Bir grup genç büyücü karanlığa karşı savaşırken, uzayda kimliğini arayan bir süper kahraman sıradan bir kadına âşık olurken; çok çok uzak bir galakside gerçekleşen trajik bir aile draması evreni sarıp sarmalayan bir savaşa dönüşürken, insanlık mezozoik dönemden kalan yaşam formlarına tekrar hayat vererek evrime meydan okurken bile John Williams oradaydı. Yüzden fazla hikâyeyi müzikal bir dile çevirirken arkasında görülmeye değer izler bırakmaya devam ediyordu. John Williams gibi işini titizlikle yapan bir besteciden öğrendiğimiz ilk şey müziğin, sinemanın koparılması imkânsız parçalarından biri olmasıydı.
John Williams; 1977’de tarih yazmaya başlayan Star Wars serisi, 1982’de seyirciyle buluşan E.T. ve 1993 sinemasına damgasını vuran Jurassic Park dahil olmak üzere birçok efsanevi filmin müzikleriyle hayatımızda iz bırakmış ve kendisinden sonra gelen neredeyse tüm bestecilere ilham kaynağı olmuştur. Aynı zamanda Williams mutluluğu doruklarına kadar yaşarken, büyük bir köpek balığının vahşetinden korkarken, savaşta kaybedilen insanların yasını tutarken ve sadece koltuğumuzda oturup izlediğimiz karakterlerin duygularını paylaşırken duyduğumuz ve zihnimizden hiç silinmeyecek olan melodilere hayat vermiştir.
Büyü ve görkem… Williams, müziğini usta bir oduncunun detaycılığıyla yarışacak bir şekilde yaratıyor ve elleriyle yazdığı tüm notaları dikkatle inşa ediyor. Williams, kendisine kadar eşi benzeri görülmemiş zengin bir orkestrayla fikirlerine profesyonel bir şekilde yaklaşmış ve onları renklendirerek dünyaya getirmiştir. Sürekli değişmekte olan çok boyutlu müzikal yapısı sayesinde Williams her zaman küçük duygusal ayrıntıları bile parlatmayı başarmıştır. Bu da seyirciler olarak bizi karakterlere ve hikâyenin akşına bağlayan temel ögelerden biridir.
Williams; fanteziden savaş filmlerine, romantik komedilerden korkuya, bilim kurgudan tarihsel biyografilere kadar hayal edebileceğimizden çok daha fazla sinema türleri üzerinde çalışmış ve yürüdüğü yolda attığı her adımla birlikte gelişen ve değişen müzikal sesiyle farklı hikayelere besteci ve anlatıcı olmuştur. İster İrlanda dağlarından gelen halk müzikleri isterse köklerine bağlı otantik Yahudi ezgileri hatta devrimci bir vatanseverin geride bıraktığı şarkılar olsun; Williams içinde bulunduğu tüm projelere farklı boyutlarda anlamlar yüklerken seyircilerin gözünde hikayesini anlatan karakterlere hayat vermeyi de ihmal etmiyor.
Williams, 8 Şubat 1932 tarihinde Amerika’da dünyaya gelmiştir. Babası Johnny Willams, Raymond Scott Quintet ile yaptığı bestelerle tanınan bir caz perküsyon sanatçısıdır. Williams daha 16 yaşındayken ailesi 1948’de Los Angeles’a taşındığında bestecimiz katıldığı liseli bir müzik grubuyla, tıpkı babası gibi cazla ilgilenmeye başlamıştır. 1952 yılında Hava Kuvvetlerine katılan Williams, görev süresi boyunca kendini piyano çalmaya ve şarkılar bestelemeye adamıştır. Hayatının bu dönemi, onun için oldukça önemli bir rol oynarken, aynı zamanda Williams’ın bir müzisyen ve besteci olarak da gelişimine büyük bir katkıda bulunmuştur.
1995 yılında ordudan ayrıldıktan sonra Williams, müzikal kariyerine odaklanmaya karar vermiştir. Juilliard’a katılarak ünlü Rus piyanist Rosina Lhévinne ile çalışmış ve okuldaki yıllarını şehirdeki birçok caz kulübünde çalışarak geçirmiştir. New York’ta geçirdiği yıllardan sonra tekrar Los Angeles’a taşınmış ve orada stüdyo müzisyeni olarak çalışmaya başlamıştır. Çalışmalarından en çok öne çıkanlar ise Henry Mancini ile yaptığı besteler olmuştur. Hayatının bu döneminde Williams, piyanoda kendini oldukça geliştirmiş ve West Side Story gibi büyük korolarla da çalışmaya başlamıştır.
Williams, ilk film besteciliğini 1958 yılında seyirciyle buluşan Daddy-O adlı bir B-film ile yapmış ve sonrasında ana meslek olarak film besteciliği yapmaya karar vermiştir. Johnny Williams adı ile televizyon dizilerinin müziklerini yapmaya başlayan Williams, ilk Akademi ödülünü Fiddler on the Roof (Damdaki Kemancı) adlı film ile almıştır. Sinemaya felaket filmleriyle adını yazdırmış ve Afet Ustası takma ismini almış Irwin Allen’la çalışmaya başlayan Williams, The Poseidon Adventure (Poseidon Macerası) ve The Towering Inferno (Gökdelende Panik) filmleri için bestelediği müziklerle kariyerine yön vermiştir.
1974 yılında genç yönetmen Steven Spielberg’le tanıştıktan sonra Williams’ın hayatını sonsuza kadar değişmiştir. Steven Spielberg, Williams’ın The Reivers albümünü dinledikten sonra kendisine hayran kaldığını ve sonrasında tüm işlerini takip ettiğini dile getirmiştir. İkili ilk defa Steven Spielberg’ün The Sugarland Express (Sugarland Ekspresi) filmi üzerinde çalışmaya başlamış ve sonrasında Jaws (Denizin Dişleri), Close Encounters of the Third Kind (Üçüncü Türden Yakınlaşmalar) gibi hem sinema hem film müziği tarihine klasikler olarak geçmiş film ve besteler ortaya koymuşlardır.
Steven Spielberg ile çalıştıktan sonra John Williams, günümüze uzanan efsanevi bestecilik kariyerinin de ilk adımlarını atmıştır. Yıllar sonra ise Williams, 150’den fazla filmin besteciliğini yapmış bulunmaktadır. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki John Williams, besteleriyle endüstriye yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
Adventures on Earth, E.T.’nin son dakikalarında aralıksız olarak filme eşlik ederken John Williams’ın filme ne kadar farklı bir boyut kazandırdığını görmek mümkün. Bisiklet sahnesinin başlangıcından sonuna kadar Williams hiçbir zaman kontrolü elden bırakmıyor, sadece orkestrasyon değil aynı zamanda kontrpuan, harmoni ve hikâyenin akışına da oldukça fazla detay ekliyor. Parça seyirciyi heyecanın doruklarında tutmayı asla ihmal etmiyor ama huzurlu bir çocuk dünyasından da çıkmamaya özen gösteriyor.
John Williams bir kez daha seyirciyi şaşırtarak, E.T. ve Elliot’un gemiye ulaştıkları noktada trajik notalara geçmek yerine bunu kazanılan bir başarı olarak bizlere sunuyor. E.T. gemiye bindikten sonra ise film sessizleşiyor, orkestra yerini güzel ve basit bir yan flüt ezgisine bırakıyor.
E.T. albümü John Williams’ın en iyi işlerinden biri olabilir ama dahilik barındıran besteleri bununla sınırlı kalmıyor. Elbette Williams’ın destansı mirası ve yeteneği ufak bir biyografi yazısına sığdıramayacağımız kadar büyük. Williams özenle anlatılan hikâyelere hayat verirken aynı zamanda her birimizin hayatına dokunuyor ve zihinlerimize kazınan ezgiler bırakıyor.
Sadece film besteleri için Akademi onu tam 50 ödülde aday göstermiş ve bu sayıyla Williams, Akademi tarihinin en çok adaylık alan ikinci ismi olarak tarihe geçmiştir. John Williams 50 Akademi Ödülü‘ne aday gösterilip beş tanesini kazanmıştır. Ayrıca altı Emmy Ödülü adaylığından üçünü, 25 Altın Küre Ödülü adaylığından dördünü ve 63 Grammy Ödülü adaylığından 21 tanesini kazanmıştır. 50 Oscar adaylığı ile Williams “En fazla Oscar Adaylığı Kazanmış Yaşayan İnsan” rekorunu elinde tutmaktadır.
Williams dünyanın dört bir yanındaki genç bestecilere ilham kaynağı olmuş ve besteciliğiyle sinema dünyasına adını duyuran başlıca isimlerden biri haline gelmiştir. İşleriyle müziğin, sinemayla ayrı tutulamayan bir bütün olduğunu ve film müziği endüstrisinin hikâye anlatıcılığında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu da göstermiştir.




