Toplumsal baskılar altında yaşamış ve kendini kapatmış insanlar kendilerini ifade edebilmek için kendine bir karakter kurgular ve kendi yapamadıklarını ve kendini ifade etme biçimlerini dışa vurum olarak sergiler. Edebiyat tam da burda devreye girer ve yazarak kendini ifade etme ve dışa vurumda rol oynar. Kadınlar toplumun ona dayattığı rollere karşı ise kurguladıkları güçlü karakterleri kullanarak kendini ifade eder. Kimisine göre yazmak kendini ifade etme biçimidir ve kendini orda bulur veya duyuramadığı sesi bu şekilde duyurur. Kadın yazarların eserlerinin temelinde kimlik ve aidiyet temalarının bulunmasının sebebi tam da budur.
Edebiyatta Kimlik Teması

Yazarlar kurguladıkları karakterlerde kendinden bir parça bırakır ve biz okurken aslında yazarların kimlik çatışmasına tanık oluruz. Bireysel kimliklerinin yanı sıra bir de toplumda gösterdikleri kimliklerine şahit oluruz. Bireysel kimlikleri karakterin ve yazarın iç çatışmalarını, benliğini keşfetmesine şahit olurken toplumsal kimlikte toplumda saygı görmek ve sayılmak için toplum yargılarına uyan karakterine şahit oluruz. Bu kimlik ve aidiyet karmaşasına daha çok kadın yazarlarda tanık oluruz çünkü kadınlara dayatılmış toplumsal cinsiyet rolleri kadınların üzerinde âdeta büyük bir yük gibidir. Kadın yazarlar da kurguladıkları karakter üzerinden aslında kendi kimliklerini yansıtmaktadır. Kurgulanan karakterler genelde bireysel arzuları ve toplum beklentileri arasında bir sıkışmışlık yaşarlar.
Halide Edip Adıvar, “Handan” eserinde kadının kendi duyguları ve toplumun dayattığı roller arası sıkışmışlığını ve kadınların vatan, aile ve aşk üçgenindeki var olma çabasını gözler önüne serer. Simone de Beauvoir‘in “İkinci Cinsiyet” eserinde “Kadın doğulmaz kadın olunur.” cümlesiyle bahsetmek istediği tam olarak kimlik meselesidir. Beauvoir, eserinde kadının “ötekileştirmesini” ele alır ve kadınların toplumun baskılarından uzakta ve bireysel özgürlüklerinin olması gerektiğini savunur.
Kadın Yazarların İçselleştirdiği Aidiyet Teması

Bir yere aitmiş gibi hissetmek aslında hayattaki en önemli duygulardan biridir çünkü ait olmadığın yerde kalmak insanın benliğinden götürür. Kadınlar için ise kendine ait bir yer bulmak, bir direniştir çünkü toplum kadını bir zemine oturtur ve oradan devam etmesini bekler. Kadınlar için durum tam tersidir, kadınlar kendi bireysel özgürlüklerini yaşamak ister. Kendini özgürce ifade edebildiği, fikrini söyleyebildiği ve toplumda söz hakkı olduğu yere ait hisseder.
Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm‘de köyden şehire göç eden kadınların aidiyet duygularından bahseder. Köy kadınları için aidiyet alanı erkeklerin onlara oluşturduğu bir alandan ibarettir. Şehire gittiklerinde köydeki alışkanlıklarını sürdüremezler çünkü onlara çizilen çerçevenin dışına çıkmışlardır. Bu durum, onlara arada kalmışlık hissi verir ve kendilerini oraya ait hissetmezler.
Kadın Yazarların Eserlerinde Kimlik ve Aidiyet Temaları

Kadın yazarların eserlerinde kimlik ve aidiyet temaları, edebî eserlerin büyük ölçüde temelini oluşturmaktadır çünkü geçmişten süregelen toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve kadının var olma direnişinin izlerini günümüzde hâlâ görmekteyiz. Kadınlar ise bu direnişi farklı şekillerde geçekleştirir. Örneğin bazı kadınlar sokaklarda bağırarak gösterir, bazıları ise onları toplumda istemeyen güruha karşı toplumun tam içinden yazarak gösterir. Bu duruma gösterebilecek en iyi örnekler arasında Virginia Woolf‘u söyleyebiliriz. O dönemlerde kadınlar kendi başına eşleri olmadan kütüphaneye gidemezken veya yazdıkları eserleri kendi isimleriyle değil de erkek isimleriyle yayınlamak zorundayken Virginia Woolf kendi eserlerini yayımlamıştır. Virginia Woolf, “Kendine Ait Bir Oda” isimli eserinde kadınların erkekler tarafından oluşturulan kimliklerin aksine bireysel özgürlüklerine sahip çıkılması gerektiğine ve maddi özgürlüğünü mutlaka ele alınması gerektiğinden bahseder ve şu cümleyi kullanır: “Bir kadının kurmaca yazabilmesi için kendine ait bir oda ve beş yüz poundu olmalıdır.” Kitabın temeli kadının bireysel kimlik özgürlüğüne sahip olması ve onu geliştirmesi üzerine kuruludur.
Kadınların eserlerinde kendi hayatlarında başaramadıkları ya da yaşayamadaklırı hayallerinden izler vardır. Kurguladıkları karakterler bunları başarmış kadınlardır fakat bazen de kendi hayatlarını yansıttıkları da olur. Sylvia Plath‘in “Sırça Fanus” adlı eserinde bu kimlik karmaşasını ve aidiyet duygusunu çokça görürüz. Esther karakteri toplumun yargılarına uygun ve onayını almış bir karakterdir fakat içten içe Esther kendini o karaktere ait hissetmemektedir bu da Esther’i büyük bir buhrana sürükler. Toplum Esther’den iyi bir anne olmasını beklerken Esther’in asıl isteği bir yazar olmaktır. Tıpkı Sylvia Plath gibi, kendisi de benzer bir karmaşanın içindedir. Toplum kadınların iyi bir eş, iyi bir anne olmasını bekler ve böylece toplumsal cinsiyet rolleri oluşturulur fakat kadınlar bunlardan ibaret değildir. Sylvia Plath ise yaşadığı bu buhranı ve kimlik karmaşasını Esther’i kurgulayarak anlatmıştır.
“Nerede oturursam oturayım, bir geminin güvertesinde ya da Paris’te bir sokak kafesinde – hep aynı sırça fanusun altında, kendi ekşi havamın içinde boğuluyormuşum gibi hissedecektim.” Plath’in bu alıntıda bahsetmek istediği kendi benliğini yaşayamaması ve isterse dünyanın en güzel yerinde olsun kendi olamadığı sürece bir ızdırabın içinde gidecek olmasıdır. Kendisi de bu buhran içinde ve kimlik karmaşasından dolayı intihara meyilli ve depresif biriydi. Sonunda da buna dayanamayarak intihar etmiştir.
Kadın yazarlar eserlerini kurgularken okuyuculara kendilerinden bir parça bırakırlar, satır aralarına derinlikli baktığımızda kadınların hikâyelerini görebiliriz. Sylvia Plath toplumsal cinsiyet rollerine dayalı hayatı kendince kabullenemedi, ona zorla dayatılan bu yargılara boyun eğmedi, bir anne olmak değil bir yazar olarak özgürce yazılarını yazmak istedi. Virginia Woolf da kendi kimliğini özgürce oluşturmak ve topluma boyun eğmeden kim olmak isterse o kişi olmak arzusu içindeydi. Kadın yazarlarının geneline baktığımızda bu arzuyu görebiliriz.
Kaynakça:
Woolf, Virginia. “Kendine ait bir Oda”. Karbon Kitaplar, 2018
Plath, Sylvia. “Sırça Fanus”. Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012
Öne çıkan görsel: gzt.com



Kadınların seslerinin daha çok çıktığı bir dünya olması dileğiyle, ellerinize sağlık.🙏🏼
Çok teşekkür ederim🙏
Mükemmel tanımlanmış ve anlatılmış kadın bravo