Edebiyatımızda direnişin, aşkın, özgürlüğün, tutsaklığın, vuslatın, Anadolu’nun can bulduğu o dizelere ruh üfleyendir Ahmed Arif. Öyledir ki şiirlerinde acıyı bireyin yüreğindeki bir sızı olarak değil, halkın tenine kazınmış bir yara olarak ele alır. Her şeyden önce Anadolu’dur Ahmed Arif. Onun şiirlerinde boy gösteren direnişin yolunu aşk aydınlatır. Aşk da bir direniştir çünkü.

Onun dizeleri Anadolu’nun topraklarıyla harmanlanır, tek pencereli bir hapishane hücresinin ışık süzmesinde can bulur. Ahmed Arif‘in şiirleri boyun eğmeyenlerin sesi, susturulmuş bir coğrafyanın çığlığıdır.
Onun kalemine tesir eden en önemli şey elbette ki hayatıdır. Çocukluğunu Anadolu’nun zor koşullarında geçirmiş; yoksullukla, toplumsal eşitsizlikle küçük yaşta tanışmış. Tanıklık ettiği gerçeklik onun politik görüşlerini belirlemesindeki en büyük etken olmuş. Ankara’da felsefe eğitimi görürken görüşleri ve duruşu nedeniyle çeşitli baskılarla karşılaşmış ve tutuklanmıştır. Bu tutukluluk dönemi onun hem kişisel hem de edebi kimliğinde büyük bir kırılma noktası olmuş.
Hepimiz severiz bence izleri, iz taşıyan şiirleri. Bazen kendimizden bir parça buluruz dizelerde, içimize dokunur, bazen yarayı kanatır, bazen bizden bir parça bulamayız ama yine de içimize dokunur. Bazen bir dize bize bir anlam yükler bazen de biz bir dizeye anlam yükleriz. Bakalım bu sefer nasıl bir anlam yükleyeceğiz.
Alıp Götüren Hasret

“Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasret.
Akşam erken iner mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Biden ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe…”
Arif, şiire tutsaklığın getirdiği karanlıkla başlıyor. Karanlık önce ortama sonra da Arif’in içine çöker. Ne ortama çöken karanlığı güçlü bir ışık aydınlatabilir ne de içine çöken karanlığı cesur olması söküp atabilir. Karanlık öyle bastırır ki yürekteki hasretten başka hiçbir şey fark edilmez olur. Hasret, sonunda kimsenin kazanamayacağı bir savaşa dönüşür. Şiirin girişini okurken ilk hissettiğim duygu çaresizlik oldu, kabullenilmiş bir çaresizlik.
Mahpushanede akşam olduktan sonra hücre kapılarına vurulan demirler onu artık herkesten izole eder. Karanlıktan, yalnızlıktan, hasretten başka ortağı yoktur. Çiçeklerin birini üç dal birini üç kök olarak anlatır çünkü geceleri biri açılır, biri kapanır. Onun için herhangi bir geceyi anlatıyor bize. Öyle geceler ki hani kurşun sıksan geçmez geceden.
Olmayacak Şeyler

“Aynı korkunç sevdadır.
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı…
“Kürdün Gelini”ni söyler maltada biri,
Bense volta’dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu…
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların…”
İlk kısımda Arif‘in ruhsal dünyasına daha çok iniyoruz. Hapishane yaşantısı içerisinde onun düşüncelerini görüyoruz. Karanlığın, yalnızlığın yuva yaptığı bir ortamda çocuksu şeyler düşlediğinden bahsediyor. Karanlığın içindeki aydınlık, umutsuzluğun içindeki umut gibi.
İkinci kısım ise dönemin hapishanelerine geniş bir bakış aslında. Hapishanedeki kavgaların adaletsizliğinden dem vuruyor. Kavgaların adaletsizliğinden ve jandarmalar tarafından güç ile bastırılmasından bahsediyor. Bol tezatlı bir anlatımla hapishanenin zor koşullarını şiirleştiriyor. Hüzünle, sitemle süslediği dizeleri de yüreğimize ekiyor.
Seviyorum Seni, Çıldırasıya

“Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, “sen de mi?” diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya…”
Son dizelere geldiğimizde şiirin asıl çerçevesi ortaya çıkıyor. Dışarıda taze, yeni bir bahar var ama Arif içeride, sigara da onun hüzün dolu düşüncelerinden kaçma yöntemi. Şiir, özlem hissiyle dolu. Bu özlem sadece sevgiliye duyulan özlem değil; özgürlüğe, gençliğe, adalete duyulan özlemdir. Yaşadığı özlem onu yakıp kül ediyor, o da sigarayı. Tabii okurken şiir de bizi yakıp kül ediyor. Ben şiiri ilk kez okurken sanki Arif bir mektup yazıp durumunu anlatıyormuş da dayanamayıp yine karşısındakine onu ne kadar sevdiğinden bahsetmeye başlamış gibi hissetmiştim.
“Akşam Erken İner Mahpushaneye”, Arif’in tutukluluk yıllarında yaşadığı yalnızlık, özlem ve içsel çatışmanın derin bir ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Anlatmak istediklerini tecrübelerinden yola çıkarak dolandırmadan anlatıyor. Öylesine gerçekçi işliyor ki dizeleri hissettiklerini hissetmememize engel tanımıyor. Tutsaklığın baştan sona sarıp sarmaladığı bu şiirini aşkla bitiriyor. Söylemiştik: aşk da bir direniştir.
Şiirin seslendirmesini buradan dinleyebilirsiniz:
Kaynakça:
şiirce. “Akşam Erken İner Mahpushaneye”. Web. 19.01.2025
şiirce. “Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden”. Web. 19.01.2025