Selcen Ergun‘un ilk uzun metrajlı filmini 33. Ankara Film Festivali kapsamında izledik. Film, dünya prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali‘nde yaptı. Filmin senaryosunu Selcen Ergun ve Yeşim Aslan birlikte yazdılar. Filmin başrollerinde Merve Dizdar ve Saygın Soysal yer alıyor. Onlara eşlik eden isimlerse şöyle; Asiye Dinçsoy, Erkan Bektaş, Muttalip Müjdeci, Derya Pınar Ak, Onur Gürçay. Film Türkiye- Almanya- Sırbistan ortak yapımı olarak öne çıkıyor.
Film karların ele geçirdiği doğaya insansız gözlerle baktığımız bir sekansla açılış yapıyor. Bir arabanın varlığının eşlik ettiği görüntüler içimizi soğutmaya yetiyor. İlerleyen araçta bir kadının yalnız seyahat ettiğini görüyoruz. Bir süre sonra arabanın üstüne küçük bir çığ düşüyor. Ağaç dalının camı kırması dışında bir sorun olmadığını sonraki sahnede aracın rahatlıkla yoluna devam ettiğini gördüğümüzde anlıyoruz, ancak bu görüntüler daha filmin başında Aslı karakterini zorlu bir mücadelenin beklediğini anlamamızı da sağlıyor.
Aslı (Merve Dizdar) gideceği yere bir türlü varamıyor. Yolda, gideceği kasabada yaşayan Samet‘e (Saygın Soysal) rastlıyor. Birlikte kasabaya gidiyorlar. Aslı’nın kasabaya yeni gelen hemşire olduğunu anlıyoruz. Kasabadaki insanlar Aslı’yı en iyi şekilde karşılıyor. Ona kalacakları yeri ve çalışacağı sağlık ocağını gösteriyorlar. Sağlık ocağının doktoru bir hastaya bakmak için gittiği yerde, kar yolları kapattığı için mahsur kaldığı için, Aslı daha ilk günden sorumlu tek kişi olarak kalıyor. Her gün hastalık bahanesiyle gelen yaşlı adamın anlattıkları, kasabanın yaşam alanı olarak ne kadar zor bir yer olduğunu anlamamızı sağlıyor.
Kar…
Karlı havanın, mekandan ziyade filmlere yön veren unsur olması fikri, Anadolu coğrafyasında en doğal karşılanacak durumlardan biri diyebiliriz. Başrolün kara teslim edildiği filmleri izlerken, mevsim bahar olsa da seyirci bir miktar üşür. Bizim coğrafyamızın bir tarafı deniz bir tarafı kara, bir tarafı yeşil bir tarafı mavi, bir tarafı güneş bir tarafı ayaz… Bizim coğrafyamızda bazı topraklar uzun zaman boyunca kara teslimdir. Gidip görmediğimiz, yaşamadığımız yerleri bizlere tanıtan filmlerin varlığına teşekkür etmek gerekir belki de. Bu filmin çekimlerinin zor şartlarda yapıldığını, izlerken bile rahatlıkla anlayabiliyoruz. Sadece bu zor şartlara kendilerini teslim edip, bu filmi bizlere sundukları için bile film ekibinin hakkı teslim edilmeli. Görüntü yönetiminin kusursuz işlediği filmin kurgusu da başarılıydı diyebiliriz.
Yeni gelen hemşireyi ziyaretleri sayesinde kasabada yaşayan insanları da tanımaya başlıyoruz. Cemile karakteri, kasabın hamile karısı olarak hikayedeki yerini alıyor. Cemile’nin, doktorun verdiği ilaçlar sayesinde zorlu bir hamilelik geçirdiğini ve neredeyse hiç ayağa kalkmadan doğumu beklemesi gerekirken, her gün kasap dükkanında, ayakta çalışmak zorunda bırakılması zorbalığıyla yüzleşiyoruz. Aslı, kasaptan et alırken Cemile’ye durumunu tekrar hatırlatıyor, ancak bu durum Cemile’nin kocası Hasan‘ın hoşuna gitmiyor. Hasan, Aslı’yı alkollü olduğu bir akşam tek başınayken yakalıyor ve işine karışmaması için uyarmak istiyor. Bu sahnede Aslı daha en başından Hasan’a çok ters davranıyor. Zaten alkollü olan Hasan, ona insan gibi muamele etmediği için Aslı’ya sinirleniyor. Aslı da onu itiyor. Sonrasında Hasan kayboluyor.
Bu sahnede görüntüler tam anlamıyla netlik kazanmıyor. Hasan’ın nereye gittiğini tam olarak anlayamıyoruz. Ertesi gün itibariyle Hasan ortaya çıkmayınca aramalar başlıyor. Hasan’ı bulamadıkları her gün öldüğünden biraz daha emin oluyorlar. Hasan’ın ölümünden dolayı Semih’i suçlayanlar oluyor; çünkü Hasan ve Semih arasında çözülemeyen bir husumet söz konusu.
…ve Ayı
Bölge ormanlık alana çok yakın olduğu için ve kış zamanında bitmediğinden doğanın dengesinin şaşırmış olduğuna inanıyorlar. Ormandan kasabaya inmesinden korkulan ayı fikri, kasaba halkını bazı önlemler almaya itiyor. Geceleri ateş yakıp aynın gelmemesi için nöbet tutuyorlar. Ayı fikri kasabalıları çok korkutuyor, Semih hariç. Semih, ayıların onlara durup dururken zarar vereceğine inanmıyor. Her gün ormana gidip orada yaşayan hayvanlara kemik götürüyor, onları besliyor. Semih’in bu yaban tavrı kasaba halkının fikirleriyle örtüşmüyor. Onlara göre Semih tuhaf biri ve bu tuhaflık onu kolaylıkla itip kakmalarına, dışlamalarına ve ona deli muamelesi yapmalarına sebep oluyor. Bir şey farklıysa ya kötüdür ya da delidir zaten. Hayvanlara da yapıldığı gibi aslında. Ormandan inen köpek olsa kimsenin umurunda olmaz, ama gelen ayıysa mutlaka öldürülmeli; çünkü ayılar doğaları kötü olan canlılardır!
Bir yandan Hasan’ı arayan jandarma, bir yandan ayıdan korkan halk, bir yandan bitmeyen kışın getirdiği zorluklar derken; hayat bu kasabada akıp gidiyor.
Aynı ülkede yaşıyor olmamıza rağmen, ülkenin her bölgesinde yaşanan iklim şartları çok farklı olduğu için, her bölgenin insanları farklı kuralları ve hayat tarzlarını benimsiyorlar. Aynı şehirde yaşayan, ama şehir hayatı yaşayanla köylü hayatı yaşayan insanlar arasında bile uçurumlar olabiliyorken, Aydın’dan gelip de Artvin’in bir kasabasında alıştığı hayat biçimini bulmayı beklemek ütopik bir istek olurdu.
Aslı…
Aslı karakteri; kar faktörü dışında filmi onun gözünden izlediğimiz kişi de aslında. Neredeyse her sahnede Aslı’yı izliyoruz. Film, onun gözleri ve gözlemleriyle ilerliyor. Daha geldiği ilk andan itibaren hiçbir şeyi sorun etmiyor ve sanki yıllardır orada yaşamış biri gibi karşılaştığı hiçbir şeyi garipsemiyor. Filmdeki en büyük sorun bu diyebiliriz. Aslı’ya dair hemşire olması ve bir ailesi olduğu dışında geçmişine dair hiçbir şey öğrenemiyoruz. Ailesinin onu Aydın’a aldırabilmek için çabalamasına rağmen, Aslı herhangi bir talepte bulunmuyor, üstelik kalmakta da ısrarcı davranıyor. Geldiği bu yerde de çok mutlu olmadığını, işini yapmak dışında yalnız olduğunu görüyoruz. Ailesiyle de arasında bir sorun olmadığını anladığımız için, ısrarla bu zorlu şartlarda yaşamayı istemesini bir türlü anlayamıyoruz. Bu gerçekçi bir tavır gibi hissettirmiyor; çünkü kimse kolay ve rahat şartlarda yaşamak yerine zor olanı tercih etmez.
Burada seyirciye verilmek istenen; bir kadının zor şartlarda da olsa korkmadığını ve güçlü kalabildiğini göstermek diyebiliriz. Bunu sağlayabilmek için karakteri bu kadar sert ve mesafeli göstermek gerekli miydi, emin değiliz. Mesafe koymayı; asık bir surat, az diyalog ve yalnızlık olarak betimlemek filmin zayıf tarafı gibi görünüyor. Buna rağmen, film kendisini izlettiriyor.
Aslı karakteri, insanlara karşı mesafeli biri. Çıkmış ta uzaklardan bu kasabaya gelmiş, ancak kimseye güvenmiyor. Kimseyle yakınlaşmıyor. Kasabadan da kasaba halkından da bir beklentisi yok. Sadece görevini yerine getiriyor. Kimseye kötü davranmıyor, ama biri hoşuna gitmeyen bir şey yaptığında da tavrını hiç çekinmeden gösteriyor. Yaşadığı kasaba halkının bilinç düzeyini düşünürsek, uyumlu olmaya çalışması bu sert tavrından daha işe yarar olabilirdi. Aslında sert tavrını sadece erkekler üzerinde uyguluyor, kadınlara karşı oldukça yumuşak tavırları var. Küçük yerlerde erilliğin üst düzey olduğunu bu filmde bir kez daha görmüş oluyoruz. Filmi bir kadın filmi yapmaya çalışırken, Aslı’nın erkeklere olan bu sert tavrının altını dolduracak birkaç diyalog da eklenseydi belki Aslı’nın erkek erilliğine karşı tavrı daha anlaşılabilir olurdu; çünkü Aslı sadece eril tavrı üstlerde olan Hasan’a değil, ona karşı en başından beri çok iyi ve yardımsever davranmış Samet’e de aynı sertlik ve mesafede davranıyor.
Merve Dizdar, karaktere başarılı şekilde hayat vermiş olsa da, karakterin eksik hissettiren taraflarından bahsetmeden geçemezdik. Sonuçta bu film için, bir hikaye ve performans filmidir denebilir. Karakterlerin sırtına yüklenen yüklerle çekilen filmlerde, karakterlerin sağlam bir yapıya dayandırılması gerekiyor. Bu yeterince sağlam olmadığında izleyici için eksiklik hissi uyandırabiliyor.
Aslı’nın huzursuz tavrı daha filmin en başından beri sahip olduğu bir durum. Bunu yeni bir yere gelmiş olmasına, zor şartlara bağlayabiliriz; ancak ısrarla orada kalmak istediği idealist tavrı nedeniyle de seyirciyi bir ikilemde bırakıyor. İşin içine Hasan’ın kaybolmasından sorumluluk duyması da dahil olunca, hep düşünceli gibi duran tavırları da destekleniyor diyebiliriz.
Merve Dizdar ve Saygın Soysal üstlerine biçilen rolü layıkıyla yerine getirmişler. Saygın Soysal da film için en az Merve Dizdar kadar doğru bir seçim olmuş. Saygın Soysal’ın yeteneği tartışılmaz, ama çoğu oyuncudan onu ayıran yüzü ve ifade yeteneği sayesinde filmlerdeki farklı duruşunu her defasında görmemizi sağlıyor.
Final kısmına gelindiğinde izleyiciyi iki farklı sekans karşılıyor. İlki Hasan’ın ölümü hakkındaki gizem ki bunun çözülmesi filmin gelişimi için doğru şekilde ilerliyor, ancak filmi bitiren sekansın vuruculuğu tartışılabilir. Filmin finalsizliği zaten eksik olan senaryoda izleyici için bir sevinç yaratmıyor. Bağımsız Sinemada net sonuçlanmayan final fikri bazı filmlerde işe yararken, bazılarında hüsran yaratıyor. Aynı zamanda ve aynı festivallerde yarışan diğer bir film olan Kurak Günler‘in finalinde de tam olarak bitirilmemişlik vardı; ancak orada yaratılan metafor film için şahane bir final olarak görünürken, Kar ve Ayı filminde bu durum eksiklik hissi yaratıyor. Bu eksiklerine rağmen film kendisini merakla izletmeyi başarıyor. Genel hatlarıyla başarılı bulduğumuz Kar ve Ayı filmiyle festivali kapatıyoruz.
”Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.”
Filmde Sevmek Zamanı filminin en güzel repliklerine şahit oluyoruz. Bu cümleler, hikaye gelişimi açısından filme bir katkı sağlamasa da, filmin yaratıcı ekibi saygı duruşu niteliğinde filmde yer vermek istemiş olabilir.
Film, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali‘nden En İyi Kadın Oyuncu ve Behlül Dal En İyi İlk Film ödüllerini kazanarak ayrıldı. 10. Boğaziçi Film Festivali‘nde de En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ödüllerinin kazananı oldu.