Türk sinemasının önemli isimlerinden biri olarak gösterilen Zeki Demirkubuz’un vicdani muhasebeler ile kahramanların yaşadıkları olaylar karşısında takındıkları tavırlar bakımından sinematik üslubunun ön planda olduğu Karanlık Üzerine Öyküler: Yazgı – İtiraf – Bekleme Odası üçlemesini keşfe çıktık.
Karanlık Üzerine Öyküler üçlemesi, günümüzde birçok filmden duygu geçişleri ve görsellik bakımından farklılıklar taşıyor. Yönetmen filmlerinde senaryo, kurgu ve görüntü yönetmenliği gibi birçok görevi tek başına üstlendiğinden ortaya oldukça minimal ve merak uyandırıcı işler çıkıyor denebilir. İzleyici bu filmlerde derinlemesine işlenen var olma konuları üzerine sade bir gösterimle düşsel doyum sağlama imkanı bulabiliyor.
Karanlık Hikayelerin Derinliği: Yazgı
İlk iki filmi Cannes Film Festivali’nde gösterilen üçlemenin 2001 yılında gösterime giren ilk filmi Yazgı‘da, Musa karakteri, içe dönük ve yaşanan olaylar ve kendisine sorulan sorular karşısında “Ne olursa olsun, ne denirse densin, benim için fark etmez” yaklaşımı içinde olduğundan çevresi tarafından tuhaf karşılanan bir karakterdir.
Film, Musa karakterinin annesi ile birlikte yaşadığı evde başlar. Filmin başında kahramanın annesi vefat eder. Musa, annesinin ölümünü önemsiz bir şeymiş gibi karşılar ve takındığı tavır ile karakterin geçmiş yaşantı ve travmalarının dışavurumu bakımından ilgi uyandırır. Diğer yandan Sinem ve Yavuz kahramanın iş arkadaşları, Nail de patronudur. Evli ve bir çocuk babası olan Nail’in Sinem’le ilişkisi vardır. Filmde Musa, Sinem’in isteği üzerine onunla evlenmeyi kabul eder. Filmin ilerleyen sahnelerinde Musa, patronunun eşini ve çocuğunu öldürmek suçlamasıyla idam cezasına çarptırılır. Bu örnekler üzerinden bakıldığında, filmlerin vizyona girdiği dönemdeki toplumsal değer yargılarına ilişkin yorum yapmak da mümkün görünmektedir. İnsanların ömürlerini iş, evlilik ve sınırlı bir sosyal hayat çevresinde çarçur ettikleri, kadınların bahsi geçen dönem iş hayatında olduklarında bile umutsuzca evlilik hayalleri ile dolu aciz varlıklar oldukları izlenimi bulunmaktadır.
Filmde patronu Nail’in itiraf mektubu üzerine serbest kalacağını öğrenen Musa’nın, bu durumu yine diğer olaylarla benzer şekilde tepkisizlikle karşılaması dikkat çekmektedir. Bu konuya diyaloglar aracılığıyla açıkça yer verilen filmde, Musa karakteri, kendisi için gönüllü olarak görev alan avukat ile olan diyaloglarında, “Annemi severdim ama öldüğü zaman nedense sevinç gibi bir şey duydum. Böyle şeyler insanın elinde değildir. Ama şuna inanın: Annem ölmeseydi kesinlikle daha iyi olurdu” ifadelerini kullanır. Gönüllü avukat, bu ifadelere, “Bütün sanıklar yaptıkları eylemlerden dolayı suçlanırlar. Ancak yaptıkları eylemlerin toplumsal ve ahlaki anlamları yüzünden cezalandırılırlar” şeklinde karşılık verir. Bu sözlerin ardından Musa, tam olarak anlamadığı konunun, annesinin ölümüne üzülmemesi mi, yoksa üç kişiyi öldürmekten yargılanması mı olduğunu sorar.
“İnsan ben suçluyum diyebilir ama suçsuzum diyemez” cümlesi de yine Musa’nın, iç hesaplaşmalarına ilişkin duygu ve düşüncelerini yansıttığı ve insani duygularını yadsıdığını gösteren ifadelerinden biri olarak ilgi çekicidir.
Filmde karakterin yeryüzünün bir yaratıcısının bulunduğuna inanmaması, bu konunun düşünmeye değer olmadığını ifade etmesi, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konular hakkında yorum getirmeyi tercih etmediği söylemesi gibi detaylar da, bir çeşit var olma savaşı verdiğine işaret ediyor denebilir.
Körü Körüne Bağlılık: İtiraf
İtiraf filminde, yönetmenin diğer iki filminde de olduğu gibi duygusal sorunlarının çözümlenmesi için debelenen karakterlerinden biri olan Harun’un, kendisini sorumlu hissettiği bir ölümü itiraf etmeye çalışırken yaşadığı iç hesaplaşma ve zorlayıcı toplumsal etkileşimi görürüz. Harun, Rus yazar Fyodor Dostoyevski’nin klasik romanı Suç ve Ceza eserindeki Rodion Romanoviç Raskolnikov karakterini hatırlatmaktadır.
Harun ve Nilgün yoğun duygu geçişlerinin olduğu ve çıkmaza girmiş evliliklerinin bitme aşamasında olduğu bir çifttir. Nilgün, kocası Harun’u aralarında geçmişte yaşadıkları sorunlar nedeniyle ilişkilerinden aforoz etmeyi seçmiştir. Harun yakın arkadaşı Taylan’ın intiharı ile sarsılmıştır. Kahraman, Taylan’ın eşi Nilgün ile ilişkileri nedeniyle intihar ettiğini düşünmektedir. Filmde Harun iyileşmek için duygusal bir çaba gösterse de yaşadığı olayların onu günden güne daha güçsüz kılmakta olduğu görülmektedir.
Kahramanın Taylan’ın ailesi ile yüzleşmeyi göze almasının ardından yaşadıkları, metaforik bir anlatımla aktarılmıştır. Harun’un, bu yüzleşmenin ardından evine geldiğinde, lavaboda kan temizlediği sahne ile izleyiciye kahramanın iç hesaplaşmasına dair bir yargı oluşturma imkanı verilmiştir.
Engellerin Yaşamdaki Rolü: Bekleme Odası
Zeki Demirkubuz’un Ahmet karakterini canladırdığı ve Rus Yazar Dostoyevski’ye ithaf ettiği Bekleme Odası filmi de karakterin karısı Serap’tan ayrılması ile başlar. Serap, filmin ilk sahnelerinde aldatıldığını acı bir şekilde öğrenir ancak Ahmet, kadının gözyaşları karşısında oralı bile olmaz. Filmde taşradan gelip film piyasasına girmeye heves eden Elif ve filmde oynama hayalleri kuran Sanem, karısı ile ilişkisi sona eren yönetmen Ahmet ile ilişki yaşayan kadınlardandır. Yönetmenlik ile geçimini sağlayan kahraman Ahmet, yeni filminde rol alacak Raskolnikov karakteri için evine giren hırsızı gözüne kestirir. Ancak Ferit karakterinin hapse girmesi işleri zora sokan faktörlerden biri olur. Yönetmen, filmin senaryosunu yazmaya, karşısına çıkan duygusal ve fiziksel engeller nedeniyle bir türlü başlayamamaktadır.
Özetle bu üç filmde de yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi, kahramanların hayatları üzerinden insan psikolojisindeki arazlara dair azımsanmayacak bir iç gözlem malzemesi ve mevcut toplumsal yargılara ilişkin birçok detayın gizlendiğini ifade edebiliriz.