Kadınlar Ülkesi: Haritada Distopik Bir Kıta

Kader Gürcüoğlu
Kader Gürcüoğlu
hayat boyu öğrenici, biraz da fazla meraklı
spot_img

Bilim kurgu romanlarının daima distopik bir tarafı da vardır. Okuduğumuz ya da dinlediğimiz her seferde gerçeklik algımızı sorgulamaya başlarız. Kadınlar Ülkesi’de tam olarak böyle bir roman. Hem öyle bir ülkenin var olamayacağının farkında olur hem de acaba gerçekten bazı şeyler böyle mi diye bir ikileme düşmüş halde bulursunuz kendinizi.

Kitap aslında üç erkek arkadaşın meraklarından dolayı çıktıkları bir yolculuğu ve yolculuğun uzun bir ülke seyahatine dönme hikayesini anlatıyor: Charles, Jeff ve Tery’nin. Orta yaşlardan hallice bu üç genç adam “Kadınlar Ülkesi” diye bir ülkenin ismini duyuyor ve bu duruma çok inanmıyorlar. Yani sadece kadınlardan oluşan bir ülke, hem de yeryüzünde? Hadi canım! Böyle bir şeyin mümkün olmayacağı konusunda kendilerinden o kadar eminler ki biri bile acaba mı demiyor. Acaba demeseler de içlerini saran keskin merak duygusu onları o ülkeye kısa bir seyahate çıkarmak için dürtüyor. Kısa dediysek onlar öyle sandığı için kısa diyoruz yoksa seyahat bir hayli uzun süren ve olayların aslında hiç de beklemediğiniz bir yöne evrildiği bir seyahat.

Roman boyunca bu üç orta yaşlı genç adam üzerinden hikaye ilerlerken diğer yandan ülkedeki kadınlarda sırasıyla romanda yerini alıyor. Her kadın karakterin şahsına münhasır olarak yaşadığı, çok nizami, aşırıya kaçan bir huzur, kedilerin kuşlara zarar vermediği, mimarisinin her adımda daha çok şaşırttığı bir ülke burası. Ekonomik açıdan refah içinde, inandıkları dinde cezaya yer verilmeyen, sevgi ilkesi üzerinden ilerleyerek annelik ırkının oldukça yoğun bir şekilde hissedildiği bir ülke… Ülkenin adından da anladığınız üzere ülkede hiçbir şekilde erkek yaşamıyor. İki bin yıl boyunca sadece kadınlar yaşamış ve tüm ülke kadınların eliyle şekillenmiş. Nüfuslarının belli bir kotasının olmasının yanı sıra kimseye de zarar vermeyen bir karaktere sahip kadınlar topluluğu bu ülkede yaşıyor. Oldukça şaşırtıcı, bir o kadar hayran bırakan bu ülkede canlı cansız her şeye değer veriliyor. Kendilerinden olmayanlara bile…

Kendilerinden olmayanlar tabii ki tahmin ettiğiniz üzere Charles, Jeff ve Terry. Ülkeye iniş yaptıkları anda büyük bir hayranlık içerisinde etrafı seyrede seyrede bunun yanında ülkenin büyüklüğünü hesaplamaya çalışarak yürümüşler ve acaba bu ülkeden birileri ile karşılaşır mıyız diye büyük bir merak duygusuna kapılıyorlar. Terry, ülkenin temizliğini, doğasındaki canlılığı ve mimarisindeki işçiliği gördükçe bu ülkede erkek olduğuna katiyen inanmıyor, bunun imkansız olduğunu dile getiriyor. Jeff ise duygusal bir büyüye kapılıyor. Ağaçların arasından gelen bazı tıkırtılar, üç adamın merak duygusunu daha çok arşınlıyor ve ilerledikçe karşılarında ülkenin birer yurttaşı olan üç genç kız görünüyor.

Hikaye aslında buradan sonra başlıyor. Bu üç çok meraklı orta yaşlı genç adam ülkenin üyeleri ile karşılaşıyor ve daha sonrasında bu kadınların nasıl bu kadar güçlü olabileceklerine şaşırıyorlar. Bu üç adam o kadınlar tarafından esir alınsa da bu esir alınma sizin sandığınız gibi bir esir alınma değil; oldukça medeni, büyük bir konfor içinde ve inanılmaz bir ilginin olduğu bir esir alınma.

Zaman geçiyor, bu adamların kaldığı süre uzadıkça uzuyor hatta ilginç gelecek ki adamlar kadınlarla arkadaş oluyorlar. Roman ilk bakışta özellikle adından ötürü bir feminist roman olarak nitelendirilebilir. Fakat bir okuyucu olarak değerlendirmek gerekirse aslında feminist bir romandan ziyade tam olarak annelik duygusu üzerine yazılmış bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Gilman, anne-çocuk ilişkisi üzerine maneviyatı oldukça fazla yüklüyor ve ekonomi, eğitim, çocuklar ve dinin hepsini annelik üzerinden anlamlandırıyor. Romanda annelik vurgusu o kadar ileri seviyeye taşınmış ki anne olmayan kadınlara özel gözüyle bakılmıyor hatta anne olan bazı kadınların davranışları çok beğenilmediği ve gerekli eğitimi  hakkıyla vereceklerini düşünülmediğinde çocukları onlardan alınıp özel olarak nitelendirdikleri annelere veriliyor, çocukları onların yetiştirmesini istiyorlar. Gerçeklik algısından bir uzak bir yakın olan bu roman özellikle annelik vurgusunu yoğun işlediği için okuyucuları yer yer rahatsız edebilir. Her ne kadar cezasız ve sevgi ilkesi üzerine kurulu bir din olsa da özellikle soylarının devamı açısından anneliğe ve çocuklara aşırı önem vermeleri, yeterli görmediklerinden çocukları alıp onların “sıradan anne” olarak nitelendirilmesi kitabın negatif yanlarını yansıtıyor.

Negatif yanlarıyla beraber genç kadınların hiç tanışmadıkları bir dünyayla tanışmaya başlaması romanı sürükleyici kılan yönlerden biri. İşte birkaç kez yinelediğimiz gerçeklik algısı tam bu noktada kendini açıkça belli ediyor. Bizim yaşadığımız dünyayla tanışan kadınların gerçek bir dünyanın varlığına yavaş yavaş inanması, bunu da o üç orta yaşlı genç adamla beraber yapmaları romanın ilginç başka bir tarafını yansıtıyor. Diğer yandan o üç adamın tasviri ile oldukça zeki, bilge fakat bir o kadar da çekiciliklerini kaybeden bu kadınlar, hem onlardan bir şeyler öğreniyor hem de onlar kadınlardan ülkelerine ve dillerine dair çok fazla şey öğreniyorlar.

Büyük bir distopyanın içine çeken bu roman ilerleyip değişik yerlere giderek okuyucuyu “nasıl ya” şaşkınlığı içerisinde bırakırken, diğer yandan aslında tek bir ırkın bir ülkeye sahip olmasının türlü yanlarının ne denli zor yahut keyif verici olduğuna değiniyor.

Kaynakça

Kadınlar Ülkesi, Charlotte Perkıns Gılman. Çevr. Sevda Deniz Karali. Storytel Seslendirmeni, Gökçe Eyüboğlu

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Editor Picks