Ressamlar seçkimizde resim, heykel ve seramik alanında eserlerin yaratıcısı sürrealist sanatın ikonlarından İspanyol Katalan ressam Joan Miro‘nun biyomorfik objeler kullandığı sürrealist sanatını ve eserlerini inceledik.
Joan Miro, hayatı boyunca kendisini hapsedebilecek Kübizm, Sürrealizm ya da Dadaizm gibi herhangi bir sanat akımına ait olmaktan kaçınarak mutlak bir özgürlükten yana oldu. Sanat hayatı boyunca göstergelerin dilinin ressamı olan Katalan sanatçı; ressam, şiir, gravür, heykel, seramik, sahne kostümü tasarımcılığı alanlardaki yaratımıyla kendi dünyasını icat etti.
Kısaca Avangard Sanat

Sanat ve tasarım alanındaki yenilikçi ve ileriye dönük hareketler olarak nitelendirilen Avangard sanat, yerleşik sanat kavramına farklı bir bakış kazandırarak, genel kabul gören sanat perspektifini sarsmıştır. İzleyicinin algısında ve dünya görüşünde bir dönüşüm yaratmak isteyen bu yenilikçi akım sanatı bir bütün olarak reddederek, onun özerk statüsüne karşı koyar. Normları sarsan muhalif bir konumda durur. Deneyimin her aşamasında var olan koşulları tahlilden geçirerek sanatı, yeniden yazmaya ve reforma yöneltir. Dadaizm ve Dadaizm’in sonradan eklemlendiği Sembolizm, yaratımın dayatmacılığını ve sanatçıya atfedilen tüm belirlenmişlikleri reddeder. Resimlerinde de Dadaizm ve Sembolizm akımlarını örneklendirdiğimiz Miro, Avangard resimde benzersiz ufuklar açan bir sanatçıdır.
Joan Miro’nun Sanatla Tanışması

Joan Miro, İspanya Barselona’da saat yapımcısı bir baba ve kuyumcu bir annenin oğlu olarak dünyaya geldiğinde tarih 20 Nisan 1893’tür. Annesi ve babası sayesinde küçük yaşlardan itibaren evde sanatla iç içe, farklı sanat dallarının çalışıldığı bir ortamda büyür. Çizim dersleri almaya başladığında henüz 7 yaşındadır. Ailesinin baskısıyla sanat derslerini yarıda kesmek zorunda kalarak, kitapçılık yapmaya başlar. Miro, hayatının geldiği bu aşamada duygusal bir çöküş yaşar ve sinir krizleri geçirir. Babası oğlunun mutsuzluğunu fark eder, kararına boyun eğer. Barselona’daki Francisco Gall Akademisi’nde üç yıl süren bir eğitim görür. Resme olan ilgisini müzik ve şiirle zenginleştirir ve Empresyonizm, Fovizm, Primitivizm ve Kübizm akımlarından etkilenir. Sanatın yanı sıra işletme eğitimi de görür, çalışma hayatına memur olarak başlar. 1911 yılında tifoya yakalanır, hastalığı güç bela atlatır. Tifo onun hayatında bir dönüm noktasıdır: İş dünyasını arkasında bırakarak, tüm hayatını resme adar. Artık, Miro’nun yaşam öyküsünü sanatı belirleyecektir.
Miro’nun erken dönem sanatı, Barselona’da Fauves ve Kübistlerinki gibi Vincent Van Gogh ve Paul Cezanne’nin eserlerinden ilham alır. Miro’nun çalışmalarının avangardın orta kuşağının çalışmalarına olan benzerliği, bilim insanlarının bu dönemi Katalan Fovist dönemi olarak adlandırmalarına neden olur. 1918 yılında, Joan Miro, Barselona’daki Dalmau Galerisi’ndeki ilk kişisel sergisine hazırlanır.
Joan Miro’nun Paris Günleri ve Dadaizmle Tanışma

Miro, Paris’e ilk yolculuğunu yaptığı 1919 senesinin ardından kışlarını Paris’te, yazlarını ise Montroig’de geçirmeye başlar. 1920 yılında Paris’e taşınarak, annesinin arkadaşlığı vasıtasıyla Picasso ile tanışma imkanı bulur. Miro ile Picasso çok farklı yaradılıştadır. Miro, oldukça planlı ve düzenli bir hayat sürdürür. 1929 yılında evlenir, eşi ile 54 yıla dayanan bir beraberlik sürdürür. Oysaki Picasso çok sayıda birliktelik yaşadığı çalkantılı aşk hayatında beraber olduğu kadınlara sadık kalmamıştır.
Paris’te Max Jacob, Pierre Reverdy ve Tristan Tzara ile Dadaizm hareketi başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın kalıntıları, sanatçıları gerek politik gerekse sosyal anlamda etkilemiştir. Kentleşme, savaş sonrası değişen dinamikler ve sanayi ortamının getirdiği olumsuz etkiler, 20. Yüzyılın ikinci yarısında Dadaizmin akımının doğmasına elverişli bir ortam hazırlamıştır. Kendisi de bir Dadaist olan Andre Breton, Dadaizmin sanatsal yıkıma varacak bir boyuta ulaşmasına karşı çıkar. Sürrealizmin öncüsü olan Breton, ‘La Revolution Surrealiste’ dergisinde yayımladığı manifesto ile Dadaist hareketi tanıtır. Tristan Tzara 1919 yılında Paris’e geldiğinde, yeni yayımlanan ‘Literature’ dergisi, Andre Breton, Louis Aragon, Gide ve Valery’nin birbirlerini tanımalarına vesile olacak ev sahipliği yapar. Literature dergisi, Paris’te Dadaism’in merkezi olur. Dada hareketi, akım olarak Dadaizmin öldüğünü ve sadece politik bir nitelik olduğunu ifade ederler. Dadaizm, Sürrealizmin gelişmesinin yolunu hazırlamış; zaman içerisinde de farklı içerikler kazanmıştır. Örneğin, sürrealistler geleneksel sanat malzemeleri, tuval ve boyayı kullanarak eserler üretirken; dadaistler hazır nesneleri tercih etmiştir. Miro, Paris’te Max Jacob, Pierre Reverdy ve Tristan Tazara ile ilişki kurdu ve Dada etkinliklerine katılır. Miro’nun ilk kişisel sergisi Paris’teki Galerie la Lincorne’da açılmıştır. Çalışmaları 1923 yılıında Salon d’Automne’a dahil edildi. 1924 yılında ise Miro, sürrealizm ile tanışır.
Dışsal Gerçekliği Ayraç İçine Almak : Sürrealizm

Sürrealizm, 1920ler’de Sigmund Freud’un çalışmalarından etkilenerek rasyonel aklın kısıtlamalarına ve toplumun baskıcı kuralcılığına karşı çıkan devrim niteliğindeki edebi, entelektüel ve sanatsal harekettir. Sürrealizm, aynı zamanda kolektif çıkarların maddi etkileşiminin bir ürünü olarak tarihe Ortodoks bir yaklaşım talep eden Marksist ideolojiyi de benimser. Birçok ünlü Sürrealizm sanatçısı daha sonra Marksizm devrimcisi Che Guevera gibi 20. Yüzyılın karşı kültür sembollerine dönüştü. Sürrealistler, görsel gerçekle ilgilenmeyerek, insanın iç dünyasına yöneldiler. Sanatçının zihin dünyasından geçen pek çok düşünce ve hayal sanatta bir anlatım bulur; bulmalıdır. Hapsedilen düşünceler ve yaratıcılık insanın kimliğini ortaya koymasına engel olur. Sürrealizm insanın kendisini analiz etmesi ve iç dünyasına eğilmesi için bir olanak tanır. Yüzyıllar boyunca sanat doğaya eğildi; ancak kendi iç dünyasına yönelen sürrealizm ile yeni bir ivme kazandı. Böylece, estetik yargılardan ve ahlaki belirlenimlerden özgürleşmiş bir bilinç dışının ortaya çıkışı ile sanatta otomatizm anlayışı da kabul gördü. Salvador Dali, Max Ernst, Man Ray, Joan Miro ve Yves Tanguy otomatizm tekniği ile bilinçdışına dayanan, rastlantısal ve kendiliğinden bir süreçle, özgürce yarattılar. Miro tam olarak Sürrealist sanat çevresine dahil olmasa da Sürrealistlerden Max Ernst ile işbirliği yaptı. 1928 yılında Salvador Dali ve Rene Magritte’nin de aralarında bulunduğu ünlü sürrealistlerden oluşan bir grupla Paris’te sergiler açtı. Her ne kadar eserlerinde sürrealizmden pek çok etki görülse de Miro, dağıttığı ve sergilediği eserlerin çoğunda kendi kişisel üslubunu ve farklı tarzını korudu: Sürrealizmi ve otomatizmi bir araya getirdiği biyomorfik formlar kullandığı eserler üretti. Belki de sanatçının geçirdiği hastalık ve çiftlik yaşantısı ve Katalonya doğayı daha derinden hissetmesine ve iyi okumasına olanak sağlamıştı.
Otomatizm ve Biyomorfik Objelerin Dansı

Miro’nun sürüklenen objelerinin ve canlı renk bütünlüğünün kendi içinde bir müzik yarattığını düşünmüşümdür. Renklerin akıcı dünyası, düşsel imgelerin kendini özgürce açığa vurmalarının bir anlatımı gibidir. Miro, aç karnına uykuya daldığında gördüğü rüyalarını ya da halüsinasyonlarını resimlerine aktarır. Miro’nun resimlerine bakarken, iç içe geçmiş, birbiriyle bütünleşen ya da birbirini dışlayan, primitif sanattan öykülenen, evreni ve gökyüzünü düşündüren , kendi kendine devinen keskin çizgilerin, düz yüzeylerin ve renkli biçimlerin dünyasında çocuksu bir sevinç ile melankoli arasında gidip gelen duygu durumları yaşarım. Miro, sert düz çizgilerin yanında, bir müzik enstrümanın yayı gibi esneklik gösteren ve sanki organik bir bağ ile iletişim kuran nesnelerin biraradalığını yaratırken, bilinçli bir düşünceye bağlı kalmamış; aksine bilinçdışının aktardıkları ile neredeyse otomatik ilerleyen bir süreçle yaratarak, sanat alanında otomatizmin öncüsü olmuştur. Miro bilinçaltı dünyasını yansıtırken mantığını ve algılandığı haliyle dünyayı tamamen saf dışı bırakmıştır.

Kübist etkinin yoğun bir şekilde hissedildiği ilk sergisi 1921 yılında Paris’te açılır. Galerie Pierre’de, İspanyol İç Savaşı’nın tedirginliği ve korkuyu sembolize eden semboller ile soyut bir anlatım kazanan resimlerini sergiler. Montraig adındaki resmindeki geometrik desenler, kübist sanatın etkilerini taşır.
İşlenmiş Tarla

Tilled Field (İşlenmiş Tarla) (1923-1924), Miro’nun sanatında kişisel üslubunun oluşmasında bir dönüm noktası olmuştur. Hayvanların ve özenerek çizilmiş objelerin ortasında büyük bir kulak ve göz vardır. Kulak ve göz ile Miro sanki kendi kimliğini ortaya koymak ister.
Miro’nun eserlerinde böceğe benzer formlar vardır. Mikroskobik canlılara benzeyen canlılar ile beraber at ve kuş gibi figürler de tasvir eder. Hayvanlar deformedir, soyut formlar ve kadın figürleri ile birlikte müzikal bir kompozisyon oluşturur. Sınırlamaların olmadığı bir dünyada organik formlar dans ederler. Formlar kendi gerçekliklerinden kopararak türlü alakasızlıklarla bir bağ kurar.
Tablonun ortasında deforme olmuş bir at, köpekler, salyangoz ve pek çok hayvan tam da resmin ortasında göz önünde konumlanmış. İşlenmiş Tarla’da, gözle algılanmayan pek çok form, tanımlanamayan hayali şekiller var. Buna biyomorfizm diyoruz. Eserdeki renk ağırlıklı olarak hardaldır; sarı ve kahverengi renkleri de ön plandadır. Komposizyon mekan ve atmosfer olarak iki bölüme ayrılır. Biyomorfik, eğrisel ve yuvarlak formlu nesneler ile geometrik keskinlikteki formlar paralel bir düzlemde buluşur. Resmin sol tarafına bakınca, yumurtaya benzeyen koninin kulakları ve gözleri, Miro’nun çalışmalarını biyomorfizme bir örnektir. Koninin dev kulakları ve gözleri, her canlının bir ruhu olduğunu düşündürür.
Harlequin Karnavalı

Harlequin Karnavalı, zemin olarak iki bölüme ayrılır. Çift planda hayali biyomorfik formlar kullanılmış. Resimde sağ üstte bir pencere yer alıyor. Belli ki, gece vakti. Bir yüzeyde balıklar ve farklı biyomorfik formlar… Pek çok gerçek üstü varlık ile yaşayan varlık bir arada. Miro da doğa ile bilinç dışını ve çocuksuluğu bir araya getiriyor; her nesnenin deniz yıldızının, müzik notasının, merdivenin, geometrik cisimlerin bir devingenliği ve ruhu var; masanın üstünde öylesine yatan balık bile ölü izlenimi uyandırmıyor; doğal ortamında olmasa da yüzdüğünü de pekala düşünebiliriz. Masanın altındaki kedi daha çok bir çocuk çizimini andırıyor. Kurtçuğa benzer beyaz bir çizgi kıvrımlarıyla resmi ikiye ayırıyor. Miro, bunu şöyle yorumluyor : “Sanırım bu bir kertenkele. Ben onun başına bir şapka oturttum.”
Yıldızlar, noktalar, çizgiler, deniz kabuğuna benzer spiraller, elips ağaçlar, amorf hayvanlar, doğayı yeniden yorumlayan bir çocuğun hayal dünyasını ya da nerede başlayıp nerede biteceği belli olmayan bir masalı anlatıyor.
Gösterişli Kanatların Gülümseyişi

Miro’nun 1953 yılında yaptığı Gösterişli Kanatların Gülümseyişi adlı eseri bilinçaltını otomatizm yöntemiyle ortaya koyan bir çalışma. Arka plan, açık gri tonlarında kullanılmış ve mekan perspektifi kullanılmamıştır. Sol taraftaki insan figürü, sanatçının bilinçaltında yer alan bir diğer formdur. Çizgiler biyomorfik formlarla tasvir edilmiş, aynı zamanda basit ve çevik. Bu resim uçarılığı, çocukluğun mutlu ve neşe dolu dünyasını simgeliyor. Kural tanımazlık resmin bütününde kendisini hissettiriyor. Yerçekimi, zemin ya da perspektif yok; sanki bir çocuğun kuralsız, yargılayıcılıktan uzak ve uçarı dünyasını aktarıyor. Bu yüzden de bu resme her baktığımda kırlarda uçuşan renkli uçurtma ve balonlar gözümün önüne geliyor.
Miro’nun Sanatının Son Dönemi

Miro, 1954 yılında Venedik Bienali’inde grafik dalında büyük ödülün sahibi olur. 1958’te Paris Unesco Binası’ndaki yapıtı ona Uluslararası Guggenheim ödülünü kazandıracaktır. 1960 yılından itibaren heykelle de ilgilenmeye başlar. 1960’lardan öldüğü 1983 yılına dek olan son sanat dönemi çalışmaları en dikkat çeken çalışmaları olmuştur. Son dönem sanat çalışmalarında Miro daha çok kamusal eserlere odaklanır. Anıtsal eserler ve özellikle de halkın zevkine hitap eden, bir dizi farklı yerde sergilenen kamusal sergiler, yaşamının bu döneminde ortaya çıkar.
İlham almak için sık sık gittiği memleketi Barselona’da onun adına Joan Miro Vakfı Çağdaş Sanatlar Merkezi kurulmuştur. 89 yaşında, hasta yatağındayken İspanya için tasarladığı turizm logosu hala kullanılmaktadır. 1983’te İspanya’nın Palma del Mallorco şehrinde kalp yetmezliğinden öldüğünde Miro, 93 yaşındaydı.
Miro, yalnızca yaratıma farklı bir yaklaşım getirmekle kalmadı; aynı zamanda sanat hayatı boyunca bir dizi anlatım aracına ve biçime de yöneldi. Belki de bu yüzden Joan Miro, İspanya’nın en ünlü sanatçılardan biridir. 1983 yılındaki ölümünden yıllar sonra halen çokça takip edilen ve beğeni gören, benzersiz bir tarz yarattı. Salvador Dali‘nin Belleğin Azmi ya da Eriyen Saatler ile Rene Magritte‘in İnsanın Oğlu eserleri ile birlikte Miro’nun İşlenmiş Tarla ve Harlequin Karnavalı, Sürrealizmin ikonik imgeleri haline gelmiştir.
Kaynakça:
Sorguç, Gülce. “Sanata Karşı Başkaldırı: Avangard”. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi. 24 (2017): 37-56.
“Joan Miro and His Paintings”. Britannica. Web. 18.09.2024
“Bilinçaltini Sembollerle Resimlerinde Anlatan İspanyol Sanatçı Joan Miro”. Sanatın Öyküsü. Web. 12.09.2024
İlden, Serkan , Cengiz, Büşra Nur. “Biomorphism in the Works of Joan Miro in the Context of Surrealism”. Art Time. 1 (2021): 21-31.