Karamazov Kardeşler Romanında İnanç Sorgusu: Kader ve Şüphenin Çatışması

Editör:
Sinem Aykın

Karamazov Kardeşler, Fyodor M. Dostoyevski‘nin tamamladığı son eseri olarak; aynı zamanda pek çok eleştirmen tarafından belki de yazılan en iyi roman olarak bilinir. Romanın günümüzde hâlâ popülerliğini korumasında Dostoyevski’nin kaleminin ustalığı bir yana, Karamazov Kardeşler‘in kurgusuna boyut atlatan felsefi tartışmalar önem taşıyor. Bu yazıda bir “baba cinayeti” olarak özetlenen romandaki inanç sorgulamalarını, varoluşsal sancıları derinlemesine inceliyoruz.

Dostoyevski Eserlerinde Varoluş Arayışı

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski | quillettecom

Fyodor Dostoyevski‘nin içinde bulunduğumuz yüzyılda dahi en iyi roman yazarı olarak akıllara kazınmasında şüphesiz bize yazdıklarını yaşatması ve gerçekliği bilincimize dokumasının etkisi büyük. Tüm bu gerçekçi dokunuşun yanında Dostoyevski eserlerini okurken hissettiğimiz tarifsiz etki, hayata bakışımızdaki vizyonu değiştiren asıl etken onun ele aldığı kurguyu felsefi temalar üzerine kurmasıdır. Budala, Suç ve Ceza, Yeraltından Notlar, Beyaz Geceler, Karamazov Kardeşler ve daha nicesi… Hepsi bizi zaman zaman okuduğumuz satırlar arasında sorgulamaya hatta bu cevap arayışında acı çekmeye iter.

Dostoyevski‘nin eserlerinde ele aldığı felsefi temalarda sık sık varoluş düşüncesi ile karşılaşırız, yazar bize kahramanların yaşadığı varoluşsal sancıları en çok bilinç akışı ve monolog teknikleri ile sunar. Örneğin Suç ve Ceza romanında Raskolnikov diyalektik bir  farkındalık ile kendini, varoluşunu, bu hayattaki yerini ve işlediği suçun gerçekliğini sorgular. Okuyucu farkında olmadan Raskolnikov’un suçlu, yani “kötü” olmadığına ikna olur, etik felsefesinin kafesine hapsolur.

Fyodor Dostoyevski benzer teknikleri Karamazov Kardeşler romanında kullanır, fakat bu kez diğer romanlarından farklı olarak felsefi temayı doğrudan kahramanlar arasındaki sorgulamalar ve duruşmalar ile dinç tutar. Kardeşler arasındaki duygusal, karakteristik ve fikri farklılıkları akıllıca kullanarak bizleri bu sorgulamada saf değiştirmeye zorlar. Bu zıtlığı, aynı zamanda fikir çeşitliliğini, İvan ve Alyoşa karakterleri üzerinden bizlere aktarır. Yazar, bu iki karakter ile entelektüel zeka ile dini öğreti arasındaki varoluş sorgulamasını edebi bir şekilde işler.

Dostoyevski, Tanrı’ya inansa da hayatı boyunca İvan‘a benzer sorgulayıcı bir tutum sergiler fakat ömrünün son dönemlerinde hissettiği yoğun maneviyat ile inanca dönerek Alyoşa‘ya yakın bir eğilim gösterir. Natalya Fonvizin‘e yazdığı bir mektupta şunlar yer alır: “Eğer biri bana Mesih’in hakikatin dışında olduğunu ispatlasaydı ve hakikat gerçekten de Mesih’in dışında olsaydı, o zaman hakikatle birlikte olmaktansa Mesih’le birlikte olmayı seçerdim,” cümlesi insanın inanca duyduğu ihtiyacın kendi maneviyatını beslemesi ve boşlukta sürüklenmemesi bakımından önemli olduğunu açıkça belirtir. Gerçekliği ispatlamaktan çok kendini bir yolda konumlandırmak insanlık için çok daha rahatlık vericidir.

Karakterler Altında Yatan Fikirler

Smerdyakov, İvan ve Aleksey karakterlerinin tasviri | letraslibres.com

Romana adını veren Karamazov kardeşler, hepsi birbirinden oldukça farklı ve ayrı olsa da babaları Fyodor Pavloviç ekseninde bir araya gelir. Fyodor Pavloviç, Karamazov adının şehvet düşkünlüğü ile anılmasının nedeni sayılabilir. Şehvetin peşinden giden, parayı önemseyen, hayatın derinliklerine fazla inmeyen bir karakterdir o. Baba kimliği roman boyunca yalnızca evlatlarının birbiriyle ilişkisini konumlandırmak için var olmuş gibi babalarına karşı duygusal bir bağ kurmak isteyen çocukları olsa da alkol düşkünlüğü buna sık sık engel olur. Pavloviç’in zengin bir toprak sahibiyle yaptığı ilk evliliğinden Dimitri (Mitya) dünyaya gelir; Pavloviç kadının mal varlığına el koyup ona kötü davranması nedeniyle eşini yitirir ve Dimitri annesiz büyür. Bakıcılarla çocukluğunu geçirmiş olan Dimitri okul hayatında başarıyı bulamaz, yurtlarda büyüdükten sonra tıpkı babası gibi şehvet düşkünlüğü peşini bırakmaz. Dimitri, kardeşleri arasında babasına en çok benzeyendir, belki de bu yüzden aynı kumaştan dokundukları için araları bir türlü iyileşmez. Aynı kadını arzulamaları ve Fyodor Pavloviç’in zenginliği Dimitri Karamazov’u çileden çıkarmaktadır.

Ortanca kardeş İvan, eğitimli ve kendini iyi yetiştirmiş bir karakter olarak karşımıza çıkar. Gazetelerde köşe yazısı yazan İvan sorgulayan, merak eden bir yapıya sahiptir ki aklı her daim önde tutar. Onun akılcı ve sorgulayan karakteri dönemde kilise hakkında yazdığı yazılar ile küçük bir ün getirir kendisine, Hristiyanlık inancına karşı yaptığı sorgulamalar bizi romanın felsefi eksenine çeker ve fikir dünyası küçük kardeşi Aleksey (Alyoşa) ile epey farklıdır. Aleksey ve İvan aynı anneden olup Dimitri ile üvey kardeşlerdir; aralarındaki kan bağı kimseye açık etmese de İvan’ın Aleksey’e karşı bir yakınlık beslemesine önayak olur. Aleksey eğitim hayatında fazla başarılı olamasa da kendini iyi yetiştirir, Staretz adlı dinsel bir harekete dahil olur. Sık sık manastırda kalıp burada Staretz Zosima‘dan eğitimler alır, içinde bulunduğu sofu grubuna rağmen Aleksey sorgulamaktan kaçınmaz ve abisi İvan ile sık sık inanç üzerine sohbet eder. İnancı içinde yatan sezgileriyle besleyen Aleksey, adeta örnek bir Hristiyan profili çizmektedir.

Smerdyakov ise Karamazovlar arasında farklı bir yere sahiptir, çünkü o şehirde pek çok kimsenin tanıdığı akıl hastası bir kadın olan Lizaveta’nın oğludur. Romanda tam olarak kesinliğe kavuşturulmasa da Fyodor Pavloviç‘in Lizaveta ile ilişkisinden doğduğu düşünülen Smerdyakov, gayrimeşru bir evlattır. Pavloviç gibi sara hastası olan Smerdyakov, babası Bay Karamazov‘un evinde aşçı ve uşak olarak çalışmaktadır. Aynı evde çalışsa da ev sahibi ona karşı şefkat göstermez, evin uşakları tarafından büyütülür. Sessiz, zaman zaman Pavloviç’e karşı beklenti ile hayranlık gösteren Smerdyakov işin aslında Bay Pavloviç’e içten bir nefret besler. Sık sık İvan ile sohbet etmeye çalışır, onun fikir dünyasından oldukça etkilenir. Entelektüel bir nihiliste oranla Smerdyakov hayatın acılarını yaşamış, bu acılar içinde herhangi bir anlam bulamamış bir karakterdir. Unutulmaması gerekir ki, içten pazarlıklı yapısı ve kaybedeceği bir şeyi olmadığına inanması başta fark edilmese de onu etkili bir kişiliğe büründürür.

Karamazov Kardeşler romanını etkili kılan en önemli unsurlardan biri karakterlerin yaşamının, kişiliklerinin ve kararlarının hayattaki konumları ve duruşları üzerindeki rolüdür. Romana babasını öldüren bir evladın çevresinde gelişen olaylar birliği olarak bakmak bana kalırsa epey eksik bir bakış açısıdır çünkü işlenen cinayet karakterlerin iç dünyasının dorukta yansıtıldığı bir detaydır yalnızca. Cinayet sonrasında Karamazovlar’ın verdikleri ifadeler, düşünceler ve gösterdikleri inançlar romanı dünyanın en iyi romanı haline getiren cevherlerdir. İşte tam da bu yüzden romandaki inanç sorgusu hakkında yazmadan önce, karakterleri anlamaya çalışmak bana göre çok mühim görünmektedir.

Eukleides Zihniyeti ve Kutsal Uyum

The Vision to the Youth Bartholomew Mikhail Nesterov | wikiartorg

“Yo, istemem ben ölümsüz uyumu, insanları sevdiğim için istemem.”
(Karamazov Kardeşler, s. 326)

İvan, romanın bir bölümünde kardeşi Alyoşa ile sohbet etmektedir ve konu çocuklardan açılır. İçten bağılık ve yakınlara duyulan sevgiye anlam veremediğini itiraf eden İvan, tüm sıcak duyguları çocuklara karşı duyduğunu söyler. Mevzu çocuklara gelince İvan, onların ne kadar masum ve temiz oldukları üzerinde durarak çocuklara karşı yapılan her türlü art niyetli işin, katliamın ve verilen acının gerçek kötülük olduğunu dikte eder. Bu önermeyi kardeşi Alyoşa’ya da kolaylıkla onaylatır, ardından evrendeki düzen hakkındaki düşüncelerini ortaya döker. Etkisinde olduğu zihniyeti basitçe şöyle açıklar İvan:

Benim zavallı, ölümlü, Eukleides kafam.“

İvan‘ın sahip olduğu zihniyeti daha iyi anlamak kendisini özetlediği Eukleides’i tanımaktan geçer. Eukleides, kendisine ait “doğrulara sadece inanmak istemiyorum, onları kanıtlamak ve bilmek istiyorum,” sözüyle açıklanabilir. İvan’ın gerçekliğe inancı onu kanıtlamaktan geçer, bilme isteğini de sık sık kardeşiyle tatmin etmeye çalışır.

İvan, Eukleides kafası ile bildiklerini anlatır: Dünyada yalnızca ızdırap vardır, suçlular değil. Her şey birbirine zincirin halkaları misali bağlıdır ve tüm olanlar basit bir sadelikle en sonunda dengeye varmak adına geçip gider. Fakat tüm bu bilinenler İvan’ın hayatını üzerine kurmasına yetmez, onun gördüğü gerçeklik Eukleides sahasının dışında rahatsız edicidir. İvan, edenin karşılığını bulması peşindedir çünkü hayatın ızdırabı insanı olaylar zincirinin halkalarının nizamından çok, hakkın peşine düşürür.

İvan‘a göre Hristiyanlıkla beraber çoğu teist inançta ortak sayılan evrenin kutsal uyumunu yakalamak için insanların acı çekmesi olağandır, İvan bunu kabul etmekle beraber kutsal uyumu reddetmek adına oldukça basit bir argüman öne sürer: çocuklar. Yeryüzünde ve ahirette kutsal bir ahenk satın almak için çocukların acı çekmeye gerek duymaması gerektiğini savunur İvan. Ayrıca insanoğlu denen varlığın çektiği onca acı, hak etmediği yaşantılar karşısında büyüklük göstererek affetmeyi seçmesi; kendi celladına sarılabilmesi bir erdem değil olağanüstülüktür. Çünkü insan, en yalın haliyle haksızlığın ve acının karşılığını görebilmek ister.

Kişinin yaptıklarının karşılığını bulması inanç cephesinde ahirette mutlaka gerçekleşecek bir kural olarak görülür. Kısacası İvan’ın bahsettiği denklem elbette gerçekleşecektir, Tanrı’nın adaleti ile karşılaşacaktır her faaliyet fakat İvan ve Eukleides zihniyeti bu adaleti her bakımdan eşit olarak deneyimleme niyetindedir. Dünyevi hayatta acılarla boğuşan insan, köpeklere yem edilen masum bir çocuk adaleti ölümden sonraki hayatında değil; yeryüzünde görmelidir. Bu açık ve basit bir denklemdir, elinden alınan hayatın yerini ilahi adelet dolduramaz. Ya eksiktir ya da fazla. İvan dünyadaki bütün dinlerin temelinin bireyin adaleti görme ihtiyacı olduğunu söyler, ve ekler, herkesin bu bağlamda yeteri kadar imanı vardır.

Çocukların ıstırabı büyük gerçeğin satın alınması ile denk değildir, öteki dünyadaki canavarlar dolu cezalar bu gerçekliğe hizmet etmez; hiçbir çocuğun acısını ortadan kaldırmaz. İşte tam da bu nedenle bağışlamak mümkün değildir. İvan‘a göre, insan gerçek affı beceremez ve becermemelidir de. Dünya üzerinde hiç kimsenin bağışlaması mümkün değilken ne kutsal ahenk kalır ne de erdem. Alyoşa‘nın tüm bu argümanlara, heyecana kapılan abisine tek bir cevabı vardır:

Tüm kötülükleri bağışlama hakkına sahip biri vardır, elbette O, İsa Mesih’tir.”

Büyük Engizisyoncu

Karamazov Kardeşler İllüstrasyonu Alla Dreyvitser | The Washington Post

İvan Karamazov, kardeşi Alyoşa‘nın verdiği cevap üzerine kendi yazdığı Büyük Engizisyoncu adlı mensur şiiri anlatmaya koyulur. Bu şiirde, İsa Mesih on altıncı yüzyılda yeniden yeryüzüne, Sevilla topraklarına iner. Bu dönem İspanya için engizisyon çağıdır ve kilise elinde büyük bir otorite bulundurur. İsa’nın yeryüzüne indiği günün sonrası Kardinal, yani bu anlatıya da ismini veren Büyük Engizisyoncu, İsa Mesih’i hücreye hapseder ve onunla konuşmaya başlar. Bu konuşmanın ana konusu kutsal metinlerde de geçen Şeytan’ın çöldeki üç sınamasıdır.

Bizi bulunca, “Doyurun bizi” diye yalvaracaklar.
“Bize gökten ateş indirmeyi vaat edenler sözlerini tutmadılar.”
(s. 337)

Şeytan ilk olarak İsa’dan taşları ekmeğe çevirmesini ister, bu istek insanın fiziksel ihtiyaçlarının önemine vurgu yapmaktadır. İsa Mesih, Şeytan‘ın ilk isteğini “Yalnız ekmekle yaşanmaz,” sözü ile geri çevirir çünkü insan onun inancına göre Tanrı’nın ağzından çıkacak her söz ile yaşar. Büyük Engizisyoncu İsa’nın bu cevabının insanları yüzyıllarca uğruna savaşacak, kavga çıkaracak bir nedene vesile olduğunu savunur, insan fiziksel ihtiyaçlarını karşılamadan bir hiçtir çünkü. Yüzyıllar geçse de insanlık öğretilerin kutsallığına varmaktansa açlıkla, sefaletle boğuşacak; bu durumdayken erdem akıllara gelmeyecektir. İşte tam da bu nedenle Büyük Engizisyoncu, insanlara Tanrı tarafından bahşedilen özgürlüğün insanın fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumda hiçbir faydasının olmadığını savunur. Çünkü aç kalan insanlar doymak için köle olmaya razı olacaklardır, böylelikle insana verilen özgürlük ile dünya nimetlerini kullanma hakkı asla bir araya gelemeyecektir. Ayrıca Büyük Engizisyoncu, dünya nimetlerinden vazgeçip Hak yolunu takip eden on binlerce insanlara vaat edilen nimetler ile dünyada açlık çeken milyonların alamayacağı mükafatı dikte eder, güçlü olan on binlerin değeri varken arda kalan kum tanesi misali milyonların hiç mi değeri yoktur onun yolunda?

“Ama insanın mucizeyi inkar eder etmez peşinden Tanrıyı da inkar etmeye kalkacağını bilemedin; oysa bu böyledir; çünkü insan Tanrıdan çok mucize arar.”
(s. 341)

Şeytan’ın İsa Mesih‘ten ikinci isteği kendisini tapınağın tepesinden atıp onu koruyan melekler ile insanlığa bir mucize göstermesidir. Bu sınama mucize göstererek inandırma örneğidir ve öğretileri anlamayıp onlara inanmayan çoğunluğun kendisine iman etmesi için basit bir yol olarak görünmektedir. O, Şeytan’ın ikinci isteğini de reddeder çünkü insanların kalpleri ile iman etmelerinin daha etkili olduğunu düşünmektedir. Büyük Engizisyoncu ona yaptığı sorguda mucizelerin insan denen basit varlıklar için inanç kaynağı olacağını, hakikat olduğunu bildiği halde mucize yaratmayarak insanları özgürlükleri ile azaba uğrattığını söyler. Kalpten inanmak tanrının kullarından isteği olsa da insanoğlu inancını mucizeler ile kesinleştirir. Ona göre insanın özgürlüğü, iyiyi ve kötüyü seçmesi gerçek bir nimet değildir; çünkü insanlar rahatı, kesinliği ve hatta ölümü sonunu bilmedikleri bir yolculuğa tercih ederler.

“Tam sekiz yüzyıl önce Sana dünyanın bütün krallıklarını göstermiş, bağışlamak istemişti; bu nimeti nefretle teptin. Biz aldık onları. Roma ile Sezar kılıcını onun elinden kabul edince kendimizi yeryüzünün tek hakanı ilan ettik.”
(syf 343)

Son olarak Şeytan der ki, “Eğer yere kapanıp bana taparsan, bütün dünyanın zenginliğini ve gücünü sana veririm,” Bu sınama güç ve otorite üzerinden yapılmıştır, İsa Mesih ise yalnızca Tanrı’ya kulluk edeceğini söyleyerek Şeytan’ın sınamasını tanrı inancı ile reddeder. Büyük Engizisyoncu ise insanların zayıf varlıklar olduğunu tekrarlayarak üzerlerinde bulunacak bir otoritenin onları düzen ve iyilik içinde tutacağını savunur. Büyük Engizisyoncu kilisenin bu üç isteği de kabul ederek tüm insanlığı kurtardığını söyler, çünkü insanlar zayıf varlıklardır ve ellerindeki özgürlük onları korkutup dehşete düşürmeye yeter.

İnancın ve Tanrı’nın kanadında olan İsa Mesih; gerçek imanın insanın göğsünde, duygularında yeşerdiğini savunmakla beraber bu imanın en büyük örneği olarak kendini gösterir. Büyük Engizisyoncu‘nun kendisine söyledikleri ardından İsa Mesih, Büyük Engizisyoncu‘ya sevgi ve bağışlayıcılık dolu bir öpücük bırakır. İsa’nın öpücüğü karşısında sarsılan Engizisyoncu, İsa’yı hücresinden salarak bir daha geri dönmemesini söyler.

İvan‘ın Alyoşa‘ya anlattığı bu hikaye, kendi fikir dünyasını ve inanç hakkındaki derin sorgulamalarını gözler önüne serer. İvan tüm bu argümanlarına karşılık vermesi için kardeşi Alyoşa’ya söz hakkı verir; Alyoşa’nın verdiği karşılık net, basit ve akıllıcadır: abisi İvan’a sevgi dolu bir öpücük. Alyoşa bu cevap ile hem İsa Mesih’in, hem de Zosima’nın öğretilerini hayata geçirir. Çünkü gerçek sevgi, affedicilik ve şefkat, yalnız inançla kalmayıp kötü bilinen her şeyi değiştirebilir. Tıpkı her şeye rağmen romanın sonunda Karamazov adının büyük sevgiyle çocukların ağzından haykırılması gibi.


Kaynakça:

  • Auweele, Dennis Vanden, Existential struggles in Dostoevsky’s the Brothers Karamazov, Springer Science+Business Media Dordrecht, 16 Mart 2016, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2025
  • Namli, Elena. The Brothers Karamazov and the theology of suffering, Studies in East European Thought, 17 Ocak 2022, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2025
  • Dostoveyski, Fyodor Mihayloviç. Karamazov Kardeşler. İş Bankası Yayınları, 2022

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Oidipus Sendromu ile Psikoseksüel Bir Yolculuk: Kader mi Arzu mu?

Oidipus sendromu, yasak arzular ile kimlik oluşumu arasındaki ilişkiyi Freud’dan Lacan’a uzanan bilinçdışı bir yolculukla açıklar.

Single White Female(1992) Film İncelemesi: Kadın Kimliği ve Psikolojik Gerilim

Schroeder'in filmi; kadın kimliğinin inşası, ideal benlik, aitlik kavramı, bastırılmış duygulaların saldırganlığı ve en sonunda gölgeyle yüzleşme gibi temalar üzerinden ilerleyen çarpıcı bir psikolojik portre sunar.

İstanbul Mimarisi: Frej Apartmanı

Art Nouveau mimarisi, zengin tarihi ve trajik hikayesiyle Pera’nın çok kültürlü dokusunu yansıtan ve yaşatan Frej Apartmanı’nı keşfe çıkıyoruz.

Kültürlerden Esintiler: Peru’nun Dokuma Mirası

And Dağları’nın etekleri Peru’da sürdürülen dokumacılık geleneği ve yıllar içinde gelişimi.

Wings of Desire: Tarihin Nabzının Attığı Yer Berlin

Wings of Desire filminde Berlin, sahnelerin yaşandığı bir ortam olmaktan ziyade hareket eden, neredeyse ekranlardan izleyiciye fısıldayan bir baş karakterdir.

Kültürlerden Esintiler: Hindistan’dan Sari Kültürü

Sari, geçmişten günümüze Hint kadınların kimliğini, zevkini ve zarafetini tek bir kumaşta buluşturan kültürün canlı bir temsilidir.

Sosyal Medyada Cinsiyetçi Stereotiplerin Yayılması: Paylaştıkça Büyüyen Kalıplar

Sosyal medya, cinsiyetçi kalıpları yaygınlaştırıyor; kullanıcılar bu normları sorgulamak yerine yeniden üretiyor.

Bitki Yetiştirmek, Mekânı Canlandırmaktan Fazlası mıdır?

Bitki yetiştirmek; estetik bir eylemden öte, politik, etik ve varoluşsal anlamlar taşıyabilir.

Ostrogot Krallığı: Roma Kartalı’nın Küllerinden Doğan İtalya

Hunların gölgesinden çıkarak Roma tahtına oturdular… Ostrogotların yükseliş ve düşüş hikayesini birlikte keşfedelim.

The Notebook Hangi Albümle Eşleşir?

Romantik filmlerin kilometre taşlarından The Notebook ve Jeff Buckley'den Grace albümünü ortak noktada buluşturuyoruz.

Editor Picks