Fransız yönetmen Olivier Dahan imzalı 2007 yapımı La Môme, efsaneleşmiş olan Fransız şarkıcı Edith Piaf‘ın hayatını konu almaktadır. Biyografı, dram ve müzik türündeki film Türkiye’de Kaldırım Serçesi adıyla vizyona girmiştir. Edith Piaf olarak karşımıza çıkan Marion Cotillard’a sergilediği muazzam performansı karşısında hem izleyiciyi şaşkına uğratıp büyülerken hem de En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar, Bafta, Altın Küre, Cesar gibi nice prestijli ödüllerin ve övgülerin de sahibi oldu.

Dahan seyirciye şarkıcının yaşamını kronolojik bir sırayla vermek yerine hikayenin kurgusunda geri dönüş ve ileriye gidiş yöntemlerini kullanmayı tercih eder. Bu tekniği öyle ustaca kurgular ki bu sırasız anlatım izleyicide kafa karışıklığı yaratmadan Piaf’ı daha iyi anlamasını sağlar. Seyirciye, baştan sona akıtılan sıralı bir yaşam yerine birbirini takip eden sahnelerle Piaf’ın dönüm noktalarını neden-sonuç ilişkisi içerisinde anlatmayı tercih eden Dahan, bu anlatım tekniğinin başarılı bir örneğini vermiştir.
Film 1959 yılında sahnede şarkı söyleyen Edith Piaf’la karşılar seyircisini. Piaf o muhteşem sesiyle daha ilk dakikadan büyüler dinleyenlerini ancak bu büyülü an Piaf’ın sahnede fenalaşmasıyla yarıda kesilirken yönetmen 44 yaşındaki Piaf’tan 3 yaşındaki Piaf’a kaydırır odağını ve ekranda beliren çocuk Piaf’ın, sokakta şarkı söyleyen annesini dinlediğini görürüz. Daha ilk sahneden izleyicisine filmin tekniğini gösterir Dahan. 3 yaşında annesi tarafından terk edilmiş babası tarafından bakması için büyükannesinin genelevine bırakılmış bir çocukluğun ağırlığını yönetmen ustaca kullandığı renk ve ışıklar sayesinde ekrana taşır. Genelevin iç bunaltıcı havasını anlatmak için kullandığı gri ağırlıklı ton ve kırmızı ışıkların dikkat çekiciliği ile koridorlarda gezinen küçük Piaf’ın duyduğu rahatsız edici seslerin birleşimiyle birlikte seyirciyi de Piaf’ın peşinden bu boğucu atmosfere sürükler. Piaf’ın kadınlarla sokaklarda gülüp eğlendiği sahneler mekânın içinde tercih edilen görüntülerin aksine aydınlık ve ferahtır. Yönetmen içeriyi ve dışarıyı keskin renk ve ışıklarla ayırır böylece.
Piaf genelevde geçirdiği günlerde yaşadığı bir hastalıktan dolayı geçici körlük yaşar. Bir süre göz bandı ile gezmek zorunda kaldığı günlerde sağlığına kavuştuğunun farkına çiçek açmış bir ağaç dalını görerek varır. Çiçeklenmiş bir ağaç dalı gelecek olan baharın müjdesini taşırken yeniden görmeye başlayan Piaf’ın da müjdesini verir seyirciye.

Babasının yeniden çıkıp gelmesiyle bu seferde genelevden sirklere, oradan da sokağa uzanan bir çocukluk geçirir küçük Edith. Yönetmen çocukluk sahnelerinde zor şartlarda büyümeye çalışan bir kız çocuğunun yaşayamadığı çocukluğunu seyirciye kapalı havalar, gri tonlar ve yarı karanlık sahnelerle gösterir. Bu kasvetli havalar büyümek zorunda bırakılmış bir çocukluğu anlatmak için kullanılsa da aynı zamanda vitrinde gördüğü bir oyuncak bebeğe uzun uzun bakan Piaf’ın ekrana gelişiyle onun aslında hala bir çocuk olduğu gösterilir.
Tıpkı annesi gibi sokaklarda şarkı söylemeye başlayan Edith, ilk sesinin keşfine 10 yaşında sokakta söylediği Fransız Ulusal Marşın dinleyenler tarafından alkışlanıp ona kazanç sağlamasıyla varır. Böylece sesinin onu hayatta tutabilecek yegâne şey olduğunu anlar ve sesini kullanarak varlığını sürdürür. Sesinin keşfedilme anını da hakkıyla işleyen film onu kaldırımdan alıp sahneye taşıyan Louis Leplée ile tanışma anını ve ona küçük serçe anlamına gelen “La Môme Piaf” adını verişini de izleyicisiyle buluşturur. Edith daha çıktığı ilk sahnede sesiyle dinleyen herkesi fetheder. Sesi öyle büyüleyicidir ki onu sokaktan sahneye taşımakla yetmez onu bir gecede üne kavuşturur.

Edith’in hayatının tüm dönüm noktalarını iniş ve çıkışlarıyla işleyen film bir yanda alkole düşkün morfin bağımlısı Edith Piaf’ı gösterirken bir yandan da kavuştuğu ünün elinden alınmasıyla yeniden başladığı noktaya geri dönen küçük serçenin zorlu mücadelesini anlatmaya devam eder. Çocukluğu kadar gençliği de mücadeleyle dolu olan bu yaşamda Piaf bildiği tek şeyi yapmaya şarkı söylemeye devam eder.
Edith’in kurtarıcısı yine sesi olur ve onu izbe yerlerden çıkararak olması gereken sahnelere yeniden kavuşturur. Bu yeniden sahneye çıkış anını ve hepimizin tanıdığı ad ve üne ulaşmasını sağlayan Raymond Asso‘yu da seyirciyle tanıştırır film. Asso sayesinde karanlık yerlerde sokak aralarında yitip gitmeyen ses Edith Piaf adıyla günümüzde hala dinleyenleri büyülemeye devam etmektedir. Yönetmen Piaf’ın yeniden ün kazandığı sahneleri arkada çalan La Foule şarkısıyla ekrana getirdiği gazete küpürleri ve plaklarla destekler.
“Edith, bunu yapamazsın.”
“Yapamam öyle mi? O halde Edith Piaf olmak ne işime yarar.”
Film belirli bir kısma kadar ekrana bir yanda Piaf’ın şöhrete giden yolunu anlatırken bir yandan da zaman atlamaları girerek Piaf’ın alkol ve morfin bağımlısı olduğu günleri gösterir. Biyografi filmlerinde karakterin hayatını eksiksiz anlatmaya çalışmak ve bunu yaparken izleyiciyi didaktik bir yapımla baş başa bırakmak yorucu olduğu kadar seyirciyi filmden uzaklaştıran unsurlar arasındadır. Ancak Kaldırım Serçesi bu tür izleyiciyle arasına duvar ören sorunların bazı yerlerde kıyısında gezinse de bütüne bakıldığında özenli bir teknik çalışma ve etkileyici görsellerle izleyiciyi sıkmadan filmin içerisinde tutabiliyor.
Şöhrete uzanan yolun sonunda Piaf’ın sadece Fransa’da değil uluslararası çapta ün kazanmasını ilmek ilmek işleyen film, bu noktadan sonra Piaf’ın bedenini tüketişinin nedenlerini göstermeye başlar. Yönetmenin ders niteliğinde gösterilecek tek sekans çekimiyle Piaf’ın kaybı hem izleyen herkesi etkisi altına alırken hem de sinematografik açıdan seyircisini etkilemeyi başarıyor.
Yönetmen tercih ettiği geriye dönüş ve ileriye gidiş tekniğini kullanırken sahneler arası neden sonuç ilişkisini göz ardı etmez böylece bir bütün halinde Piaf’ın hayatının dönüm noktaları ve onu tüketen bağımlılıklarını gösterir. İzleyicisine sadece alkole düşkün morfin bağımlısı Piaf’ı göstermez bununla birlikte onu bu bağımlılığa iten hayat şartlarını ve yaşadıklarını da gösterir ve Piaf’ı anlamasını bekler seyirciden. Film aynı zamanda şarkı söylemeden yaşayamayacak olan Piaf’ın yorgun bedeniyle mücadelesini ve ona direnişini de beyaz perdeye taşır.
“Geri götür beni Louis, oraya götür beni. Bu akşam şarkı söylemezsem en azından bir şarkı daha söylemezsem kendime olan inancımı kaybederim.”

Filmin böylesine etkileyici olma sebeplerinin başında kesinlikle Marion Cotillard gelmektedir. Piaf’ın on altı yaşında genç bir kızlığını da ölüm döşeğindeki yaşlı halini de öyle ustaca canlandırıyor ki aktris, bu canlandırma basit bir fizikselliğin ötesinde sesiyle hareketleriyle bedenini kullanışıyla Piaf’ı perdede yaşar kılıyor. Etkileyici performansı aldığı ödül ve adaylıklarla herkes tarafından takdir edilesi bulunurken aktris beyaz perdede şimdiye kadar ki en iyi performanslarından birini sergiliyor.
Filmin kapanışı da kendisine yaraşır bir şekilde etkiliyor izleyicisini. Piaf’ın kendisini anlattığını düşündüğü Non, je ne regrette rien (Hayır, pişman değilim) şarkısına vurgusuyla son buluyor. Yaşadığı hayattan acılarına rağmen pişman olmayan bir kadının, acısını da sevgisini de dolu dolu yaşamış, geriye pişmanlık bırakmamış bir hayatın öyküsünü bizlerle buluşturuyor film.
Piaf’ı tanımak ve onu anlamak isteyen herkesi tatmin edecek olan Kaldırım Serçesi şimdi Mubi Türkiye’de gösterimde.



