Jane Eyre, kurgusu, anlatımı, olay örgüsü ve karakterleriyle döneminin edebiyat anlayışında çığır açmış bir roman. Okuyucuların hala kendinden bir şeyler bulması ve severek okuması zamanının ötesinde olduğunu destekler nitelikte. Yer yer Çalıkuşu ile benzeşen detaylar da barındıran romanda Jane’nin kendi hayatına yön vermesi, korkusuz tutumu ve yüreğinde taşıdığı umut okuyucuya çok şey öğretiyor. Kalın hacmine rağmen oldukça akıcı bir üsluba sahip, okurken elden düşmüyor. Roman boyunca betimlemeler o kadar başarılı ki her an bir film karesi gibi okuyucunun zihninde canlanıyor. Jane ile Mr. Rochester’ın aşkları, karşılaştıkları ilk anda alevlenen ilgi, alaka ve muhabbet çok güzel işlenmiş. Romantik olmakla beraber nüktedan diyaloglarının olması okuru eğlendiriyor ve heyecanlandırıyor. Mr. Rochester evin efendisi ve Jane’den yirmi yaş büyük olmasına rağmen ona karşı her zaman ilgili, özverili ve aşkına bağlı bir şekilde yaklaşıyor. Aralarındaki bu gerçek bağ ve tutku hikayenin ilgi çekici bir yanı olarak öne çıkıyor.
Şimdi gelin, romanın karakterlerini daha yakından inceleyerek onları tanıyalım!
Jane Eyre
“Özgürlük istiyordum, soluğum kesilircesine! Özgürlüğüme kavuşmak için dudaklarımdan bir dua koptu, esen hafif rüzgarla dağılıp gitti. Bu kez daha alçakgönüllü bir dilekte bulundum. Değişiklik, heyecan istedim. Bu dua da boşluğa karıştı. Yarı çılgınca, “Tanrım!”diye bağırdım, “öyleyse şimdikinden başka, yeni bir kölelik bağışla bana!”
Kitabın ana karakteri ve anlatıcısı Jane, küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmiş, bu sebeple dayısının ve yengesinin yanında yaşamaya başlamıştı. Dayısı öldükten sonra vasiyeti üzerine yengesi ve yeğenleri ile birlikte yaşamaya devam etse de hor görülen, sevgisizlikle geçen bir çocukluk geçirmişti. Yengesinin kendisine karşı bariz nefreti ve yeğenlerinin zorbalığı ve kayıtsızlığı karşısında beklenenin aksine hırçın ve hakkını arayan bir karaktere sahipti. Nitekim bir bölümde yengesinin ona karşı suçlayıcı konuşmaları karşısında ona karşı koyması ve onu sevmediğini tüm gerçekliğiyle yüzüne haykırması oldukça çarpıcıdır. Jane’e daha fazla katlanamayan yengesi onu yatılı bir okula gönderir ve bütün alakasını keser. Jane başlarda buraya ısınamasa da zamanla alışır ve derslerinde çok başarılı olur. Burada sekiz yıl kalır ve bunun son iki yılını aynı okulda öğretmen olarak geçirir. Her ne kadar kimsesiz ve sevgisiz bir ortamda büyüse de Jane, yüreği iyilik dolu, öfkesinin yanında şefkatini de içinden eksik etmeyen, merhametli ve sağduyulu bir genç hanım olur. Mürebbiyelik yapmak üzere okulundan ayrılıp yolu Thornfield malikanesine düştüğünde ise hayatı tamamen değişecektir. Burada evin kayhası Mrs. Fairfax ve ev sahibinin himayesine aldığı küçük Adela ile yaşamaya ve küçük kıza mürebbiyelik yapmaya başlar. Bir gün evin sahibinin şatoya gelmesi ise hayatının bambaşka bir yöne evrilmesine sebep olur çünkü ilk kez aşık olur. Efendisine olan aşkı ve alakası ise Jane’nin ona karşı dik başlılığını sürdürmesine engel olmayacaktır.
Mrs. Reed
Mr. Rochester
“Yazgın senin mutluluğunu dikkatle ayırmış bir köşeye. Elini uzatıp da bunu kavramak sana bakıyor. Bunu yapacak mısın?”
Jane ’nin mürebbiyelik yapmaya başladığı Thornfield malikanesinin efendisidir. Çok zengin olmasına rağmen gençliğinde oldukça sıkıntılar çekmiş ve bu sıkıntılar onun Thornfield malikanesine ayda yılda bir uğramasına sebep olmuştu. Fransa’da iken aşık olduğu ve daha sonra arasının açıldığı sevgilisinin kızını himayesine alarak bu şatoya getirip bakımını kahyasına verir. Jane burada mürebbiyelik yapmaya başladıktan bir süre sonra malikaneye dönen Mr. Rochester onu ilk gördüğü andan itibaren çok hoşlanır. Başlangıçta bunu çok belli etmese de Jane ile vakit geçirmek için onu hep yanına çağırır ve onunla ilgilenir. Sohbetlerinde onu zorlayan, köşeye sıkıştıran fakat nüktedanlığı elden bırakmayan bir üslup takınır.
Blanche Ingram
“Görünüş bakımından güzeldi, birçok parlak yetenekleri vardı; gene de ruhu yoksul, gönlü yaradılıştan çoraktı. Gönlünün toprağında
kendiliğinden bitmiş hiçbir çiçek açmıyor, hiçbir dal zorlamadan meyve vermiyordu.”
Soylu ve gösterişli bir kadın olan Blanche Ingram, sosyetenin önde gelen isimlerinden ve davetlerde sık sık boy gösteren biridir. Thornfield malikanesindeki davete katıldığında ise Jane namını daha önceden duyduğu bu kadınla efendisinin yakınlığına bizzat şahit olarak evleneceklerine ikna olur. Mr. Rochester’dan hoşlanan ve yetenekleri ile ön planda olan bu kadının romandaki diyaloglarında kendini beğenmiş ve aslında sığ bir karakter olduğuna şahit oluruz. Nitekim Mr. Rochester’ın ona oynadığı bir oyun neticesinde Mr. Rochester ile sadece serveti için evlenme niyetinde olduğunu görürüz.
Mary ve Diana Rivers
“Bu arkadaşlığımızda benim için yepyeni olan, ruhumu
tazeleyen bir mutluluk vardı: Beğeni, duygu, düşünce yönlerinden
anlaşma zevki.”
Mary ve Diana, Jane Thornfied malikanesini terk edip yollara düştükten sonra sığındığı evde ona kapılarını açan ve yardımcı olan iki kardeştir. Ağabeyleri St. John ile beraber yaşadıkları bu eve babalarının vefatı dolayısıyla bir süreliğine dönmüşlerdi. St. John Jane’i perişan bir halde evlerinin önünde bulduğunda onu içeri alıp iyileşene kadar onunla ilgilenirler. Ardından çok iyi arkadaş olurlar.
St. John
“Bir sürgünün huzuru, bir günahkarın tövbe getirmesi hiçbir zaman başka bir insana bağlı olmamalıdır; çünkü insan denilen şey ölümlüdür. Sonra, filozofların bile yanlış düşündüğü dindarların bile kötülük yaptığı da görülmüştür. ”
St. John, Mary ve Diana‘nın ağabeyidir. Yaşadıkları kasabada rahiplik yapan, kendini Tanrı’ya adamış bir kişidir. Jane’i evlerinin önünde perişan bir halde bulunca eve alır ve onunla ilgilenir. Jane iyileştiğine ona nasıl yardım edebileceğini sorar. Jane ise ondan sadece kendisine iş bulmasını ister. Böylece Jane kilisenin bünyesinde bir kız okulu açarak orada öğretmen olur. Romanın devamında Jane dayısından bir miras kalarak çok zengin olduğu ve Mary, Diana ve St. John ile kuzen oldukları öğrenir. Bunun üzerine hep beraber Rivers’ların evine yerleşirler. Fakat St. John misyoner olarak Hindistan’a gitmeyi tasarlamaktadır. Jane’e kendisiyle evlenip Hindistan’a gelmesini ve bu kutsal görev için kendisini adamanın doğru bir davranış olacağını konusunda çok ısrar eder. Fakat Jane bunu kabul etmeyecek, aşk olmayan bir evliliğe razı olamayacağını söyleyecektir.
Jane Eyre, sade fakat çarpıcı anlatımı, başarılı kurgusu ve incelikli karakterleri ile klasik İngiliz edebiyatında önemli bir yere sahip. İngiliz edebiyatının “Çalıkuşu” diyebileceğimiz bu eser kalbi kırıldığında boyun eğmeyen, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadının hikayesi aslında. Kadınların toplumsal yaşamdaki yerini sorgulayan, potansiyelini ortaya koyan yönü ile sosyal mesajlar içermesi ile günümüzde hala karşılığını bulan konuları içeriyor. Charlotte Brontë‘un kendi hayatından da izler taşıyan bu roman, sadece bir aşk romanı değil fakat aşkı da bir o kadar gerçekçi ve tutkulu bir şekilde işliyor. Sözlerimizi kitaptan bir alıntı ile tamamlayalım.
”Onlardan daha ayrıcalıklı olan erkeklerin, ”Kadınlar yemek pişirip çorap örmekle, piyano çalıp nakış işlemekle yetinsin,” demeleri dar kafalılıktır! Bir kadın, geleneklerin kendisi için yeterli saydığı şeylerden daha fazlasını yapmak, öğrenmek isterse onu kınamak, alaya almak düşüncesizliktir.”