat sonrasında bir şekilde bıraktınız. Bırakma sürecinin altında yatan birçok farklı sebep olabilir: Belki yeteneğiniz olmadığına kendinizi ikna ettiniz ya da başkaları sizi ikna etti ve bıraktınız, belki de para getirmediği için bıraktınız, belki başka bir hobiye geçtiniz, belki iş güç yüksek lisans derken ilgi gösteremediniz ve kayıplara karıştı. Fakat üç-dört ay sonra çizime geri döndüğünüzü düşünelim. Geri dönüş sebepleriniz de en az bırakış sebepleriniz kadar çeşitli olsun, sorun değil. Burada düşünülmesi gereken şey, çizimle uğraştığınız ve bıraktığınız o iki ayrı üç-dört aylık periyotta kendinizi hem kendinize hem başkalarına nasıl takdim ettiğiniz.
Çizimle uğraştığınız süre boyunca genelde çizim mevzusunu sohbetinize eklersiniz. Burada sohbet diye ifade ettiğimiz şey bir kafede arkadaşınızla yaptığınız sohbet olduğu kadar, daha çok kendi anlatınızdır. Siz kendi öykünüzü hem kendinize hem insanlara nasıl anlatırsanız, bir süre sonra farkında olarak veya olmayarak o hikayeyi gerçekleştirmeye yönelik eylemlerde bulunursunuz. Ruh sağlığında da bu durum böyledir. Olayları anlatırken elinizde depresif bir cımbızla sürekli karamsar yanları çekip üstünüze yapıştırırsanız, anlattığınız depresif hikayenin kendisi olursunuz. Daha da kötüsü, hikayenizi anlatmayı bu şekilde öğrendiğiniz için bundan sonraki hikayelerinizi de yüksek ihtimalle böyle anlatacaksınızdır. Fakat eyleme geçmediğiniz yani çizmeyi ‘eylemediğiniz’ zaman diliminde ise çizimle uğraştığınızı sohbetinize, anlatınıza eklemeniz daha zordur. Ağzınızda bir türlü ‘Aaaa işte ben de çizimle uğraşıyorum bu aralar.’ lafı çıkmaz. Çünkü o işi yapmıyorsunuzdur, tekrar etmiyorsunuzdur. O eylemi sizi var eden bir şeye, varoluşunuza katmaya yönelik bir çabanız yoktur.
Peki Ne Yapmalıyız?
Günlük hayatta sandığımızdan daha fazla ‘varoluşumuza dahil etmek istemediğimiz’ işlerle uğraşıyoruz. Bazılarımız kendi becerilerine ve yatkınlıklarına hitap etmeyen bir bölümden mezun olup ‘4 yıl bu bölümü okudum artık ilerleyeceksem de bu dört yıllık ekini boşa harcamayayım, bu bölümden bir işe girip para kazanmaya, hasadı toplamaya başlayayım.’ diyoruz. İşin korkunç tarafı, bunu gerçekten yapabileceğimize inanıyoruz. Bedenimizin veya ruhumuzun bir süre sonra sevmediğimiz bir şeyi yapmaya devam etmemize karşı sessiz bir protestoyla depresif bir ruh hali elbisesini üstümüze giydireceğini bilmeden inanıyoruz. Kurumsal hayatın mı yoksa bireysel çalışmanın mı bize göre uygun olduğunu dahi bilmiyoruz, yeter ki bir şeyler olsun, LinkedIn’e ‘xxxx’te çalışmaya başladığımı duyurmaktan’ mutluluk duyayım diyoruz.
İşte tüm bu yaptıklarımız, kendimizle aramızdaki mesafeyi arttırıyor: Kendimizi tanımamak, tanımak için bir şeye başlamamak. Örneğin, ‘Bilmiyorum ki, çizim bana göre mi?’ diyerek çizime hiç başlamamak. Bizim neyi sevip neyi sevmediğimizi bilmek için kendimize veri girişi sağlamamız gerekiyor. Bunun için de sanırım bizim dünyaya birkaç tokat, dünyanın da bize birkaç yumruk atması gerekiyor ki deneyim dediğimiz şey çıksın ortaya ve biz kimiz anlayalım. En azından anlamaya başlayalım. Aksi takdirde hem kendimize dair cahilliğimiz hem de yapmak istemediğimiz şeyleri yapmaktaki ısrarımız bizi kendimize yabancı kılacak.
Yazıyı yazının başlığı ile bitirelim: Kendimize nasıl mı sahip çıkarız? İşte böyle: Kendimizi tanıma samimiyetini sadece lafla değil, eylemle göstererek.
Kaynakça:
Clear, James. Atomik Alışkanlıklar. İstanbul: Pegasus Yayınevi, 2023.
Kapak görseli: behance.net