Jack London – Martin Eden | Kitap İncelemesi

Damla Demiray
Damla Demiray
Dokuz Eylul American Studies
Editör:
Hande İzgiş
spot_img

Amerikan Edebiyatının en önemli isimlerinden Jack London, 1876 yılında San Francisco’da doğmuştur. Vahşetin Çağrısı (1903), Beyaz Diş (1906), ve Demir Ökçe (1907) kitaplarının yanı sıra Martin Eden (1909) geniş okur kitlelerine ulaşan romanlarından biridir. Jack London yarı otobiyografik yazdığı bu romanda döneminin ideolojik ve toplumsal meselelerine de değinmiştir.

Esere ismini veren ana karakterimiz Martin Eden, işçi sınıfından bir denizci. Geçimini aylarca küçük meblağlara gemilerde çalışarak sağlayan Martin; ablası Gertrude, eniştesi ve çocukları ile aynı evde kalıyor. Arthur’un davetiyle gittiği Morse ailesinin evindeki yemekte Ruth ile tanışır. Bekleme salonunda gözünü alamadığı Swinburne ismini uzun bir süre unutamayacak, hatırlayacaktır. Bu bakış edebiyat tutkusunun başlangıcıdır. Morse ailesinin İngiliz Edebiyatı öğrencisi kızı Ruth ile tanışması Martin için hayatının dönüm noktası olmuştur. Belki de hayatının en önemli yemeğini yiyen Martin Eden, Ruth’un rüzgarına masum bir aşk ile kapılır. Ruth ile yaptığı sohbetle ondan ödünç aldığı kitap dünya görüşünü değiştirmeye başlamakla kalmaz, yeni bir tutkuya açılan bir kapı, aydınlatan bir ışık olacaktır. Genç kızdan aldığı kitap ilgisini çeker ve edebiyat dünyası ile tanışması burjuva sınıfının aldatıcı ışıltısına kapılmasına sebep olur.

“Varlığını sezdiği ve peşinden koştuğu, ama tutamadığı şey, şiirin zapt edilemez ruhuydu. Sıcacık bir parlaklıktı ona göre, peşinden koşturan ama hep erişebileceği noktanın ötesinde kalan ılık bir buğuydu; bazen küçük iplikçiklerinin ucunu yakalamakla ödüllendiriliyor.” (sf. 107)

   Edebiyatın ilgisini çekmesiyle kütüphaneye gitmeye ve Ruth’dan kitap ödünç almaya başlayan Martin önce alkolü bırakır. Sonrasında da sınıfını ve benliğini ifade eden özelliklerini terk etmeye başlar… Konuşması için dil bilgisi kitabı alır, o çok ışıltılı burjuvaya uymak için de görgü kuralları… Okuma ve yazmaya büyük bir şevkle bağlanan Martin Eden, gemicilik mesleğini terk eder ve gece gündüz hem okur hem yazar. Gemiciliği bırakmadan önce kazandığı ufak meblağlar da tükenmeye başlayan Martin, açlıktan çaresiz kalır ve daha çok okuyup yazabilmek için bir çamaşırhanede çalışmaya başlar. Bu sefer de gece gündüz çalışmanın ruhuna ve bedenine iyi gelmediğini fark eden Martin bu işten de ayrılır.

Açlıkla boğuşarak tutunduğu okuma yazma sevgisi zamana hayata tutunmasının yegane sebebi olacaktır. Karşısına çıkan dergilere ve gazetelere emek emek işlediği, zorluklarla yazdığı yazılarını gönderen Martin, art arda ret mektupları ile karşı karşıya kalır. Yaşamını yazarlık ile sürdürmeyi arzulayan Martin, hayallerinden vazgeçmez ve eşyalarını rehinciye bırakıp posta ücretini rehinciden sağladığı yazıları ile açlığın kıyısında dolaşır. Ruth ile sohbetlerine devam eden ve açlıktan yatağa düşse dahi şevkle yazan Martin’e çevresindeki herkes boş hayallere kapıldığını söyler ve adeta düşman kesilir.

Martin’in tutkulu benliğine kapılan Ruth, onun sevgisine karşılık vermeye başlar. Ancak önlerinde devasa engeller vardır. Sınıf farkı. En göze çarpan temalardan biri sınıf farkıdır. Bu farkı ortaya koyan başlıca ögelerden biri de Ruth ve Martin’in ilişkisi olmuştur. Martin, bildiğimiz üzere işçi sınıfından bir gemi işçisiydi. İşçi benliğini değiştirmeye uğraşmış, ışıltılı Amerikan Rüyası’nın peşinden koşmuştur. Ancak Ruth üzerinden gördüğümüzde olduğu gibi burjuvanın sahip olduğu şeyler aldatıcılıktan ibarettir. Tıpkı uzaktan parlak gözüken reklam ışıkları gibi. Ruth, bizce, Amerikan Rüyası’nın en önemli örneğidir bu romanda.

Amerikan Rüyası, Jack London’ın Martin Eden romanında gördüğümüz gibi, Amerikan Edebiyatı’nda önemli bir yere sahiptir. Koloniler zamanından bu yana Amerika, “vadedilmiş topraklar” olarak görülüyordu. Bolluk ve bereket içinde tasvir ediliyor, ışıltılı bir yaşam sunuyordu. Ancak bu romantize edilmiş fikirlerden sıyrılırsak, pek tabii Amerika’nın aslında öyle olmadığını da görüyoruz. Martin Eden‘de ayrı ayrı ve bütünleşmiş olarak Amerika’nın hem ışıltılı tarafını hem de yozlaşmış tarafını farklı perspektiflerden gözlemliyoruz.

“Uyandığı her sabahı kederle karşılıyordu. Hayat onu kaygılandırıyor, sıkıyor, zaman ise eziyet gibi geliyordu.” (sf. 465)

   Soylu tabakanın ihtiraslı oyunlarına hevesi kalmayan, aslında gözüne büyük gördüğü kadar büyüleyici bir dünyaya sahip olmadıklarını gören Martin bu dünyadan uzaklaşmaya kararı alır. Yaşamın benliğinden eksilttikleri ile tutunacak bir dalı bile olmadığını anlayan Martin, çıktığı gemi seyahatinde kendini okyanusun karanlık derin sularına bırakır.

“Karanlığın içindeydi artık. Bunu fark ettiği, anda da farkındalığı sona erdi.” (sf. 480)

   Jack London bu büyüleyici romanında, ustaca ve akıcılık ile işlediği birçok toplumsal meseleyi barındırır. Bunlardan en önemlisi, daha önce de bahsettiğimiz üzere, 20. yüzyılda ve halen devam etmekte olan sınıf ayrımıdır. İşçi sınıfından Martin’in burjuva toplumundan Ruth’a aşık olması üzerinden sınıf ayrımı ustalıkla işlenmiştir. Martin’in soylu sınıfından kabul alma isteği de Amerikan Rüyası’nın aldatıcı parıltısının yarattığı muazzam hayal kırıklığını temsil eder. Jack London, aynı zamanda, kendi yarattığı bireyci fikirlere sahip olan Martin Eden karakteriyle Nietzsche’nin Üstinsancılık fikrine saldırır. Kurtuluşu için çırpınan Martin uyanır ve içine dahil olmak istediği burjuva toplumunun iç yüzünü anlar.  Martin’in intiharı uyanışıdır aslında. Yaşamak için nedeni kalmadığını fark eder.

Kaynakça

London, Jack. Martin Eden. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014. İstanbul. Çeviren: Cinemre, Levent.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Editor Picks