“Bir ermiş, bir gün rüyasında kelebek olduğunu görmüş. Uyanınca kafası çok karışmış. Ben mi rüyamda kelebek oldum yoksa bir kelebek şu anda rüyasında ben olduğunu mu görüyor diye düşünmüş.”
Takvimlerden 22 Şubat 2013’te bir film vizyona girdi: Kelebeğin Rüyası. Yaşanmış iki şairin hayatına dayanıyordu bu film, Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur‘un hayatına. Dönemin salgın hastalıklarından vereme, o dönemin diliyle ince hastalığa, yakalanan bu ikilinin son yıllarını ve yaşadıkları imkânsız aşkları ilmek ilmek izleyiciye işleyen film, tüm kayıp şairler anısına çekilmişti.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Yılmaz Erdoğan‘ın üstlendiği, başrollerde de yine Yılmaz Erdoğan’dan Behçet Necatigil ile Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat‘ın bulunduğu film, 1940 yılında yürürlüğe giren İş Mükellefiyeti Kanunu ile başlıyor ve İkinci Dünya Savaşı yıllarını kapsıyordu. Varlık Dergisi’nde şiirlerinin yayımlanması hayaliyle yaşayan, aralarındaki dostluk bağı ve birbirlerine destekleriyle izleyicinin kalbine giren şairlerin gönüllerindeki iki güçlü kadın ise filmin bir diğer odağıydı aslında. Belçim Bilgin ve Farah Zeynep Abdullah’ın canlandırdığı Suzan Özsoy ve Mediha Sessiz, şairlerin ilham kaynakları ve imkânsız aşklarının ana karakterleriydi.
Film, iki şairin hayatını anlatırken aynı zamanda toplumdaki sınıfsal ayrımı da eleştiriyor. Fakat yalnızca eleştirel detaylara değil ince ayrıntılara da dikkat ediyor ki özellikle ilk sahnelerde görülen Varlık Dergisi’ndeki Yel Değirmenleri şiirinin Behçet Necatigil değil, Behçet Necati imzalı olması bunun bir örneği.

“Gidiyorum bu şehirden,
Rutubet ve kasvetin,
Kömür ocaklarında muhabbetin,
Varlığın, yokluğun
Büyük savaşın kıyısında yaşadığım senelerin ardından,
Gidiyorum.
Önümde Rüştü ve Muzaffer’in yazdıkları..
Sana, onlardan kendine acıyan şikâyetnameler gibi yazılmış mektupların birinde
Belki bahsetmiş olmalıyım.
Veyahut ben de herkes gibi
Onları tümden unutmuş,
Düpedüz ayıp etmiş olmalıyım..”
Bir diğer ayrıntı ise filmin başında ve sonunda Behçet Necatigil tarafından seslendirilen iki şiir. Bu şiirler aslında anlam olarak iç içe ve hatta birbirinin devamıyken aynı zamanda bir mektup dili de barındırıyor. Behçet Necatigil’in iki şairi kurtaramayışının pişmanlığı ve onların unutulmasına göz yumuşunun vicdan azabıyla kim olduğu bilinmez birine, belki de izleyiciye yazılmış şiirler olarak yer buluyorlar.
Yeni Baştan – Melih Cevdet Anday

“Tam üç ay hasta yattım,
kendimi bilmeden
ve şehrin sokaklarını,
tavlada dübeş kapısını unuttum.
sevdiğim kızın yüzünü.
şimdi ne güzel, yeni baştan
yürümeye ve sevmeye başlamak!”
Rüştü’nün hastalığı nüksedince kısa süreliğine hastanede kaldığı bölümde, Behçet’in Garip Dergisi ile çıkageldiği sahnede okunan şiirlerden biridir Yeni Baştan. Şairler, şiirlerinin yayımlanması haberiyle öyle sevinirler ki Rüştü, hastalığını unutur adeta, tüm gücüyle şiiri okumaya çalışır. İlk üç dizeden sonra öksürükleri onu sustursa da şiirin hastalıkla ilgili olması ve Rüştü’nün film boyunca içinde olan o iyimserliği yansıtması bakımından daha ilk sahnelerden izleyiciye onun karakteri hakkında bilgi verdiği düşünülebilir.
Ölüler Konuşuyor – Muzaffer Tayyip Uslu

Dünyaya bir daha gelirsem
Aklı başında bir insan olacağım
Akşamları erken uyuyuyacağım
Ne işim var öyle meyhanelerde
Pazarları
Parklarda gezineceğim
Karımla.
Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir.
Muzaffer Tayyip Uslu’nun Ölüler Konuşuyor şiiri, filmde kendisi tarafından seslendiriliyor. Sokak satıcılarıyla konuştuğu sahnede şiir kitabını onlara satmak isteyen Muzaffer, onları etkilemek için bu şiiri okumayı seçiyor aslında. Satıcılar her ne kadar kitabı alacak kadar etkilenmeseler de ilk kıta onları da etkiliyor, adeta şiirde geçen “aklı başında bir insan olma” düşüncesini destekliyorlar. Fakat asıl etkileyici kısım Muzaffer’in ikinci kıtayı okurken denk geldiği bir çift göz oluyor: Suzan. O gözlere bakarak devam ediyor şiiri okumaya. O an bütün mesele o insanın ölmemesidir; o, sabahları uyansın, belki de onun, saçları rüzgarda dağılsın.
Yaşamak Alnımın Yazısı – Rüştü Onur

Kimden sual ettiysem hâlimi
Güldüler.
Anam bile şiir yazdığım için
Bakmadı yüzüme.
Yalnız bir öğle üstü sofrada
Ölüm mukaddermiş dedi
Halbuki yaşamak alnımın yazısı…
Rüştü Onur’un tarafından seslendirilen, annesine okuduğu şiirdir Yaşamak Alnımın Yazısı. Annesi, tıpkı Muzaffer’in ailesi gibi Rüştü’nün de bir şair olmasını desteklemiyordu, hatta çoğu zaman yazdığı şiirleri bile duymak istemiyordu. Bu sahnede annesi yine ondan bir şiir dinlemeyi reddederken Rüştü’nün “Ama senden bahsediyor.” demesiyle dayanamıyor, hasta oğluna kıyamıyor. Derin, anlamlı, üzerine çokça düşünme gerektiren bir şiir değil belki bu fakat Rüştü’nün hayatını birkaç dizeyle anlatması bakımından gerek onun yetenekli kalemini gerek de yaşamındaki karamsar sona karşı asıl yaşamanın kaderi olduğunu düşünerek iyimserlikten yana olduğunu hissettirerek hem annesini hem de izleyiciyi duygulandırıyor.
Bir Sevda Şiiri – Muzaffer Tayyip Uslu
Sen eski bir sevda şiirisin.
Bir koku var sende,
Sıcak yaz akşamlarına mahsus.
Ellerinde mi,
Saçlarında mı,
Gözlerinde mi
Bilmem
Bir koku var sende,
Sıcak yaz akşamlarına mahsus.
Muzaffer Tayyip Uslu’nun sesinden dinlenen Bir Sevda Şiiri, başlangıcı daha Rüştü ile Muzaffer’in Suzan’ı ilk gördükleri anda girdikleri iddiaya dayanır. İkisi de şiir yazacaktır ve sonunda Suzan, iki şiirden birini daha çok beğenecek, seçtiği şiirin sahibi iddiayı kazanacaktır. İşte Bir Sevda Şiiri, bu uğurda yazılmaya başlanan fakat zamanla Muzaffer’in duygularının da artmasıyla, onun da deyimiyle şiirden çok bir aşk mektubu olmuştur. Şiir, Muzaffer’in ne kadar saf duygularla Suzan’dan etkilendiğini hissettirirken aynı zamanda Suzan’ın ona yaz akşamlarını hatırlatmasının sebebi belki de o akşamların insanda uyandırdığı özgürlüğü Suzan’ın yanında tadabildiğindendir.
Öldükten Sonra – Muzaffer Tayyip Uslu
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan.
Öldükten Sonra, filmde Muzaffer için bir dönüm noktasını oluşturur çünkü dönemin vereme yakalanan hastalarının girmek için sıra olduğu Heybeliada Sanatoryumu‘na, bu şiiri başhekime okuması ile alınmıştır. Ancak şiirin barındırdığı anlama bakıldığında aslında Muzaffer’in hayatını anlattığı fark edilir, tıpkı Rüştü’nün Ölüler Konuşuyor şiiri gibi. Her dizesi ile bağdaşır bu şiir Muzaffer’le, gerek bir şair olması ve yalnızca şiir yazması, gerek filmdeki sahneler de dikkatli incelendiğinde birçok sahnede yürürken hep elleri cebinde gezmesi gerekse zor, parasız bir hayat yaşaması bakımından Muzaffer şiirinin her yerindedir. Şiirleri yazmak için kağıt bile zor bulan Muzaffer, hatıra defterini okuyan olursa onun da kendisine acıyacağını, kendisinin de bildiği bir farkındalık içinde yazmıştır bu şiiri.
Nedamet – Rüştü Onur
Tanrım açamadık içimizi
Artık buluşmamız mahşere kaldı.
Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.
Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı.
Nedamet; Rüştü’nün, hayatının aşkı Mediha‘yı kaybettiği sahneden sonra, yine Rüştü Onur tarafından seslendiriliyor. Birbirleri için yaratılmış iki insanın hastalıkları sebebiyle hiç gerçekten kavuşamamaları, aşklarının hep imkansız kalışını anlatıyor şiir. Ne kaçabiliyorlardı diledikleri gibi her şeyden ne de doğru düzgün içlerini açabiliyorlardı birbirlerine. Koskoca dünya bir onları buluşturamamıştı, buluşmaları artık mahşere kalmıştı.
Rüştü Onur, eşi Mediha’nın ölümünden on yedi gün sonra, 1942 yılında, yirmi iki yaşında vefat etmiştir. Muzaffer Tayyip Uslu ise 1946 yılında, yirmi altı yaşında hayata gözlerini yummuştur.
“Sana onları neden anlatmadım
Bilmiyorum
Belki herkes kendi telaşına düştü
Belki sen yoktun
Belki bu mektup hiç yazılmadı
Belki de bir kelebek
O kadar memnun ki rüyasından
Hiç uyanmak istemiyor uykusundan”
Kaynakça
- “Kelebeğin Rüyası”. beyazperde.com. Web. Erişim: 17.07.24
- Yazı içerisindeki görseller Pinterest sitesinden alınmıştır.