İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin hüküm sürdüğü Almanya’da çocuk olmak… Jojo Rabbit, Hitler zamanında bir çocuğun propagandalarla nasıl yetiştirildiğini gösteriyor. Jojo, her çocuk gibi masum ve sevgi dolu, fakat ülkesinin o dönem ona aşıladığı Nazizm’in etkisi altındadır. Hatta bu etki doğrultusunda kendine hayali bir Adolf Hitler yaratmıştır. Hayali arkadaşı Adolf’u, en iyi arkadaşı olarak görmektedir. Kendi masum hayal gücüyle, ülkesinin ona aşıladığı Adolf Hitler fikrini karıştırıp ilginç bir hayali arkadaş yaratmıştır. Ayrıca hayali arkadaşı bir şekilde Jojo’ya savaşa gittiği söylenilen babasının açığını kapatmak için kendi içinde ürettiği bir baba figürüdür. Jojo, ne zaman kendi içinde çatışma yaşasa veya üzgün olsa hayali arkadaşı kendi fikirlerini iletmek için hemen ortaya çıkmaktadır. Jojo için gerçek sınav çatı katlarında Yahudi bir kızın saklandığını öğrendiği zaman başlayacaktır. Yahudilerin boynuzu olduğunu ve zihin okuduklarını düşünen Jojo, ilk başta rakip olarak gördüğü bu kıza karşı çok tedbirli davranmaya çalışacaktır. Gün geçtikçe ablasıyla yaşıt olan bu kızın boynuzları olan fantastik bir yaratıktan ziyade kendisi gibi biri olduğunu anlamaya başlayacaktır. Hatta Jojo, çatı katlarında yaşayan bu kızı yani Elsa’yı sevmeye başlayacaktır. Elsa’nın eski nişanlısının dilinden mektuplar yazıp, Elsa’yı mutlu etmeye çalışan Jojo’yu, Elsa ilk başta küçük şeytani bir Hitler olarak görse de daha sonra sadece çocuğun yetiştiği toplumdan etkilendiğini anlamıştır.
Jojo’nun annesi Rossie, oğlunu tüm bu olanlardan uzak büyütmek için hiçbir siyasi görüşünü oğluna yansıtmamaktadır. Hitlerle ilgili düşüncelerini, çatı katında sakladığı aslında ablasının arkadaşı olan Elsa’yı tamamen Jojo’nun dışında tutmuştur. Rossie, ne olursa olsun umut dolu ve güçlü bir kadındır. Jojo’nun vahşetle olan ilk sınavı onu kampa götürdüklerinde içindeki vahşeti dışarıya çıkarmak için Jojo’ya bir tavşan verip boynunu kırmasını istemişlerdir. Jojo, kendini ne kadar da Adolf’un en yakın koruması olarak görse de bir tavşanı incitememiştir. Tavşanı incitemediği için ona, “Tavşan Jojo” lakabını takmışlardır. Ayrıca kampın en yetkili kişisi olan Yüzbaşı Klenzendorf, kendini belli etmese de Jojo’yu elinden geldiğince korumaktadır. İlk başta katı biri olarak karşımıza çıkan Klenzendorf, filmin ilerleyen dakikalarında kendi renkli kişiliğini yansıtmaktadır.
Filmin yönetmenlik koltuğunda oturan Taika Waititi aynı zamanda Jojo’nun hayali karakteri Adolf Hitler karakterini canlandırmaktadır. Filmin açılış sahnesi olsun, gidişatı olsun sanki bizi bir Wes Anderson filmindeymiş gibi hissettirmektedir. Wes Anderson sinemasında da aynı tatlılık ve masumiyet her zaman vardır. Özellikle iki çocuğun aşkını anlatan Moonrise Kingdom filmiyle, Waititi’nin bu filmini çok fazla bağdaştırdığımı söyleyebilirim. Jojo’nun kendi tabiriyle Hitlerden sonra “en yakın ikinci arkadaşı” olarak nitelendirdiği Yorki, savaşın sonlarına doğru şehri savunurken görülür. Jojo, Yahudi bir kıza aşık olduğunu söyler. Yorki, bunu gayet normal karşılayıp şu an Ruslar’ın ve İngilizler’in çok daha kötü olduklarını söyler. Savaş her zaman aynıdır; size kötü figür yaratılır ve bu figüre herkesin tüm gücüyle saldırması, nefret kusması beklenir. O dönemin çocuklarına aktarılan bu öğretiler, gerçeklik algılarında büyük bir karmaşaya neden olmuştur. Ülkesine bir sürü düşman yaratıp, hepsine saldıran zihniyet ve bunun ışığındaki öğretilerin tehlikesi, daha da kötüsü o dönemin çocukları için bu öğretilerin onların gerçekliğin bir parçası olmasıyla birlikte savaşın yıkımı gerçeklik algılarını fazlasıyla yıpratmıştır.
Diğer yandan film bize Nazilerin ve savaşın kötü yüzünü gösterse de çok fazla bunun üstünde durmuyor. Nazilerin kurduğu kamplar, esir aldıkları insanlar gibi ayrıntılara odaklanmadan savaşın içinde bir çocuğun ve düşman olarak gördüğü bir kızın hikayesi anlatılıyor. Böylesine kötü bir bağlamın içinde “iyi hissettiren” bir film hazırlamak gayet zor olsa gerek. Film, daha çok bir çocuğun hayatına ve düşünce yapısına odaklanıyor; tabii konu bir çocuğun düşünceleri olunca hem yaratıcı hem de tatlı bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Waititi, izleyicisine izlerken zaman zaman duygulandıran ama içinde umut dolu, tatlı bir hikaye aktarmış, iyi seyirler.